Yunan sineması sinema tarihinin ortalarına kadar sürekli gelişen bir sinema endüstrisine sahip olamamıştır. Bunun temel sebepleri; Yunan sinemasının devlet tarafından desteklenmemesi ve ülkenin yakın dönem siyasi tarihinde yaşanan krizler olarak gösterilebilir. Özellikle yeni yönetmenler için işleri maddi olarak daha da zorlaştıran ekonomik krizler; yasaklar ve engeller nedeniyle Yunan sineması, geçtiğimiz yüzyılın son çeyreğine kadar dünya çapında izleyiciler arasında çok popüler olamamıştır.
1950-1970 yılları arasında, Yunan ekonomisi bir büyüme dönemine girer, Yunan film yapımı artar ve Yunan sineması şimdi “altın çağ” olarak hatırlanan dönemini yaşar. Organize stüdyolar gelişir; çok sayıda popüler tür filmi; komedi, müzikal ve melodram üretilir; yerel bir yıldız sistemi yükselir. Bu filmlerde gösterildiği gibi, gelişmekte olan modern bir toplum algısı ülkede yayılmaya çalışılır. 1960 yılında Uluslararası Selanik Film Festivali ilk kez gerçekleşir ve Yunan Sineması artık yabancı yapımlarla etkileşime geçebileceği bir organizasyona kavuşur.
Yeni Yunan Sineması
1970’li yılların başından itibaren Yeni Yunan Sineması farklı bir doğrultuda ilerlemeye başlar. Theo Angelopoulos’un 1970 yılında çektiği Reconsttuction (Tatbikat) adlı filmi bu yeni doğrultunun ilk referans noktası olarak kabul görür. Aleksis Damianos’un aynı yıl çektiği Evdokia, Theo Angelopoulos’un 1972 yapımı The Day’s Of 36 (36 Günleri) gibi filmler; politik temaları, estetik tarzları ve kişisel bakış açısı içermeleri nedeni ile farklı bir duruş sergilemiştir. O zamana kadar film üretiminde belirleyici olan stüdyo sistemine ve Hollywood tarzının yerleşik değerlerine karşı bir duruş sergilemişlerdir. Sanatsal kaygılarla, autor anlayışı içinde, sosyal eleştiri içeren film yapımını benimseyen yönetmenler, popüler sinema anlayışını reddetmişlerdir.
Bu yeni dalganın baskın estetik etkisi, edebiyat alanından gelmekteydi: yüzyıllar boyunca Hellenizmin bir dönüşümünün idealini öngören ve Yunan sembollerini, temalarını ve motiflerini avangarda uyarlayan bir grup yazar; sembolizm tekniklerini sinema dilinde kullanmaya başlamıştır. Bu nedenle, ilk yeni dalgadaki modernleşme, millileştirme yoluyla sağlanmıştır ve Yunanca dilinin kullanımı bu yönde çok önemliydi. 20. yüzyılın sonunda Yunan filmlerinin senaryoları ya romanlara dayanıyor ya da uzun betimlemelerden oluşan cümleler anlatının temelini oluşturuyor, Yunan edebiyatının imzasını taşıyordu. Olumsuz koşullara rağmen, 20. yüzyılın sonlarında, Yunan sineması dünya çapında izleyicilere gittikçe daha üretken ve çekici gelmeye başlar.
2008’de Yaşanan Büyük Ekonomik Kriz ve Sonrası
2008’de yaşanan büyük ekonomik kriz sonrası ekonomik, politik, sosyal ve kültürel çözülmeler ve çöküşler yaşayan Yunanistan, ‘demokrasi’nin doğduğu topraklarda ‘demokrasi’ mücadelesi verilmeye çalışılan bir ülkeye dönüşür. Her ne kadar Cahiers Du Cinema ve The Guardian sinema eleştirmenleri tarafından Yunan Tekinsiz Dalgası (Greek Weird Wave) olarak adlandırılsa da daha geniş bir kategoride değerlendirildiğinde Yunan Yeni Dalga Sineması olarak lanse edilen bir sinema anlayışı ortaya çıkar. Yunan Yeni Dalga Sineması filmleri kolay hazmedilir filmler değillerdir ve bağımsız sinemacılardan oluşur. Estetik biçimleri farklı olabilen bu filmlerin alt metinlerine, diyaloglarına, oyunculuklarına yansıyan tekinsizlik durumu, bu filmleri ve yönetmenlerini tek bir çatı altında değerlendirebilmemize imkan tanır.
