Petzold ile ilk karşılaşmamın ve onun sinemasına hayran kalışımın üzerinden neredeyse bir on sene geçmiş… Ankara’da bir grup arkadaşımla görüştükten sonra, erken sayılacak bir vakitte herkes evinin yolunu tutmuştu. Ankara’yı bilen bilir, Ankara’da akşam, pek çok büyük şehre nazar daha erken olur. Ve Ankara’da mevsim kış, havada kararmışsa, tek istikamet evdir. O akşam, ben de mecburi istikamete yol alırken; bir afişle kendimi bir anda bu mecburi istikametin dışına buldum. O zamana değin, hiç âdetim olmayan bir eylemi yapıp yapmama karasızlığı içerisindeydim. Bu eylem; daha sonra bir ritüelim haline gelecek olan, tek başıma sinemaya gitmekti. Soğuk Ankara akşamında, mecburi istikametimi bozdum ve ritüelimin ilk seferini gerçekleştirdim. Böylece ilk kez tek başıma sinemada ve ilk Christian Petzold filmimi izlemiş oldum.
İzlediğim bu filmin adı ‘Barbara’ idi. Filmin konusundan kısaca bahsetmem gerekirse; Doktor Barbara, istemediği şehirde yaşamak zorunda kalan bir kadındır. Film boyunca Barbara’nın bu şehirden kurtulmak ve mutlu olmak adına verdiği mücadeleyi izleriz. Film ile benim o dönem içinde bulunduğum durum, oldukça paralellik gösteriyordu. Bir şehirde yaşıyordum, mutlu sayılırdım, arkadaş gruplarım birbirinden harika insanlardan oluşuyordu. Yaşadığım şehir olan Ankara’yı seviyordum; ya da buna inanıyordum. Ancak o zamanlar, uzun zamandan beri yaşadığım bir sıkışmışlık hissi vardı içimde. İşte tam bu noktada, Barbara filmi ve Petzold ile yollarımız kesişti.
Film bitti ışıklar açıldı, çılgın kalabalıktan uzak, sinemadan tek başıma çıktım. Tabii o sıralar ben, fırtınalar koparcasına hayaller kurmaktaydım. Sinemadan çıktıktan sonra afişe, filmin yönetmenin adını aklıma kazımak adına tekrar baktım. Çünkü bu yönetmeni tanımalıydım. Bir yönetmeni tanıyabilmenin en iyi yolu, onun tüm filmlerini izlemek olduğunu biliyordum. En yakın film DVD satan mağazaya gittim ve yönetmenin o zamana değin çekmiş olduğu tüm filmlerinin orijinal DVD’lerini aldım(!) Nerdeyse tek nefeste tüm filmleri izledim. Yönetmenin herhangi bir filmini izleyen, biri gibi ben de yönetmenden ve filmlerinden oldukça etkilendim, daha sonra yönetmenin çok sıkı bir takipçisi oldum.
Barbara karakteri bana ilham verdi. Ve Barbara karakteri her ne kadar hayallerinin peşinde koşan biri olsa da asla hayalperest değildi. İnandığı bir şey vardı; özgür ve mutlu olduğu bir yerde yaşamak… Bunu başarmak adına ise elinden gelini daima yaptı. En nihayetinde Barbara karakteri, filmde arzu ettiklerini başaramadı, fakat bu güçlü arzusu bana ilham oldu. Filmi izledikten yaklaşık altı ay sonra, sevdiğimi ait olduğumu düşündüğüm şehri terk ettim, tüm sosyal çevremi arkamda bırakıp, daha mutlu olacağıma inandığım bir şehre yerleştim, kendime yeni bir hayat kurdum.
Christian Petzold
Christian Petzold 1960 yılında Almanya Hidden’de doğdu. Tiyatro, Sinema ve Müzik eğitimleri aldı. Sinemaya adım atmadan evvel çeşitli televizyon kanalları için yüzeysel yapımlarda yer aldı. Bu yapımlardan hiçbir zaman pişman olmadı çünkü bunları eğitiminin bir parçası olarak gördü. Ayrıca onun, izleyicisini sanatsal doyuma ulaştıracak her daim, yeni projeleri vardı. Bu projeleri gerçekleştirmek için, hayat onun karşısına Harun Farocki’yi çıkardı. Farocki; siyasi ve didaktik türde yalın bir anlatıya sahip Alman yönetmendir. Farocki 2014 yılında ölene kadar Petzold sinemasını derinden etkilemiştir ve ölümden sonra da Petzold’un en büyük fikir kaynağı olarak hayatında yer almaya devam etmiştir.
Christian Petzold adeta yalnızlık temasını benimsemiş bir yönetmendir, filmlerinin genel çerçevesine baktığımızda, ilk bu göze çarpar. Her filminde mutlaka siyasi, özellikle Almanya eleştirisi mutlaka bulunmaktadır. İnsan sevgisi Petzold sinemasında daima vardır ve ona göre herkes ikinci bir şansı hak eder. Petzold sineması izleyiciye mutluluk aşılayan filmler sunmaz, onun filmleri bizlere, ‘mutluluğun’ hak edilmesi gereken bir şey olduğunu gösterir. Petzold’a göre kimse hakkının üstünde bir şey elde edemez, adalet teması Petzold’un en kati çizgisidir. Onun filmlerinde romantizm, merkezde yer almaz. Romantizm, onun filmlerinde kimi zaman gerilim, kimi zaman siyasi açmazda, kimi zamanda çaresizlik temaları içinde işlenir.
