Sanat dalları, birbirlerinden, birbirlerinin yöntemlerinden yararlanırlar. Selvi Boylum Al Yazmalım, bu yardımlaşmanın bir ürünüdür. Sinema ve edebiyat arasındaki ilişkiye güzel bir örnektir. Selvi Boylum Al Yazmalım, Cengiz Aytmatov’un aynı adlı romanından uyarlamadır. “İyi bir uyarlama, asıl eserin özünü ve sözünü yeniden kurabilmelidir.” der Andre Bazin, Sinema Nedir? adlı kitabında. Selvi Boylum Al Yazmalım da tam bu kurala göre çekilmiş bir filmdir bana kalırsa. Romandan adaptedir ve sinema dili oldukça güçlüdür. Atıf Yılmaz yönetmenliğindeki film, 1977 yapımıdır ve filmin senaryosu Ali Özgentürk imzalıdır.
Filmin daha ilk dakikalarında, henüz jenerik akarken kepçeleriyle vinçleriyle inşaat işçileriyle birlikte bir inşaat görürüz. Bu inşaatın bir baraj olduğunu ilk diyaloglar sayesinde, Asya’nın annesinin öfkeli sözleriyle anlarız. Atıf Yılmaz, bunu öğretmeyi filmin bir köşesine yazarak değil, daha ilk diyalogla sağlayınca bir kez daha hayran oluruz ona. Film, o dönem Adana’nın ilçesi olan Osmaniye’de çekilmiştir. İlyas’ın çalıştığı baraj da yine Osmaniye’de yer alan Aslantaş Barajı’dır hatta. Selvi Boylum Al Yazmalım öyle bir filmdir ki, ufak detay ve hissettirdikleriyle Türk sineması seyircisinin “Aşk filmi” denilince aklına ilk gelenlerden biri olur. Peki, Atıf Yılmaz bu başarıyı nasıl sağlamıştır?
Film, baştan başa gerçekçi analizler ve psikolojik tahliller içerir aslında. Sırrı budur. Daha ilk sahneden Asya’nın nasıl bir hayat yaşadığına dair düşündürür bizi. Annesi yüzüne karalar çalsa da hemen yakınındaki suya gider Asya, temizler yüzündeki kirleri. Beğenilme arzusu, sevilme hevesi vardır içinde, hisseder bunu seyirci. Asya, geleneklere başkaldıran biridir aynı zamanda. Annesiyle daha ilk konuşmasında öğretir bize bunu. Siyah yazmasını kırmızısıyla değiştirir. Daha ilk dakikalardan çözeriz Asya’nın ruh halini. Ardından, kamyonun ıslatılma sahnesiyle İlyas çıkar karşımıza. “Bize bulaşma.” olur ilk cümlesi. Biz diye kastettiği kamyonu ve kendisidir. Kamyonun onun için önemi onu gördüğümüz ilk dakikalarda verilir. Ardından bu düşüncemizi destekleyen bir olay daha olur. Baraja kum taşıma işini almak istemez kamyonu kirlenmesin diye. İş başa düşünce yola koyulur, gelişen her şey İlyas’ın Asya’yı bulması içindir.
Ve ilk karşılaşma…
Selvi Boylum Al Yazmalım’da karakterler çok gerçekçidir, oyuncu seçimi oldukça başarılıdır. İlyas rolüyle karşımıza çıkan Kadir İnanır’ın boyuyla posuyla duruşuyla gerçekten bir kamyon şoförü olduğuna kaptırırız kendimizi. İlyas’ın İstanbullu olduğunu biliriz, 34 plakalı kamyonu sayesinde seyirciye iyice işlenir bu bilgi. En kıymetli varlığıdır kamyonu. Ömrünü yollarda, kamyonuyla geçirmekte olan bir adamdır İlyas. “Arkadaşım” diye seslenir kamyonuna. Sadece Asya’nın yanındayken değil kamyonla tek başınayken de kullanır bu ifadeyi. Böylece, iyice inanırız kamyon ve İlyas arasındaki dostluğa. Sempatik tavırlarıyla fetheder Asya’nın kalbini. “Erkekten korkmayı öğrettiler bize, bundan hiç korkmadım.” diyerek konuşur Asya kendisiyle, hevesini ve şaşkınlığını görürüz gözlerinde.