Yunan Yeni Dalga Sineması
Yunan Yeni Dalga Sineması’nın karakteristik özellikleri; Kapitalist sistem tarafından şekillendirilen otoriter kurumlar ve en başta bu otoriter kurumların en küçük birimi olan aile, Yunan Yeni Dalga sinemacıları tarafından eleştirel ve yıkıcı bir perspektifle işlenir. Bir statüko biçimi olarak aile sürekli saldırıya uğrar. Yunan Yeni Dalga Sineması’nın özellikle alegorik anlatım biçimiyle hem statükoya hem de çözülmeye ve çökmeye başlayan toplumsal yapılara saldırmakta olduğunu gözlemleyebiliriz. Ensest, pedofili, sistemin insanları sürekli birbiriyle savaşmaya yöneltmesi, hırslarla kazanılan statüler, din kurumları, patriarkal sistem bu saldırılardan mümkün mertebe nasibini alır.
Yunan Yeni Dalgası bu gerçeklikleri bizlerin, yani homo sapienslerin, yarattığını haykırırcasına yüzümüze vurur ve bu yüzden bu filmleri izlerken midemize kramplar girer. Kompozisyon kurallarını yıkan çekim ve çerçeveleme teknikleri ile estetik biçim olarak da aykırı işlere imza atan Yunan Yeni Dalga sinemacıları Brecht estetiğini olağanüstü şekilde kullanarak; metot oyunculuğunun duygular ve hisleri ön plana çıkaran pasif duruşunu, aktif bir politik duruş biçimi olan yoğun bedensel performanslarla yıkmayı hedefler.
Yunan sinemasındaki dönemler arası geçiş, katı bir kültürel kimlik anlayışından diğerine geçişi yansıtmaktadır. Stuart Hall, Sosyolojik bir geçiş olarak tanımlamaktadır. Hall’a göre, sosyolojik özne kavramı, modern dünyanın artan karmaşıklığını ve öznenin özerk ve kendi kendine yeterli olmadığı, ancak kendilerine aracılık eden “Önemli Diğerleri” ile ortak olarak oluşturulduğu bilincini yansıtır. Yaşadığı dünyanın kültürünü, değerlerini, anlamlarını ve sembollerini konu edinir. Kimlik, bizi çevreleyen kültürel sistemlerde temsil edilme ya da ele alınma biçimlerimizle ilgilidir. Son beş yılda, Yunan toplumu, “iç” ile “dış” arasındaki, kişisel ve kamusal dünyalar arasındaki ince sınırları yeniden düzenlemektedir.
Yunan Sineması Festivallerde
Eylül 2010’da Venedik Film Festivali’nde 4 filmle temsil hakkı kazanan Yunan Sineması; bir yıl sonra festivallerdeki temsiliyetini 30 filme çıkararak oldukça etkileyici bir görünürlük sayısına ulaştı. Büyük üretim sayılarına ulaşan Yunan Sineması’nın post-resesyon sürecindeki Yunanistan için önemli bir gurur kaynağı oldu. Kendi sinemacılarına hiçbir maddi fon desteğinde bulunmayan Yunanistan devlet politikalarının ve yetkililerinin bu gururdan kendilerine pay çıkarması kabul edilebilir olmamıştır.
Dünya genelinde 250 filme ev sahipliği yapacak olan Uluslararası Selanik Film Festivali’nde gösterim şansı elde edememiş ulusal bir film vardır: Yorgos Lanthimos’a uluslararası başarı kazandıran Dogtooth filmi. Dogtooth, yeni sinema yasası önerisini sürekli geciktiren Yunan devlet yetkilileri yüzünden kendi ülkesinde düzenlenen Uluslararası Selanik Film Festivali seçkisine kabul edilmemiştir.
