Woman at War
Benedikt Erlingsoon; Of Horses and Men filminden beş sona sonra karşımıza bu kez de Woman at War filmiyle çıkıyor. Cannes’ın açılışında görücüye çıkan eğlenceli mi eğlenceli film, bizleri İzlanda’nın doğasına davet ediyor. Filmin konusundan hızlıca bahsedecek olursak;
Halla (Halldóra Geirharðsdóttir) kendisini İzlanda’nın doğayı koruyan, anarşist ruhlu dağ kadını olarak isimlendirir. Woman at War, Halla’nın elektrik sistemlerine saldırısını gösteren ilk sekansı ve kaçarken köyde karşılaşıp onu kurtaran uzaktan kuzeni Sveinbjörn sahnesi ile (Jóhann Sigurðarson) başlar.
Daha ilk dakikadan bizleri içine alan Woman at War, birden karşımıza çıkan saksafonlu ve baterili absürt müzik grubuyla bizlere gittikçe eğlenceli bir film olacağının sinyallerini verir. Halla, İzlanda Hükümeti’nin verdiği bazı kararları doğru bulmayan ve bunu gizlice haberleştiği suç ortağı -ki kendisi hükümet için çalışıyor- Baldvin(Jörundur Ragnarsson) ile birlikte bozmaya çalışan, kafası kırık mı kırık, tatlı mı tatlı bir kadın. Hükümetin kurmaya çalıştığı sistemleri şehrin elektriğini keserek, halkın farkındalığını arttırmaya adamış Halla’nın bu amacı, artık beklemeyi kestiği bir haber ile sarsılır.
Günlük hayatında müzik dersleri veren dağ kadını, 4 yıl önce evlat edinmek için bir kuruma başvurmuştur. Gelen haber onu hem çok mutlu eder hem de düşündürür. Neden mi? Çünkü Halla’nın çocuk edinmesi için artık bir engeli kalmamış ve sıra ona gelmiştir. Halla bunu önce çevresine sonra da çok sevdiği ve meditasyon dersleri veren ikiz kardeşi Asa’ya söylemek ister. Asa’ya bu güzel haberi verir ve ondan yardımcı anne olmasını ister. Çünkü artık ülkede aranan ve yapacak bir sürü işi olan bir kadındır. Asa evlat edinme durumuna çok sevinir fakat Hindistan’da bir tapınağa kabul edildiği için Halla’nın isteğini reddetmek zorunda kalır.
Halla tuttuğunu koparan ve isteklerinden fedakarlık vermeyecek kadar inatçı ve tutkulu bir kadın olduğu için hem dağlara çıkıp, hem de Rusya’dan evlat edineceği kıza bakabileceğini düşünür. Fakat küçük kızı almadan önce yapması gereken bir şey daha vardır. Dağları kendisinden daha iyi tanıyan Halla, kaçmakta o kadar başarılıdır ki hükümet işi artık özel teknolojik aletler sipariş ederek çözmeye çalışır. Durun, burada araya gireceğim. Halla’nın bilmediği bir koruyucu meleği var. Kim mi, dünyayı bisikletiyle turlamak isteyen ve her sokağa çıktığında bir şekilde siyahi olduğu için tutuklanan genç çocuk! Oraya sonra döneceğim. Kaldığım yerden devam ediyorum.
Dinlenmeyi engellemek için telefonlarını buzluğa koyan Halla ve Baldvin ikilisi bu durumun nereye kadar süreceği konusunda fikir üretmeye devam ederler. Fakat Baldvin Halla’nın suç ortağı olduğunun öğrenilmesinden, dolayısıyla da işinden olmaktan tedirginlik duyar ve Halla’ya artık durması gerektiğini söyler. Halla dinler mi hiç! Yakında kızını alıp mutlu olacaktır ama yapmayı kafaya taktığı şeyi de yapmadan duramaz.
Çünkü o bir dağ kadını. Baldvin’den habersiz evinin bodrumunda yazdığı manifestoyu bir üniversitenin çatısına sızarak, gökyüzüne saçar. Ortalık artık iyice karışmıştır. Hükümet ile dalga geçen tweetlerin hızla artması ve insanların durumun ciddiyetini fark etmesiyle olay tüm dünyayı ilgilendiren bir konuma ulaşır. Hükümetin bu suçu işleyen ile ilgili öğrendiği tek şey ise, tüm bunları yapanın erkek değil, bir kadın olduğudur!
Artık şehirde de korkusuzca dolaşan dağ kadını son bir hasar verip, Rusya’ya gitmeye karar verir. Dağda gözüne kestirdiği elektrik sistemine kalıcı bir hasar vermek isteyen Halla, bunu yaparken elini keser ve kanının yere damladığını fark etmez. Bu onun başına ciddi bir dert acacaktır. İstediği gibi sistemi bozan Halla havalimanına doğru yol alır. Havalimanına ulaştığı zaman fark eder ki hükümetin çıkardığı geçici bir yasa ile uçuş öncesi tüm yolcuların kanı alınmaktadır.
Hızla havalimanından uzaklaşmak isteyen Halla, televizyonda ikiz kardeşi Asa’nın yakalandığı haberi ile karşılaşır ve ne yapacağını şaşırır. Taksiye doğru yönelen dağ kadını, taksicinin onunla sohbetinden onun şüpheli olduğunu anladığını anlar ve taksiden iner. Kusup kendisini doğanın içine atan kadın, Rusya’daki kızın fotoğrafını öperek, onu çok sevdiği ve huzurla kokladığı çiçeklerin arasında gömerek tutuklanmayı bekler.
Yüksek korumalı bir hücrede karşımıza çıkan Halla’yı ziyarete gelen ikiz kardeşi Asa hücreye girdiği an ne tesadüfse elektrikler kesiliverir. İzleyicinin yüzüne tatlı bir gülümseme yerleştiren bu sahne ile ona kimin yardım ettiğini anlarız. Halla mı Asa mı, kim kim oldu yahu derken karşımıza çıkan müzik grubu bizleri kahkahalara boğar.
Filmin senaryosu sıradan diyebileceğimiz diyaloglar ve olay örgüleriyle dolu. (O kanın yere damlaması hiç sana yakıştı mı canım dağ kadını!?) Fakat oyunculuk ve İzlanda’nın kendisine has absürtlüğünün altından çok iyi kalkması, Woman at War’ı baya iyi bir film yapıyor.Filmin en keyifli anları ve filmi ayrı bir yere koydurtan detay ise, karakterlerin ruh durumuna göre duyduğumuz değil gördüğümüz müzik grubu. Her defasında ekranda kendilerini aradığım donuk ama inanılmaz komik müzik grubu filmin olay örgüsüne o kadar yakışmış ki Woman at War’ın çıtasını yükselttikçe yükseltiyor.
Bizleri kahkahaya boğarken ideolojik bir gönderme de yapan Woman at War, iktidarın kitle iletişim araçlarını nasıl kullandığını, devletin şiddetini ve ayrımcılığını absürt ve etkileyici bir şekilde bizlere göstermekten de hiç kaçınmıyor. Film boyunca belli sebeplerle -ki genel o sebepler suç teşkil eden sebepler değil- tutuklanan siyahi gezgin, İzlanda’nın yabancılardan ne kadar korktuğunun en büyük kanıtlarından. Kendi dünyasında her şeye yabancılaşmış bir hükümete komik bir yerden bakan Woman at War, son sahnesindeki düşündürücü sekansla gönülleri fethederek, bizleri zihnimizdeki fon müziğiyle baş başa bırakıyor.
Yönetmen hakkında daha fazla bilgi için Benedikt Erlingsson