Rus Sineması denildiğinde akla gelebilecek ilk isimlerden biri şüphesiz Andrei Tarkovski’dir. Usta yönetmenin diğer bütün filmlerini anlatabilmek ve anlayabilmek oldukça güç olarak tanımlanabilirken biri vardır ki o bunların içerisinde belki de en farklı olanıdır. ‘Zerkalo/Ayna’yı (1975) Tarkovski şöyle tanımlar:
“Film, canımdan çok sevdiğim ve çok iyi tanıdığım insanların hayatlarını yeniden canlandırmak amacını taşıyordu. Kendisi için değerli olan insanların hakkını ödeyemeyeceğini, kendisine gösterilen sevgiyi, verilen onca şeyi hiçbir zaman gereğince karşılayamayacağını düşünen bir insanın çektiği acıları anlatmak istiyordum. Bu insan, onları yeterince sevmediğine inanıyor ve bu, onun için gerçekten acı veren, katlanılması zor bir düşünce… Ayna’da benden değil, bana yakın olan insanlara karşı duygularımdan, onlarla olan ilişkilerimden, hiç tükenmeyecek anlayışımdan, ama aynı zamanda da onlara karşı işlediğim ve hiçbir zaman düzeltemeyeceğimi düşündüğüm günahlarımdan ve başarısızlığımdan söz etmek istemiştim…” (Mühürlenmiş Zaman, s.155)
Konuşmanın dışında da bir iletişim vardır. İmgeleler ile anlatmak. Bu şekilde gerçekleşen iletişim sınırları yıkar, bir aynanın iki tarafında duran insan arasındaki engelleri yerle bir eder. Bu yüzden biraz algılaması güç bir film olarak durabilir ‘Ayna’ karşımızda.
Bu filmi seyreden çoğu geleneksel sinema izleyicisi biçim ve hikâyeye ele alış biçimi açısından anlamakta zorlanmış olabilir. Bunun nedeni hikâye anlatımlarına alışık olan izleyicinin ruh durumu anlatımına verdiği yabancılık isminden başka bir şey değildir oysa ki. Soyut durumları sanatsal imgelerle anlatmak ve bunu anlaşılabilir halde sunmak şüphesiz çok zor bir iştir.
Baba tarafından terk edilen bir çocuk ve kocasız kalmış bir kadının hikâyesinin ölüm döşeğindeki bir adamın dilinden bilinç akışı tekniği ile anlatıldığı hikâyedir ‘Ayna’. Yönetenin kendi hikâyeyesini anlattığı 108 dakikada, Bach müzikleri ve Andrei Tarkovski dizeleri eşleğinde tam anlamı ile şiirsel bir biçimde bizlere sunuyor. Bu film hem çocuk yanınıza hem düşlerinize hem de yetişkin ruhunuza etkili bir biçimde nüfuz eder. Bir çocuğun düşleri, yaşanmamış çocukluğu, özlemi, anıları, nefretleriyle…
Filmin belirli ve normal akışta giden bir zaman algısı yoktur. Akışta bulunan ritmi ve zamanı sahne içindeki zamanın karakteri kontrol eder. Filimde yer alan bazı sahneleri daha fazla kare ile çekip daha sonra yavaşlatarak seyirciye sunduğunu ifade eden Tarkovski bazı saniyelik hissedilen duyguların aslında nasıl içselleştirildiğini zamana yayarak içimize işlemiştir.
Film her ne kadar kişisel gibi görünse de belirli bir noktadan sonra dünya savaşları sonrası Rusya’sının durumuna da ışık tutar. Bunu yaparken yalın ve tarafsızdır. Çünkü ünlü yönetmen Tarkovski’ye göre “Büyük politik gerçekler uğruna insanlığın bir döneminin heba edilmesi kabul edilemezdir. Ülke gerçekliğinden çok kendi gerçekliğini yansıtır.”
Bu film bütün dünyada kendisinden sonra gelen sanatçılara ilham olma niteliği göstermiş bir başyapıttır. Türk sinemacılarından Nuri Bilge Ceylan’ın ‘Mayıs Sıkıntısı’ filminde bu sinema tavrının etkilerini hissetmek mümkündür. Son olarak yine yönetmenin dizeleri ile kapanış yapmak gerekir ise:
“aynada bana baktım…
aynadan bana baktım…
ne suçluluklar, ne hayaller, ne umutlar, ne günahlar, ne acılar, ne pişmanlıklar
yer değiştirmedi.” der Tarkovski…