The Travelling Players / Gezgin Oyuncular (Theo Angelopoulos, 1975)
Theo Angelopoulos, birçok eleştirmen tarafından en iyi Avrupalı film yönetmenlerinden biri olarak kabul edilir. Eternity and a Day / Sonsuzluk ve Bir Gün (1998) yönetmenin en eleştirel beğeni toplayan filmi olsa da, Gezgin Oyuncular en iyi başarılı filmdir. Bu dört saatlik bir filmden ziyade destandır, 20. yüzyıl Yunan tarihine bir bakış niteliğindedir. Film, 1939’dan 1952’ye kadar ünlü Golfo oyununu sahneye çıkarmaya çalışan bir grup Yunanlı gezici aktörünün trajik maceralarını anlatır.
İnsan ırkları ve aile üyeleri arasındaki ilişkiler üzerine yapılan olağanüstü bir çalışma ile kaleme alınmış, filme çekilmiştir. Bununla birlikte, Gezgin Oyuncular Yunanistan ve yunan tarihi hakkındaki en önemli film olarak bilinmektedir. Yeni Yunan Sineması’nın başyapıtı olan Gezgin Oyuncular, izleyicilerini hala sansasyon yaratan bir film olan küresel sinemada yerini korumaktadır.
Rembetiko (Costas Ferris, 1983)
“Rembetiko”, bir Yunan halk müziği türünün adıdır. Rebetiko filmi, rebetiko şarkıcısı Marika Ninou’nun hayatına dayanmaktadır. 1917’den 1956’ya kadarki Yunanistan’ın hikayesini benzersiz bir şekilde anlatır. Rembekito” nun filmin müziği bu filmin en güçlü öğesidir. Müzik, rembetiko şarkıcısının dayandığı zorlukları, sevinçlerini, sevdiklerini ve hayatta kalma mücadelelerini ahenkli bir şekilde anlatır. Rembetiko, Yunan müziğiyle ilgili en iyi film olarak tanınır.
Taxidi sta Kythira / Kitera’ya Yolculuk (Theo Angelopoulos,1984)
Kythera’ya yolculuk, Yunan iç savaşından sonra sürgün edilmiş olan yaşlı bir adamın (Manos Katrakis) evlenmesini anlatır. Sovyetler Birliği’nde yaklaşık 35 yıl geçirdikten sonra, yaşlı bir eş ve onu bekleyen yetişkin çocuklar bulmayı umut ederek geri döner. Kythera’ya yolculuk esrarengiz, bazen sinir bozucu bir filmdir, ancak birçok yönden bu, yolculuğun kendisine yakışır. Geçmiş imkansız bir destinasyondur, tıpkı Kythera adasında olduğu gibi.
Eternity End A Day / Sonsuzluk ve Birgün (Theo Angelopoulos,1998)
Alexander, edebiyat çevrelerince tanınan, bilinen ve sevilen usta bir yazardır. Aniden yakalandığı kurtuluşu olmayan bir hastalık, tüm hayatını gözden geçirmesine sebebiyet verir. Geçmişi hatırladıkça kendini yeniler ve kimliğini hatırlamaya başlar. Alexander, kendi ölümüne yaklaşırken, yeni bir kimlik kazanmaktadır.
Yunanistan’ın çıkardığı en büyük yönetmenlerden biri olan Theodoros Angelopoulos’un bol ödüllü filmi Sonsuzluk ve Bir Gün, yarıştığı sene Altın Palmiye ödülünü almaya hak kazanmıştır. Filmin halen karşımıza çıkan müzikleri de sinema tarihinde iz bırakmış, filmin final sahnesi hafızalara adeta kazınmıştır.
The Suspended Step of the Stork / Leyleğin Geciken Adımı (Theo Angelopoulos, 1991)
Genç bir gazeteci, sınır bölgesinde bir hikaye üzerinde çalışırken, aynı zamanda ulusal sınır olan bir nehrin ikiye böldüğü bölünmüş bir şehri keşfeder. Dünyanın sonunda neredeyse unutulmuş hayalet bir kasaba olan şehir, halk tarafından “bekleme odası” olarak adlandırılır, çünkü sakinlerinin çoğu, bir süre ya da başka bir zamanda yasadışı yollarla farklı ülkelerden gelen mültecilerdir.
