Sinemanın Fideliği: Kısa Fimler – Kısadan Uzuna Geçen Yönetmenler Üzerine

Yazan: Abdullah Korkut

Sinema tarihi kısa filmle başlamıştır. Sinemanın tarihteki ilk örneği olarak kabul edilen Bir Trenin La Ciotat Garı’na Gelişi, bir kısa filmdir. Kısa film, sinemanın keşfedildiği zamanlarda sinemanın bir alt türü olmaktan ziyade teknik imkanlar ve dönemin koşulları sebebiyle bir zorunluluktu. İnsanlık rüyalarında ve hayallerinde flu bir temas kurduğu bu gizemli sanatla ilk tanışmanın heyecanını yaşıyordu. Sınırlar tamamen belirsiz ve her şey telaşlı bir denemenin ilk ürünüydü. Kısa filmler bu esrarengiz tanışmanın ilk aracı oldu. George Melies’in hayal sınırlarını zorlayan büyüleyici masalları birer kısa filmdi, Chaplin’in meşhur Şarlo karakteri ilk kısa filmlerinde hayat bulmuştu. Fakat o zamanlar bu yapıtlara kısa film denilmiyordu. Sinemanın kültür endüstrisinin parçası olmasıyla uzun metrajlı filmlerin tanımı oturdu ve bu filmler standart haline geldi. Artık kısa filmler süresi sebebiyle ticari talepleri karşılamıyordu.

Meshes of the Afternoon

Endüstrinin dışında kalıp sinemanın bir alt türü olarak algılanmasıyla birlikte kısa filmler başka bir mahiyete büründü. Artık yönetmenlerin, yönetmen adaylarının, sinema öğrencileri ve sinema tutkunlarının cesaret buldukları, sınırlarını keşfettikleri, olgunlaştıkları, yeni anlatım tekniklerini özgürce denedikleri bir tuval görevi görüyordu. Luis Bunuel bilinçaltının koridorlarında yolculuğa çıktığı metaforlarla dolu Bir Endülüs Köpeği’ni, Amerikan avant-garde sinemasının kurucusu Maya Deren sanatsal harikası Meshes of the Afternoon’u, deneysel filmin en büyük temsilcilerinden Stan Brakhage sinemanın görsel biçimlerini zorladığı 300’ü aşkın filmini bu kullanışlı tuvalde resmetti. Sinema tarihine yön veren Fransız Yeni Dalga, ilk örneklerini kısa filmde verdi. Kısa filmler olmasaydı Çapkın Bir Kadın ile özgün hikayeciliğinin ilk belirtilerini gösteren Jean-Luc Godard, Serseri Aşıklar‘ı çekecek cesareti belki bulamayacaktı.

Sinematek ve Genç Sinemacılar

Sinemamızda kısa film örnekleri 1960’lı yıllara kadar epey azdı. Bu yıllarda dünya genelinde sol ideolojinin yükselmesi sanatta da kendini gösterdi. Hakim sinema anlayışı olan sermaye odaklı Yeşilçam’a karşı muhalif fikirler artmaya başladı. Onat Kutlar önderliğinde 1965’te Türk Sinematek Derneği kuruldu. Sinematek’te yapılan film gösterimleri ve söyleşileri, öte yandan yine Sinematek bünyesinde çıkarılan Yeni Sinema dergisinde dönemin aydınları tarafından kaleme alınan sinema eleştirileri, Yeşilçam dışında yeni bir sinemanın mümkün ve gerekli olduğu düşüncesine sahip yeni sinemacı kuşağının oluşmasında etkili oldu.

1966 yılında bazıları Sinematek bünyesinde de bulunan bir grup insan “yeni, bağımsız, insan odaklı, devrimci sinema” mottosuyla kamerayı sokağa taşıyarak belgesel ve kurmaca kısa filmler çekmek amacıyla Genç Sinemacılar’ı kurdu. Tarihimizdeki ilk kısa film festivali olan Hisar Kısa Film Festivali Genç Sinemacılar tarafından 1967 yılında gerçekleştirildi. Bu oluşumun devam ettiği dört yıl boyunca 100’ü aşkın kısa film çekildi ve festivalde yarıştı. Bu üretkenlikten sebep kısa filmleri devrimci “sinemanın molotof kokteylleri” olarak tanımlayan Onat Kutlar; kısa filmin gücünü, niteliğinden ziyade gerçekleştirilmesi ve gösterilmesindeki kolaylıklar sebebiyle tavizsiz bir tavra sağladığı olanaklardan aldığını düşünüyordu. Ne yazık ki Hisar Kısa Film Festivali 71, Sinematek ise 80 askeri darbesi ile kapatıldı.

