Hakkında bir şeyler söylenmesi, yazılması ve ifade edilmesi en zor isimlerden biri şüphesiz ki yazar, çevirmen ve akademisyen kimliği ile bilinen Ulus Baker’dir. Aslında onu anlamak için çaba göstermememiz gerektiğini yine onun cümlelerinden anlıyoruz. Baker’e göre insan her şeyi anlamak zorunda değil. “Anlamak yalnızca dünyayla ilişkimizin bir düzeyinden ibaret, tümü değil” diyor. Dünya ile ilişkimizin penceresinden baktığımızda gördüklerimiz üzerinden Ulus Baker’in sinema hakkında fikirlerini incelemek ve bir şeyler yazabilmek en kolay olanı sanırım.
Genç yaşta kaybettiğimiz Baker’in birçok yazılı eseri bulunmaktadır. Bunlardan benim için en önemlisi, sinema yazılarından ve ders notlarından derlenerek oluşturulan, bir nevi yazıların, sözlerin ve elektronik kayıtların montajı ile hazırlanmış olan “Beyin Ekran” kitabıdır. Kitabı derleyen Ege Baransel, Ulus Baker’in ODTÜ’de verdiği Görsel Düşünme dersinin el yazısı notları, video röportajlar ve kişisel yazışma notlarını bir araya getirerek derlemeyi tamamlamıştır.
Aslında kitabı tek bir yazı ile anlatmak, tıpkı bir kez okumakla anlayacak olmak kadar zordur; ancak kendi ilgi alanlarımla alakalı olan şeyler, bu yazıyı oluşturmamdaki temel amaç olduğu için ben daha çok Ulus Baker ve Sovyet Sineması penceresinden bir inceleme yapacağım. Bu incelemeye başlamadan evvel şunu belirtmekte fayda var: Beyin Ekran üç ana bölüme ayrılmış bir kitap. İlk bölümü Minör-düşünce: Zaman-imaj veya Video-imaj: Godard, Bresson, Tarkovksi; ikinci bölümü Montaj-düşünce: Şok-imaj: Eisenstein, Yılmaz Güney, Lanzman; üçüncü bölümü ise Aralık-düşünce: Rizom imaj: Vertov ana başlıkları oluşturmaktadır.
Bu yazımda Ulus Baker’in Beyin Ekran kitabındaki notlarından yola çıkarak Eisenstein özelinde Sovyet sineması ve montaj kavramı incelemesini ele alacağım.
Eisenstein’ın montaj üzerine yazdıklarını okuyan Baker, Zola edebiyatını Tolstoy’u ya da resim alanında El Greco’yu tartışırken sinemanın esas itibari ile “montaj” olduğunu söylemekle kalmıyordu. Savunduğu görüş bunun aksiydi. Eisenstein’a göre montaj yalnızca sinemanın içinde var olan bir kavramdı. Edebiyatta, resimde, müzikte ne de herhangi bir sanat dalında montaj yoktu. Baker’e göre Eisentein Zola’yı, Tolstoy’u, El Greco’yu ya da Leonardo’yu “romancı”, “ressam” gibi terimlerle anmamıştı. Onlar üzerinde görüş bildirirken “montajcı” ifadesini kullanıyordu. Sinema öncesinde, sinemayı bekleyen montajcılardı tüm bu isimler. Belki sinema denen bir sanat yoktu ancak ifadelerini şu ya da bu alanda gerçekleştirmiş kişiler olarak her daim var oldular…
Yani montaj her zaman vardı ve gerçekleşmek, kabuk bulmak için sinemayı bekliyordu.
Kurgu bayrağını Griffith’den devralan Eisenstein, “diyalektik-organik montaj” dediği yöntemle, Griffith’in başvurmaya kalkışmadığı felsefe, sosyoloji, fizyoloji ve yöntembilim gibi pek çok alandan faydalanmıştır. Peki Eisenstein neden bu kadar derin ve karmaşık kuramsal çözümlemelere başvurmak durumunda kalmıştı? Ulus Baker’e göre bunun iki nedeni vardır: Eisenstein, sinema ile tanıştıktan sonra onu sevmekle kalmayıp, bütün gücü ile girmek ve hâkim olmak istedi. Kendine ait olan “montaj” kuramlarını ilk denediği alanın tiyatro olması bunun bir göstergesidir. İkinci neden ise o yıllarda devrim ateşi henüz soğumamış olan bir ülkede, sanat yapmanın getirdiği zorluklardır. Avrupa sinemasında “Sinemayı sanat yapacak olan şey nedir?” gibi rahat sorgulamalar, Sovyetler Birliği’nde, yapılan şeylerin açıklanması ve hesabının verilmesi gibi karşılıklara denk geliyordu.