İlgiden memnundur Asya. “Sevgi iyilikti, sevgi emekti.” gibi aklımıza kazınan replikleri içermesinin yanı sıra; bakışların, beden dilinin, jest ve mimiklerin kullanımı da oldukça başarılıdır. Çekim, sinema dilinin temel araçlarından biridir, bu konuda da Atıf Yılmaz, yakın çekimin sinema diline katkılarından faydalanmıştır. Seyirciyi o dünyaya sokabilme, inandırma konusunda sinemanın sihri, kamera hareketleridir sonuçta. Yakın planlarla psikolojik olarak bizi o ambiyansın içine çeker bu sayede. Adeta alır götürür bizi Asya ve İlyas’ın yanına. Dâhil oluruz yaşadıklarına. Oyuncuları seyircilere yaklaştırmanın, seyirciyle iletişim kurmanın güzel örneklerini görürüz. Birbirlerine olan hayranlıkları, beğeni duyguları aktarılır. İlyas’ın Asya’ya yoğun ilgisi, Asya’nın korku ve kuşkusu yakın planlarla hissedilir. Karakterlerin birbirine söylemedikleri, bir iç döküntüsü olarak seyirciye verilir. Karakter içinden geçenleri karşısındakiyle değil seyirciyle paylaşır böylece. Asya’nın İlyas’a dönmesiyle müzik girer devreye. Karşılaştıkları ilk dakika lakap takar İlyas Asya’ya.
İkili çekimlerde diyaloglar oldukça kısadır. “Susarak anlaşmak”tır Asya ve İlyas’ın yaptığı, bakışlarla anlamak. Filmde yoğun kullanılan iç sesler ve iç monologlar sayesinde duygu-düşünce aktarımı anlık olarak seyirciye geçer, aktif olarak düşündüklerini öğrenmemiz bizi onlara daha da bağlar. Gerçekliğin seyirciye yansıması çok zor olmaz böylelikle.
İlyas’la sözleştikleri günde, Asya’yı çiçekli elbisesiyle ve boncuklarla süslediği özenli saçlarıyla görürüz. Bu detay, içindeki beğenilme duygunun da bir dışavurumudur bence. Başında yine İlyas’ın aklında kalan al yazması vardır. İlyas, Asya’nın evleneceğini öğrendiğinde de öyle sempatik hareketlerle aklını çelmeye yeltenir ki, İlyas’ın çocuk ruhuna iyice hâkim oluruz. Asya da onun bu ruhuna arkadaş olur kamyonla konuştuğu sahnede. İkisi de içten içe bir sevgi besleseler de birbirlerine, endişeli düşünceleri aktarılır seyirciye. İlyas’a göre evin barkın olmaması, Asya’ya göre İlyas’ın şehirli oluşu. Vazgeçmeyi bile düşünürler çok kısa bir anlığına da olsa. Bu süre zarfında İlyas çok sevdiği uzun yola gitmeyi bile istemez, Asya’dadır aklı fikri. Bu isteksizliği iş yerinde problem olunca kamyonuna atladığı gibi Asya’nın evinin kapısında belirir.
İlyas anlık cesaretiyle, “Elinden tutuversem, benimle gelir mi?” diyen gözleriyle uzatır Asya’ya elini. İlyas’ın kapısına kadar gelip elini uzatmasıyla başlar asıl maceraları. Kurallar yıkılır, aşk engel tanımaz, yüreklerinin sesini dinler ikisi de. Dağlara, gökyüzüne, güneşe, keçilere, dereye, kaleye aşklarını haykırırlar. Asya’nın o eli tutmasıyla başka bir hayat bekliyordur ikilimizi. Baskıdan başka bir şey görmemiş olan Asya için özgürlük kapısı aralanır. İlyas’ın kamyonunda paylaştıkları vakitlerde yine yakın çekimler sayesinde aşkları, heyecanları, hevesleri seyirciye geçmiş olur. Asya’nın içinde küçük düşme korkusuyla dolu bir kız çocuğu vardır adeta. Atıf Yılmaz, iç konuşmalarla bu ürkek kişiliği hikâyenin içine iyice yedirir. İlyas, Asya’yı iş yerine bile götürür. Dostuna düşmanına ilan eder sevdiği kadını. Kamyondaki Aldırma Gönül yazısı Asya’dan sonra Al Yazmalım şeklinde değişir.