Gazetecinin araştırması sırasında orada tarla yetiştirmek için yaşayan, münzevi bir mülteci karşısına çıkar. Ancak genç gazeteci, yıllar önce ortadan kaybolan, pek çok cevapsız soruyu geride bırakan ünlü bir Yunan siyasetçisi olduğuna inanır. Adamın kimliği asla çözülemez. Theo Angelopoulos, çalkantılı çağımızın büyük soruları üzerine bir başka şiirsel alegori daha örmüştür. Film, Doğu Avrupa ve eski Sovyetler Birliği’ndeki komünizmin çöküşünden bu yana sınırları, mültecileri ve değişen dünyayı ele almaktadır.
Dogtooth / Köpek Dişi (Yorgos Lanthimos, 2009)
Üç yetişkin çocuk, ebeveynlerinin izole evlerinde, dış dünyayla neredeyse hiçbir teması olmadan yaşamaktadır, ebeveynlerine göre, bir çocuk, yalnızca köpek dişi düştüğü zaman evden çıkmaya hazırdır. Gerçekleri, ebeveynlerinin onlar için gerçeklik olarak tanımladıkları şekilde algılamaktadırlar.
“Dogtooth”, aile arketipleri için geleneksel olmayan, çok boyutlu bir psikolojik mecazdır. Sadece Yunan ailesi için değil, herhangi bir aile içinde geçerlidir. Sonuçta, film gerçekliğin öznelliği, aşinalık gücü ve özgürlüğün gücü ile içgüdüleri ve öğrenilen davranış arasındaki ilişki hakkında sorular sorar. Yunan Tekinsiz Dalgası’nı doğuran filmi ile Yorgos Lanthimos, modern Yunan sinemasına dikkatini çekerek, en az bir kez izlemeye değer bir şaheser yaratmıştır.
Plato’s Academy / Platon Akademisi (Filippos Tsitos, 2009)
Stavros, Alzheimer hastalığından muzdarip olan annesiyle yaşayan, bir mini market dükkanı sahibidir. Her gün dükkanının dışında takılmak, klasik rock müzik dinlemek, futbol oynamak, Stavros ve arkadaşlarının günlük yaşamını oluşturur. Yabancıları sevmiyorlar ve Atina’nın değiştiğini kabul etmeyi reddediyorlardır. Bir güne Stavros, Arnavut olabileceği haberi karşısında şok olur.
“Platon Akademisi” sadece Yunan halkının yabancı düşmanlığı hakkında bir film değil, değişim, kimlik ve arkadaşlık hakkında çok insancıl bir filmdir. Yönetmen Filippos Tsitos, karakterlerinin özelliklerini (hem iyi hem de kötü olanları) incelikle işlemişti. Dayanabileceğinden daha hızlı değişen bir şehri sinemaya taşımıştır.
Strella A Woman’s Way / Kadının Fendi (Panos H. Koutras, 2009)
Yorgos, birini öldürdüğü için 14 yıl hapis yattıktan sonra serbest bırakılır. Atina’da özgür bir adam olarak geçirdiği ilk gecesinde, seks işçiliği yapan trans kadın Strella ile tanışır ve ikisi de birbirine aşık olur. Yorgos, yeni bir başlangıç yapmak istemektedir ve cevaplarını bulmak için geçmişine doğru bir yolculuğa çıkmak zorunda kalır. “Strella” (Stella ismiyle Yunanca çılgınlık anlamına gelen trela -τρέλα-) romantik bir filmdir. Filmin asıl gücü, Yunan toplumunda çok normalmiş gibi bir erkek ile transseksüel bir kadın arasındaki ilişkiye yaklaşmasında yatmaktadır.