Ulus Baker’in Eisenstein üzerinde değerlendirmeleri “Eisenstein: Herhangi, Olağan, Dikkate Değer” başlığı altında devam eder. Eisenstein’ın Griffith’e iki itirazı vardır: Griffith filmlerinde toplamın ayrıştırılmış parçaları kendiliklerinden verili gibi durmaktadır (bu noktada pastırmanın içindeki etli ve yağlı kısımların ayrı ayrı durmasını örnek olarak göstermektedir). Zenginler-fakirler, Siyahlar-Beyazlar, iyiler-kötüler gibi ayrı parçalar ve bunların temsilcileri bireysel kalan düelloların içindedir. Yani Griffith -örneğin zengin ile yoksul- fenomenlerin birbirlerinden ayrı birer parça olduklarını anlayamıyor. Aslında her iki fenomen de “toplumsal sömürü” altındaki ortak bir nedenin sonucudur.
Bu eleştiriden yola çıkarak Eisenstein’ın Griffith’e olan eleştirilerinin yalnızca bir tarih yorumu ya da bir ideolojiye yönelmek kaldığını düşünebiliriz. Ancak Eisentein’ın eleştirileri bununla sınırlı kalmıyor, paralel ve yakınsak montaj tekniği de eleştiriden nasibini alıyordu. Eisenstein için Grifftih’in montaj anlayışı oldukça deneyseldi. Montajın oluşturacağı bütünlük dışsal parçaların bir araya getirilmesi ile oluşturulmuştu.
Ulus Baker, ders notlarında ve yazışmalarında Eisenstein’dan bahsederken Potemkin Zırhlısı filmine değinmeden geçmez. Griffith’e olan Eisenstein eleştirilerinden biri, montajın parçalarının diyalektik ilişki ile olan eksikliğidir. Organizma ve parçaların diyalektik ilişkisi organik dev bir spiral olmalıdır. Bu, bilimsel ve matematiksel olarak kavranmalıdır (Eisenstein’ın mühendislik eğitimi aldığı düşünülünce avantajı ön plana çıkmaktadır).
Potemkin Zırhlısı filmindeki hareketin tersine döndüğü Odessa’daki yas anı organik spiralin kaynağı olan altın kesiti, yani toplamı eşitsiz iki ana kısma ayırmasına bir örnektir. Yine Potemkin Zırhlısı filminde görülen ve filmin en can alıcı sahnesi olan Odessa Merdivenleri sahnesi çıkış noktası ile son noktanın diyalektiğini anlamamızı sağlamaktadır.
Özet geçmek gerekirse Baker’e göre Eisenstein her şeyi yeniden kavramlaştırmaktadır. Yeni büyük planlar, yeni ivmeli montaj ve dikey monta; atraksiyonlar montajı; entelektüel bilinç montajı ve bunun gibi farklı yeni kavramlar…
Sadece felsefe ve sosyoloji alanında değil, sinema alanında da geniş bir bilgi ağına sahip olan Ulus Baker, üstün yorumlama yeteneği ile Sovyet Sineması ve Sergei Eisenstein’ın kurgu kavramına farklı bir pencereden bakmayı başarmıştır. Bugün birçok farklı kitapevinde yeni baskılarını bulabileceğiniz Beyin Ekran kitabı, her ne kadar zor bir dile ve anlatıma sahip olsa da (eserin derleme bir eser olduğunu unutmayalım) bana göre sinema tarihi içinde oldukça önemli bir yer tutmaktadır. Elbette bu geniş kitabı 2-3 sayfada anlatabilmek mümkün olmayacağı için yazımı Sergei Eisenstein ve Dziga Vertov olmak üzere iki büyük yönetmene göre böldüm. Sovyet sinemasının kendi içinde yaşadığı sıkıntılar ve ortaya çıkan montaj tartışmasını anlayabilmek için hem Eisenstein hem de Vertov’un içselleştirdiği kavramları ve yenilikleri incelemek, sürekli yeni denemeler yapmış olan bu iki sinemacıyı anlamamızı kolaylaştırmaktadır. İşte Ulus Baker’in Beyin Ekran kitabı, bu tartışmayı analiz edebilmek adına elimizde bulunan en iyi Türkçe kaynaklardan biri olarak öne çıkmaktadır .