Aldırma Gönül yazısı aslında İlyas karakterine dair bir ipucudur. İlyas’ın boş vermişliğini, sorumsuz yapısını bir nebze de olsa hissettirmek ister gibidir bize. Zaaflarına yenik düşen bir adamdır aynı zamanda. Bu Dilek konusunda da böyledir, kamyonu konusunda da. Asya’dan sonra kamyondaki yazının da değişmesi İlyas’ın belki de “Ben değiştim.” demesinin kanıtı gibidir çevresindekilere, seyirciye.
Bunlar gibi ince detaylarıyla film, içinde güçlü bir doğallık ve inandırıcılık barındırır. Birliktelikleri Asya’nın ailesini bile ardında bırakmasına sebep olur. En mutlu günlerinde, düğünlerinde bile yanında olmaz kimi kimsesi. Filmin devamındaki yalnızlığının bir fragmanı gibidir düğün sahneleri. Çünkü ilerleyen dakikalarda görürüz ki, İlyas aslında hiç değişmemiştir. Çabuk bağlanan ve çabuk terk eden yapısını hissederiz. İlk görüşte Asya’ya tutkuyla bağlanmış olsa da öfkesine mağlup olarak onu ve oğlunu kolaylıkla terk eder. Bu durumda bile Asya kusuru kendisinde bulur. İlyas, boşluğa düştüğü ilk anda içkiye ve Dilek’e sığınır.
Karakterler de hiçbir zaman tam siyah ya da tam beyaz değildir Al Yazmalım’da. Belki çok kızdığımız Dilek, İlyas işi bırakmaya yelteğinde bir karısı ve bir çocuğu olduğunu hatırlatır İlyas’a. Asya’yı müdürün yanında olduğu gerekçesiyle İlyas’a şikâyet de eder, Asya’nın onları gördüğünü de söyler. İlyas’a bir çocuğu olduğunu üstüne basa basa hatırlatır. İlyas Asya’yı yarı yolda bıraktığında, günlerce belki haftalarca arayıp sormadığında değil de Dilek ve İlyas’ı birlikte gördüğünde terk eder Asya evini. En zor olan Asya’nın yaşadıklarıdır. İki kez kaçış yaşamıştır mesela Asya. Doğup büyüdüğü evden İlyas’a, aldatılmanın acısından bilmediği yollara…
Nereye gideceğini bilmeden, istediğinden değil mecburiyetinden yuvasını terk eder. Asıl şimdi çok daha zor durumdadır. Şanslıdır ki, Cemşit gibi bir adamla kesişir yolları. Cemşit’in desteğiyle hayata tutunur. Onun bilgisinden yararlanır. Cemşit, beklenildiği gibi bu güzeller güzeli kadına tutulur. Asya’nın yüreği hiçbir zaman terk etmez İlyas’ı. Onca şeye rağmen Samet’i de alır yine döner yuvasına. Ama İlyas çoktan gitmiştir. İkinci kez kırılır yüreği. “Onu bulsaydın hiç görünmeden gidecektim.” diyen Cemşit’tir yine en büyük desteği.
Sevgi en kısa tanımıyla, bir kişiye karşı duyulan ilgi ve bağlılıktır. Sevginin oluşabilmesi için belirli bir süreç gerekir. Cemşit, bu süreci öyle güzel değerlendirmiştir ki bunu içinde hiçbir art niyet barındırmadan yapmıştır. En muhtaç olduğu zamanda, Cemşit Asya’nın içini güven duygusuyla doldurur. Samet hastalandığında Asya ilk olarak Cemşit’e koşar mesela. Cemşit barınma sağlar onlara, özen gösterir, güven sunar. En önemlisi, Asya’nın en kıymetlisini, Samet’ini önemser, sever. Bir baba sorumluluğuyla korur, kollar, kol kanat gerer. Asya ve Samet’le gelecekleri adına içten içe hayaller kurar. Asya ve Samet’i ailesi bilir. Samet daha yürümezken salıncak kurar ona, boyar bile özenle, hem de kırmızıya. Cemşit’in “Ben sizinle bir gelecek istiyorum.” demesinin en güzel örneğidir kırmızı salıncak.