Mikra Anglia / Küçük İngiltere (Pantelis Voulgaris, 2013)
Orsa ve Moscha, 1930’larda Yunan adası Andros’ta yaşayan iki kız kardeştir. Orsa gizlice bir teğmen olan Spyros’a âşıktır, fakat annesi, onun yerine kaptan Nikos’la evlenmeye zorlar. Spyros, Moscha ile evlenir ve aile ilişkileri karmaşıklaşmaya başlar. “Küçük İngiltere”, Ioanna Karystiani’nin aynı adlı romandan geçen yüzyılın en tanınmış Yunan yönetmenlerinden Pantelis Voulgaris tarafından uyarlanır.
Film, kadın özyönetimi etrafında şekillenen bir dönem dramıdır, kadınlar arasındaki ilişkinin farklı renklerine yaklaşmaya çalışarak, tutku ve şiddet ile karakterize edilen bir anlatı oluşturur. Filmin sinematografisi, özellikle dalgaların yoğun kullanımı, zaman zaman huzurlu, bazense çalkantılıdır.
Miss Violence / Şiddet Güzeli (Alexandros Avranas, 2013)
11. yaşını doldurduğu gün Angeliki bir balkondan atlar. Polis, kızı intihar etmeye iten nedenleri araştırmaya çalıştıkça, ailenin ahlaki cephesi dağılmaya başlar ve özünde çürümüş itici bir aile gerçeği ortaya çıkar. Alexandros Avranas, şiddetin şiddeti: cinsel istismar, aile içi şiddet, psikolojik şiddet, vahşeti ve etkileri hakkında sosyal bir film meydana getirir. Yönetmen, aileden topluma, şiddet ve ikiyüzlülüğü tartışarak özlü bir film yaratmayı başamıştır. Kapalı kapıların diğer tarafında yatan şey genellikle korkutucu ve bu nedenle artık görmezden gelemeyeceğimiz kadar gerçektir.
The Lobster / Istakoz (Yorgos Lanthimos, 2015)
Sadece çiftlerin yaşadığı bir distopya, David, karısı onu terk ettikten sonra, bekar insanların kendilerine sevgili bulmak için 45 günlük bir süre verilen bir Otel’e transfer edilir. Başaramazlarsa seçtikleri bir hayvana dönüşeceklerdir ve David’in seçimi bir ıstakoz olmak olur. Sevgi ve yalnızlık hakkında bir alegori olan “Istakoz”, insanların sosyal olarak kabul edilebilir ilişkiler kurma yetenekleri veya yetersizlikleri ile tanımlandığı modern bir dünyada arkadaşlık arayan çaresizliği tartışıyor.
Teknik olarak tam bir Yunan filmi değildir, bir Yunan yönetmeni ve bir Yunan senaryo yazarı tarafından hayata geçirilse de uluslararası oyuncu kadrosuyla Yunan, İrlanda, Fransız, İngiliz ve Hollanda yapımı, The Lobster sadece Yunanlılar için değil aynı zamanda Dünya sineması için, Yorgos Lanthimos’un neden bugün çalışan en değerli Yunan yönetmenlerden biri olarak kabul edildiğini kanıtlar niteliktedir.
Plateia Amerikis / Amerika Meydanı (Yannis Sakaridis, 2016)
Billy ve Nakos, bütün hayatlarını Atina’nın merkezindeki Amerika Meydanı’nda geçiren çocukluk arkadaşlarıdır. Billy, yeraltı dünyasına katılan göçmen bir şarkıcı Tereza’ya aşık bir dövme sanatçısıdır. Öte yandan Nakolar, mahallesinin meydanının son yıllarda çarpıcı biçimde değişmesini, göçmenler ve özellikle Suriyeli mülteciler için bir sığınağa dönüşmesini kabul edememektedir.
Tarek, umutsuzca kızıyla birlikte Almanya’ya kaçmanın bir yolunu arayan Suriyeli bir mültecdir. Yannis Tsirbas’ın “Victoria Varolmuyor” adlı romanına dayanan “Amerika Meydanı” ırkçılık hakkında bir filmdir. Karakterlerini, “yanlış yapanları” bile, anlamaya çalışır ve kibar davranır, ancak onları haklı çıkarmadan, sahneyi kurar.