Kısadan Uzuna Geçen Yönetmenler Üzerine

O günlerden beri ülkemizde kısa filmlere ve kısa film festivallerine verilen önem giderek artmaya başladı. Kısa filmler maddi kaygıların sınırları belirlediği sinema anlayışının dışında film çekmek isteyenlerin sıkça başvurduğu bir format oldu. Ahmet Uluçay’ın hikayelerini yokluğun ortasındaki Tepecik köyünden anlatabiliyor olması kısa filmin tavizsiz tavrındandı. Cinler, periler ve gölge oyunlarıyla dolu düşlerini mizah tonuyla masalsı bir anlatı kurarak kısa filmlerinde aktaran Uluçay, bu üslubunu Karpuz Kabuğundan Gemiler Yapmak filminde de yansıttı.

“Kısa filmi uzun filme cesaret bulmak için yaptım” diyen Nuri Bilge Ceylan ise Koza’da ölüm ve faniliği, doğa elementlerini kullanma biçimiyle Tarkovski sinemasından izler taşıyan fotoğrafik bir sinematografiyle resmetti. Nuri Bilge Ceylan’ın sonraki filmlerinde de kar, yağmur, rüzgar gibi öğeleri benzer görüntü estetiğiyle sıkça yansıttığını görürüz. Bu yönüyle Koza, yönetmenin sadece cesaret bulduğu bir basamak değil filmografisinin biçimsel yapısının da bir nevi kozasıdır. Ayrıca yönetmen mütevazı ve esnek film çekim pratiğini ve amatör oyuncu tercihini Kasaba, Mayıs Sıkıntısı ve Uzak filmlerinde de devam ettirdi. Seyfi Teoman filmlerinde hayatın tesadüfi görünen tekdüze akışında şiirsel bir bütünlük yakalamaya çalıştı. Kendi kurallarını dayatan bu hayat döngüsüne karşı karakterlerinin naif çaresizliğini, kamerayı göz hizasına koyarak oluşturduğu sabit planlar ile anlattı.

Koza

İlk kısası Apartman’dan itibaren karakterlerine belli bir mesafeden özdeşim kurdurtan sade sinema dili, Tatil Kitabı ve Bizim Büyük Çaresizliğimiz filmleri ile giderek ustalaştı. Kısa filminde kent hayatının yalnız karakterlerini apartman dairelerinin loş atmosferiyle anlatırken ilk uzun metrajı Tatil Kitabı’nda kamerasını kasabada geçen aydınlık ve sıcak görüntülerle dolu bir yaz öyküsüne çevirir.

Son yıllarda ilk uzun metrajını çeken yönetmenlere baktığımızda hikaye, anlatım tarzı, biçim, kamera kullanımı ve karakterler gibi pek çok konuda kısa filmleriyle benzerlik ve farklılıkların olduğunu görüyoruz. Emre Kayış’ın kısası Çevirmen’de lunaparkın duygu aktarımındaki etkisi, Anadolu Leoparı’nda hayvanat bahçesine evrilerek hikayeyi derinleştiren bir metafora dönüşür. Her iki filminde de karanlık sinematografiyle etkili mekan kullanımı birbirine benzer. Umut Subaşı’nın kısasında hayatın absürtlüğüne “boyun eğmiş” birbirinden kopuk karakterleri, uzun metrajının da aktörleridir adeta. Her Şey Sanki Biraz Felaket’in Ali’si camdan atlayarak intihar etse apartman sakinlerinin tepkisi aşağı yukarı aynı olurdu. Ferit Karol kısa filminde tipik orta sınıf hayatı yaşayan yan karakterdeki abiyi, Kumbara’da başrole taşımış gibidir. Mazbut aile babası Orhan’ın sıradan hikayesini kısadakiyle aynı hareketli kamera kullanımıyla benzer bir ritimde anlatır.