Bu düşüncelerini sözle değil hareketleriyle ifade eder Asya’ya. Kırmızı demişken filmin adından da bellidir ki, bu renk filmde oldukça sık kullanılmıştır. İlyas’ın kamyonu, Asya’nın yazması ve Asya’nın henüz hamileyken Samet’e ördüğü patik kırmızıdır. Çemşit’in Samet için aldığı çıngırak da boyadığı salıncak da… Kilim dokurken ve Cemşit’le nikâhında dahi, Asya’nın kırmızı giydiğini görürüz. Yoldan geçen bir kamyonu İlyas’ın kamyonu sandığında da kırmızı bir şal vardır üzerinde. İlyas eve döndüğünde ise Asya’nın al yazması vardır onlardan geriye. İlyas’ın Samet’e getirdiği oyuncak tabanca da kırmızı renktir.
Filmde müzik kullanımı oldukça güçlüdür. İlk karşılaşmalarında, İlyas Asya’yı kamyona davet ettiğinde, Asya İlyas’a ismini söyleyip evine koştuğunda Cahit Berkay’ın muhteşem bestesini duyarız kulaklarımızda. Müziğin kullanımı sahnenin derinliğini zenginleştirir. Samet Cemşit’e “baba” olarak seslendiğinde de aynı melodi vardır Asya’nın bakışlarında.
Zaman geçtikçe Samet büyür. Cemşit küçük Samet’e şarkı söyler, mandolin çalar. Masada hep birlikte yemek yiyen, neşeli, sıcacık bir aile vardır artık karşımızda. Asya’nın hırkasına, eteğine, çorabına, ayakkabısına, açık ve güzel saçlarına baktığımızda filmin başındaki Asya’dan çok daha iyisini görürüz aslında. Bunu hesaba kattığımızda, içinde kalan ve ona iyi gelen arasındaki seçimdir bir bakıma yaptığı. Cemşit, iyi gelmiştir Asya’ya. Eski çekingen Asya yerine eşiyle oturup türkü söyleyen, konuşan, paylaşan, olgun ve güçlü bir kadın olmuştur.
Hiç beklemediği bir anda, tesadüfler zinciriyle ile birlikte İlyas gelir evlerine, yaralı bir şekilde. İlyas’ı görmesiyle unuttuğunu sandığı aşkı tekrar alevlenir. Ama mümkün müdür bir araya gelmeleri? İlyas, ısrarla Samet’e ve Asya’ya yaklaşmak onları alıp götürmek istese de Samet babası olarak Cemşit’i bilmektedir. Karar verme yetkisi Asya’dadır artık. Gözlerimizi dolduran seçim sahnesi üstün oyunculuklar ile daha da anlam kazanır. Asya, İlyas ve Cemşit’in yakın planlarla gözyaşlarını gördüğümüz sahne yine iç konuşmalar ve müzik yardımıyla desteklenmiştir.
Asya, kendine ve oğluna yıllarca emek veren, onları hiç yüzüstü bırakmayan Cemşit’i seçer. Aklı ve gönlü arasında yaşadığı parçalanma, Türkan Şoray’ın üstün oyunculuk performansıyla seyirciye geçer. Gönlü bir noktada İlyas’a yönelse de bireysel tutkuları yerine sorumluluk duygusunun gücünü hissederiz. Samet’in elini tutana kadar ardına bakmamış olması belki de kararını değiştirmekten korktuğu içindir.
Kalbi İlyas’a, yüzü Cemşit’e dönük bir şekilde, yapabileceği en güzel haliyle bitirir bu sonu olmayan hikâyeyi. İlyas, al yazmayı kamyonuna bağlayıp onlardan uzaklaştığında ne olmuştur dersiniz?