Yaşamın Kıyısında: Ölüm

Yazan: Derya Vural

2007 Cannes Film Festivali’nde kazandığı “En İyi Senaryo Ödülü” dahil uluslararası alanda birçok ödülün sahibi olan Yaşamın Kıyısında, Fatih Akın’ın aşk, ölüm ve kötülük üçlemesinin ikinci filmi. Film, Almanya ve Türkiye ile ilişkili, öykü çizgileri birbiri içine geçen altı karakter üzerinden ölüm, kültür ve kuşaklar arası çatışma konularına değiniyor. Yaşamın Kıyısında, yer yer Türkiye’nin siyasal ve toplumsal tarihine de temas ediyor. Hanna Schygulla ve Tuncel Kurtiz gibi uluslararası alanda tanınan usta oyuncular, filmde önemli karakterlere hayat veriyor.

Filmde bölümler birbirini kronolojik olarak takip etmiyor. Ölümlerin önceden belirtilmesi ve diğer bölümlerdeki olaylarla ilgili işaretlerin verilmesi bölümler ve karakterler arasında bütünlük algısının oluşmasına katkı sağlıyor.

Rastlaşmalar sonucu gelişen ilişkiler ve yaşanan ölümlerin karakterlerimizin hayatında meydana getirdiği değişiklikler filmin esas konusunu oluşturuyor. Akın, giriş diye adlandırabileceğimiz ön kısımdan ve iki bölümden oluşan filmde bölüm başlıklarını, bölümde ölecek karakterleri belirtecek şekilde seçiyor. Karakterin ölümünün daha karakterle tanışmadan önce belirtilmesi, seyircinin; diğer karakterlerin ölüm sebebiyle yaşayacağı değişimlere odaklanabilmesini sağlıyor.

*Yazının bu bölümden sonraki kısmı filmle ilgili sürpriz bilgilere yer vermektedir*

Yeter’in Ölümü

İlk bölümde Yeter’le (Nursel Köse) tanışıyor ve daha sonrasında ölümüne şahit oluyoruz. Yeter’i yakından tanımaya başlamamız, Ali’nin (Tuncel Kurtiz) kendi yalnızlığına derman olması amacıyla, genelevde tanıştığı Yeter’e sürekli olarak yanında yaşaması ve sadece onunla cinsel ilişkide bulunması için para teklifinde bulunmasıyla başlıyor. Yanına taşınan Yeter’e karşı ilk başlarda kibar ve açık olan Ali, zamanla kabalaşmaya ve üzerinde tahakküm kurmaya başlıyor.Yeter’in seks işçisi olması sebebiyle herkesle sürekli cinsel ilişkiye girme potansiyeline sahip olduğu kanısına sahip babası, oğlunu bile bu sebeple sürekli tehdit olarak görüp bu korkusunu tartışma konusu haline getiriyor. Ali’nin bu zihniyeti, aslında yanında para karşılığı kalan ve neticesinde “işçi” diyebileceğimiz Yeter’e karşı işçi ve insan hakları anlayışının gelişmediğinin göstergesi olarak filmde sunuluyor. Bu tahakküm isteğinin son noktası ise, yaşadığı kabalığa dayanamayan Yeter’in evden gitmek istediğinde, istifa etmek istediğinde, Ali’nin Yeter’in gitmesini engellemek için tokat atmasıyla başını çarpıp ölmesiyle gerçekleşiyor.

Alman üniversitesinde profesör olan, Almanya’da yetişen oğlu Nejat (Baki Davrak), babasının Yeter’i öldürmesi üzerine babasından uzaklaşarak İstanbul’a gitmeye karar veriyor. İlk andan itibaren babasıyla sohbetinde, iletişiminde zaman zaman farklı bakış açılarına sahip olduğunu gördüğümüz baba-oğul ilişkisine, babasının bu davranışı son noktayı koyuyor. Trabzonlu olan babasıyla hem kültür hem de jenerasyon farklılığına sahip olan oğlu, babasının bu son davranışıyla “benim katil bir babam olamaz” diyerek babasıyla arasına mesafeyi koyuyor ve İstanbul’a taşınmaya karar veriyor. Yeter’e zarar veren babasının aksine Yeter’in kızına yardım etmek isteyen bir karaktere sahip Nejat; filmin sonunda her şeye rağmen kendisini her şeyden çok severek büyüten babasını, değerlerini geri plana atarak ziyarete gidiyor. Bu kapsamda Nejat’ın kendi değerleri ve babasıyla arasında kaldığı içsel bir yolculuk izliyoruz.

Lotte’nin Ölümü

Filmde ölüm olgusu en çok, Lotte’nin (Patrycja Ziółkowska) ölümü ile annesi Susanne üzerinde etki doğuruyor. Öncesinde Ayten’e (Nurgül Yeşilçay) karşı mesafeli olan ve Lotte’nin artık ilgilenmeyi bırakmasını istediği Ayten’in, kızının ölümü ile Lotte’nin isteklerine yöneldiğini ve Ayten’e yardım ettiğini görüyoruz.  Lotte’nin “birinin sonunda bana ihtiyacı var” temellendirmesi üzerine kurduğu Ayten’e yardım etme isteğine karşı duruş sergileyen annesi, okuluna devam etmesi ve Ayten’e yardım etmeyi bırakması gerektiğini düşünüyordu. Ancak ölümüyle birlikte annesi, Lotte’nin isteklerine ve çabasına odaklanıyor ve Ayten’e yardım etmeye karar veriyor. Belki Lotte’nin ölümü ile artık Lotte için iyi gördüğü yaşam hayalinin önemsizliğini fark ediyor. Belki de kızının günlüğündeki yazıları okuduktan sonra kızının hayatta nasıl ilerlemek istediğini gerçekten anlıyor ya da kızı için bütün endişelerini kenara koyduğunda asıl önemli olanın kızının hayatta ve mutlu olduğunu fark ediyor ve Ayten’e yardım etmeye karar veriyor.