Tatil Kitabı

Barış Sarhan’ın ilk uzun metrajı Cemil Şov, kısa filmiyle aynı ismi taşır. Bu sefer hikayenin daha katmanlı halini aynı oyuncularla güçlü sinematografi ile estetize edilmiş, psikolojik gerilim dozu artırılmış bir şekilde çeker. Salı filminde Ziya Demirel karakterinin duygu durumunu hareketli bir takip kamerasıyla güçlü bir şekilde anlatmayı başarırken bu konudaki becerisini Ela ile Hilmi ve Ali’de de görürüz. Filmde ikili ilişkilerde sınırların silikleştiği tekinsiz anlarda kamera, değişen ve büyüyen duyguların aktarımında önemli bir faktördür. Her iki filminde de yetişkin hayatına ilk tedirgin adımların atıldığı cinselliğin keşfi, ergenlik gibi temalar işlenir. Mehmetcan Mertoğlu’nun ilk kısa filmindeki biçimsel tavrı uzun metrajında da devam eder. Yokuş ve Albüm’ü peliküle çekme ısrarı filmlerindeki kara mizahı kuvvetlendiren bir görsel estetik oluşturmakta da faydalı oldu. Sabit kamera kullanımını her iki filminde gördüğümüz yönetmen kısa filmini uzun metrajından farklı olarak diyalogsuz çekmeyi tercih etti.

Bahsettiğim yönetmenlerin kısa filmleriyle uzun metrajları arasında elbette değişen özellikler ve farklılıklar da var. Bu yazıda kısa filmlerin Sungu Çapan’ın deyimiyle “sinemayı çekip götüren”, yönetmenlerin büyüyen ve gelişen sinemalarında çekirdek görevi gören yönünü vurgulamak için benzerliklerin üzerinde daha çok durdum. Kapitalist üretim ve tüketim şeklinin sinemayı iyice güdümüne alması günümüzde bağımsız film çekmeyi neredeyse imkansız hale getirmişken, ülkemizde ekonomik koşulların da sürekli kötüye gitmesi zar zor seyirci bulan, giderek kısırlaşan sinemamızın geleceğini zora sokuyor. Zamanında benzer endişeleri taşıyan Onat Kutlar’ın kurtuluş reçetesi mahiyetinde söylediği “kısa filmler sinemanın fideliğidir” sözü bu noktada anlam kazanıyor. Bu fideliği besleyip büyüterek sinemamızı kurak bir gelecekten kurtarmak mümkün. Gölgesinde serinlediğimiz gür ve üretken bir sinema iklimimizin oluşması dileğiyle!

Albüm

Yazıda Bahsedilen Filmler

Bir Trenin La Ciotat Garı’na Gelişi (1895) – Lumiere Kardeşler
Bir Endülüs Köpeği (1929) – Luis Bunuel
Meshes of the Afternoon (1943) – Maya Deren, Alexander Hammit
A Flirtatious Woman (1955), Breathless (1960) – Jean-Luc Godard
Koza (1994), Kasaba (1997), Mayıs Sıkıntısı (1999), Uzak (2002) – Nuri Bilge Ceylan
Karpuz Kabuğundan Gemiler Yapmak (2004) – Ahmet Uluçay
Apartman (2004), Tatil Kitabı (2008), Bizim Büyük Çaresizliğimiz (2011) – Seyfi Teoman
Yokuş (2008), Albüm (2016) – Mehmetcan Mertoğlu
Salı (2015), Ela ile Hilmi ve Ali (2022) – Ziya Demirel
Çevirmen (2015), Anadolu Leoparı (2021) – Emre Kayış
Cemil Şov (2015), Cemil Şov (2021) – Barış Sarhan
Sana İnanmıyorum Ama Yerçekimi Var (2018), Her Şey Sanki Biraz Felaket (2023) – Umut Subaşı
Günlerin Ardından (2019), Kumbara (2020) – Ferit Karol

Kaynaklar

Cenk Cengiz, An Analysis of a Short-Lived Cinema Journal: The Young Cinema (Genç Sinema) in Turkey, 1968 – 1971
Onat Kutlar, Ulusal Türk Sineması İçin Alan Araştırmaları 1: Giriş , Yeni Sinema, Sayı:10-11 ss. 28-31
Sungu Çapan, Yeryüzünde Kısa Film, Yeni Sinema, Sayı:10-11, ss. 32-35
Onat Kutlar, Ulusal Türk Sineması İçin Alan Araştırmaları 2: Kısa Filmin Gücü, Yeni Sinema, Sayı:17 ss. 26-29
Hilmi Etikan, “Türkiye’de Kısa Filmin Tarihi 1967-2006” belgeseli

Yorum Yapın

Bunlar da İlginizi Çekebilir