Petzold’a sinematografik açıdan baktığımızda olağan dışı kamera hareketleri veya onun sinemasında çok niş enstantaneler pek göremeyiz. Petzold’u gerçekçi ve yalın tarzda bir yönetmen olarak kabul etmek yerindedir. Ancak Petzold’un imzası olarak nitelendirilen birkaç yöntemini paylaşmak isterim. Yönetmen neredeyse tüm filmlerinde, filmin baş rol oyuncusunu bir güvenlik kamerasından bizleri gösterir. (Bunun sebebini tüm araştırmalarıma rağmen bulamadım.) Petzold’un filmleri müzik kullanımı açısından fakirdir. Ancak yönetmen, filmlerin bitiş sekanslarında daima güçlü müziklerle seyirciye veda eder. Yönetmenin filmlerinde bir diğer imzası ise filmlerin açılış sahneleridir. Petzold’un filmlerinin açılış sahneleri adeta filmin tamamının bir kısa özeti gibidir. O yüzden Petzold filmlerinin açılış sahnelerini pür dikkat izlemekte fayda vardır.
Petzold’un sinemasının aldığı en büyük iki eleştiri oyunculuk ve durağan kurgusudur. Özellikle Petzold’un ilk dönem filmleri, bu oyunculuk eleştirilerini haklı kılar niteliktedir. Ancak zamanla Petzold oyunculuk eleştirilerini dikkate alır ve Nina Hoss, Benno Fürmann, Ronald Zehrfeld, Franz Rogowski gibi usta isimlerle çalışır. Kurgusuna yapılan durağanlık eleştirisi ise yeni dönem filmlerinde de hiçbir karşılık bulmamıştır. O bildiğini bildiği gibi yapmaya devam etmektedir. Yani o, hayran olası filmler çekmeye devam ederken, bizlerde onu hayranlıkla izlemeye devam etmekteyiz.
Filmografi
Die innere Sicherheit / The State I Am In (2000)
Yıllardır polis tarafından aranan, siyasi suçlu evli bir çiftin, ergenlik çağında kızları ile hayatta kalma mücadelesini ve polislerden kaçak yaşamlarını konu alır.
Toter Mann / Something To Remind Me (2001)
Avukat Thomas’ın tesadüfen bir havuzda tanıştığı ve kısa zamanda âşık olduğu Leyla bir anda ortadan kaybolur. Ancak Thomas’ın Leyla’yı aramaya başlamasının ardından, Leyla’nın tüm sırları gün yüzüne çıkmaya başlar.
Wolfsburg (2003)
Philipp, kaza sonucu bir çocuğun ölümüne sebep olmuştur. Daha sonra Philipp, olayın gerçekliğinden habersiz çocuğun annesine âşık olur. Fakat bir gün kadın, çocuğunun katilini öğrendiğinde her şey değişecektir.
Gespenster / Ghosts (2005)
Filmin konusu ergenlik çağında bir genç kızın cinsel kimlik arayışı ve varoluş sancılarını konu alır. Bu genç kızın bir ailesi var mı? Çevresindeki insanların amaçları neler? Film tüm bu soruları yakından incelemektedir.
Yella (2007)
Yella, psikolojik sorunları olan kocasından ayrılıp, yeni bir hayat düzeni kurma peşindedir. Fakat kadının yeni ve eski hayatı arasında bir araba kazası yaşanmıştır. Yönetmen filmde yaşanan bu kazanın gerçek dışı sonuçlarını ele alır. Film sıra dışı atmosferi ve senaryosu ile izleyici adeta düşünceden düşünceye sürükler.
Jerichow (2008)
Eski bir asker olan Thomas, şans eseri tanıştığı Hilmi ile çalışmaya başlar. Fakat daha sonra Thomas, arkadaşı Hilmi’ye karşı büyük hatalar yapar. Film; Thomas, Hilmi ve Hilmi’nin eşi arasındaki büyük entrikaları konu alır. Filmin sonu ise izleyen herkesi adeta şaşkına çevirir.
Barbara (2012)
Doktor Barbara, istemediği bir şehirde yaşamak zorunda kalan bir kadındır. Film boyunca Barbara’nın bu şehirden kurtulmak ve mutlu olmak adına verdiği mücadeleyi izleriz.
Phoenix (2014)
Nilly, 2. Dünya savaşı sırasında bir esir kampından kurtulan bir kadındır. Ancak aldığı kurşun yarası sonucu, yüzü tamamen değişmiştir. Daha sonra Nilly ait olduğunu düşündüğü kocasının yanına dönmek ister. Fakat tüm yaşadıkları onu büyük şüphelere sürükler. Kocası ile ilgili gerçeklerin peşine düşen Nilly’nin hikayesi, seyri güzel bir film ortaya çıkarmıştır.
Transit (2018)
Film, Nazi Almanya’sının bir takıp zulümlerinin günümüze uyarlanmış halidir. Georg Nazilerden kaçan bir elektrikçidir. Ancak ülkeden kaçmak için ölü bir yazarın kimliğine bürünür. Bu kimliğini aldığı yazar ve yazarın hayatı ise Georg’u adeta içine hapseder. Georg’un tek kurtuluşu ise bu kimlikten arınmaktır.
Undine (2020)
Undine bir masal efsanesinin günümüze uyarlanmış halidir. Undine âşık olduğu kişiden istemeyerek ayrılır. Ancak bu ayrılık onu başka bir aşka sürükler. Undine’nın bu yeni ilişkisini sağlıklı bir şekilde yürütmesinin tek yolu, eski sevgilisini öldürmesi ile mümkündür.