Arka Plan

Göçmen Türk bir ailenin Almanya’da yetişen oğlu olan Fatih Akın, yönetmen ve senarist rolünü üstlendiği filminde diğer filmlerinde de değindiği gibi Alman ve Türk toplumunun kültürel çatışmalarına yer vermektedir. Bu kapsamda, Lotte’nin Türkiye’ye gelip kenar mahallelerde dolaşırken öldürülmesi ile bireyin toplumla yaşadığı en büyük çatışmayı gözler önüne seriyor.

Filmin başlarında, komiserin (Nejat İşler) Kürt çocuklarının aç ve eğitimsiz oldukları için suça sürüklendiklerini belirtmesiyle Lotte’nin ölümünün toplumsal boyutu ortaya konuyor. Lotte’yi öldürenlerin Kürt olup olmadıklarını bilmiyoruz ancak kenar mahallelerde eğitimsiz ve dar gelirli çocukların yoğunluklu yaşadığı ve suç oranlarının yüksek olduğu bir gerçek. Filmde de bu gerçek Lotte’nin ölümüyle acı bir şekilde ortaya koyuluyor.

Farklı bir topluma göç etmek hele ki zorunluluktan, ekonomik ve siyasal nedenlerle yapıldığında göç, kişinin içinde doğup büyüdüğü değerler ile göç ettiği toplum arasındaki normlar arasında çatışmalara sebebiyet verebiliyor. Akın, filmlerinde özellikle Türkiye’den göçen birinci ve ikinci kuşak Türk’lerin iki kültürü de zamanla içerisinde nasıl barındırdığına, Alman ve Türk toplumlarıyla çatıştığı noktalara yer veriyor. Bu kapsamda Ali karakteri filmdeki önemli örneklerden biri. 

Ali karakterini Almanya’da bulunan genelevler sokağında seks işçisi Yeter ile ilişkisi üzerinden tanımaya başlıyoruz. İlk başta birbirlerini Alman sanmaları sebebiyle daha rahat davranan Ali, Yeter’in aslında Türk olduğunu öğrenmesi üzerine gayriihtiyari utancını dile getiriyor. Bu durum kendisiyle cinsel ilişkiye girmesine engel olmuyor ancak ilk tepkiyi vermekten de kaçınamıyor.  Alman toplumuyla adaptasyon sürecinde Türklerin, karşı tarafın Alman veya Türk olmasına göre geliştirdiği davranış biçimine ilginç bir örnek oluyor. Diğer bir örnek ise, Yeter’in seks işçisi ve Türk olduğunu öğrenen iki adamın, Yeter’in “Türk ve dolayısıyla Müslüman” olmasını sebep gösterip bu işi bırakmasını “tövbe” etmesini yoksa “seni bir daha bu alemde görmeyeyim, yazık olur sana” diyerek tehditte bulunmasıyla ortaya konuluyor.

Türkiye’de yaşasalar yüksek ihtimalle genelevleri teker teker gezip “Türk ve dolayısıyla Müslüman” olanlara karşı bu tarz bir uyarıda bulunmayacak insanlar, Almanya’da bu tarz bir uyarının yapılması gerektiğine ilişkin düşünceye ve hadde sahip olduğu inancındalar. Zorunlu göç sonucu gurbette yaşayan kişilerin Almanya’da aidiyet hissettikleri bir kültürü bulamamaları sonucunda “Türklük” düşüncesini ve kültürünü yaşatmak için belli davranışlar geliştirebiliyorlar. Bu da neticesinde Almanya’da yaşayan Türklerin, Türk toplumuna bakışıyla, Türkiye’de yaşayan Türklerin bakışının ayrıştığı noktayı gözler önüne seriyor

Filmde Akın, yer yer Türkiye’nin kanayan sorunlarından da bahsediyor. Ayten’in kocasının ’78 Maraş katliamında öldürülmesi sonucunda Almanya’ya gelmesi, Kürt çocuklarının aç ve eğitimsiz olması, kültürel yozlaşma ve otopark mafyaları sebebiyle yıkık duran evler gibi yer yer önemli problemlere yer veriliyor. Bu kapsamda film, yaralarımızın unutulmamasını sağladığı ve politik bir söyleve kaçmadan eleştirisinin yapıldığı iyi bir yorum olarak karşımıza çıkıyor.

Filmde zaman zaman Kazım Koyuncu’nun “Ben Seni Sevduğumi” şarkısına yer veren Fatih Akın, filmin yapımı sıralarında hayatını kaybeden Kazım Koyuncu’yu da anmayı ihmal etmiyor.

Yorum Yapın

Bunlar da İlginizi Çekebilir