“Evcilik” filmini geçtiğimiz Antalya Film Festivali’nde izlediğimde; film bittikten sonra bir süre yaşlı gözlerle durup kendime gelmeyi bekledim. Açıkça itiraf emek gerekirse bu film; beni festivalde en çok etkileyen film oldu.
Türkiye sinemasının özgün isimlerinden biri olan Ümit Ünal, yıllar boyunca hem yönetmen olarak hem de senarist olarak bize şahane yapımlar izletti. 1987’de senaryosunu yazmış olduğu “Teyzem” ile sinema yolculuğuna başlayan Ünal, ardından “9”, “Nar”, “Gölgesizler”, “Sofra Sırları” gibi yapımlarla pekiştirdiği sinemasını; bireyin iç dünyasına odaklayan, toplumsal ve kişisel çatışmaları ince detaylarıyla işleyen bir anlatım diline evriltti. Ümit Ünal’ın filmlerinde, karakterlerin iç dünyalarına inerek onların travmalarını ve duygusal bağlarını gözlemleme şansı buluruz.
Son filmi “Evcilik”, Ünal’ın karakter merkezli sinema anlayışını yeni bir boyuta taşıyor. Bir aile dramı izlerken, toplumsal yapının bireyin üzerindeki ekilerini de sorgulatıyor. Film, çocuklukta oynanan basit bir oyun olan “evcilik” kavramının, yetişkin dünyasındaki karşılığını derinlemesine irdeliyor. “Evcilik” aynı zamanda, sinema dilinde minimalist bir yaklaşım benimserken, görsel ve duyusal yoğunluğun bir arada kullanımındaki ustalığıyla dikkat çekiyor.
Bu röportajda Ümit Ünal ile sadece Evcilik‘in oyunculuk performansları, yapım detayları ve çekim sürecini değil, aynı zamanda yönetmenin sinema anlayışını, ilham kaynaklarını ve kurduğu özgün dünyayı da konuştuk. İzleyicilerle kurduğu bu samimi bağı ve anlattığı hikayelerdeki evrensel insanlık hallerini yakından keşfetmek için keyifli bir sohbete davetlisiniz.
“Evcilik” filmine uzanan düşünsel yolculuğunuz nasıl başladı? Film fikri ilk olarak nasıl ortaya çıktı?
1990’ların başında, Milan Kundera‘nın “Otostop Oyunu” adlı hikayesini okuyup çok sevmiştim. Bilmeyenler için: Bir çift, arabayla yolculuk yaparken bir oyuna başlarlar. Adam, genç kadını otostopçu olarak arabasına almış çapkın biri gibi davranır. Kadın da oyuna katılarak baştan çıkarıcı bir tavır takınır. Normalde hiç konuşmadıkları şekilde, bambaşka biri gibi davranarak kişisel konuları konuşurlar. Bu oyun; aralarında gizli kalmış çatışmaların, kuşkuların ortaya çıkmasına sebep olur ve oyunu da, yolculuğu da sürdüremez hale gelirler. Bu hikayeden esinlenen ama oyunu daha da ileri götüren Evcilik Yolculuk adında bir senaryo yazmıştım. Atıf Yılmaz çekecekti. O film gerçekleşemedi ama temel fikri aklımda kaldı ve kafamı yıllarca meşgul etti. Nihayet çektiğim haliyle Evcilik‘in ne Kundera hikayesiyle ne de Atıf Yılmaz için yazdığım senaryoyla bir alakası kalmadı. Bambaşka bir hikaye tasarladım. Ama “insanların arasında derinlerde kalan çatışmalarını şaka gibi başlayan bir oyun yüzünden yüzeye çıkması ve insanların hayatını değiştirmesi” fikri taa o günlerden kaldı.
Senaryoyu yazarken, karakterlerin birbirlerini taklit etme eyleminin toplumsal bir psikodramaya dönüşme fikri nasıl gelişti? Karakterlerinizin iç dünyalarını ve toplumsal katmanlarını nasıl şekillendirdiniz?
Hepimiz başkalarının hayatını gözleriz, başkalarının hayatına özeniriz. Ama “başka biri” olmamız, başkasının hayatını yaşamamız imkansız. Hayatın “başka türlü” nasıl yaşanabileceğini görüyoruz, algılayabiliyoruz. Ama kendi bedenimizin ve aklımızın, yetiştiğimiz dünyanın sınırlarına, kendi hayatımızı yaşamaya mahkumuz. Bu da bana insanın trajedisi gibi geliyor. Evcilik’te birbirlerinin hayatına farklı açılardan özenen hatta kıskanan iki çift görüyoruz. Şehirli çift, köylü çiftin masumiyetini ve aşkını kıskanıyor. Köylü çift de onların zenginliğini, özgürlüğünü. Şehirli çift köylülere klişe bir bakış açısıyla bakıyor: Saf, bozulmamış ve çocuksu buluyorlar onları. Oysa en az kendileri kadar karmaşık, dertli, derinlikli insanlar var karşılarında. Karakterlerin geçmişlerine dair, neyi neden yaptıklarına dair bilgileri altını fazla çizmeden, satır aralarında vermeye çalıştım. Dikkatli seyirci bunları görecek, sezecek ve karakterleri daha iyi anlayacaktır. Bu dört kişi, ilk başta Yeşilçam filmlerindeki gibi şımarık zenginler ya da fakir ama gururlu köylüler gibi görünseler de kazıyınca altlarından farklı katmanlar çıkan karakterler.
Antalya Film Festivali’nde filmin gösteriminden sonra yapılan söyleşide filmin yapım hikayesinden bahsederken Nejat İşler’le “Glasgow”da buluştuğunuzda oraya çıkan bir sohbet sonucu çekmeye karar verdiğinizden bahsettiniz. Bize biraz bu süreçten bahsedebilir misiniz lüfen.
Nejat İskoçya’ya geldiğinde bir şeyler içmek üzere buluşmuştuk. Sohbet sırasında bağımsız yapımcılık yapmak istediğini, bunun için projeler aradığını söyledi. Evcilik’in hikayesini anlattım, hoşuna gitti. Bu dediğim 2023’ün Ağustos’uydu. Yaklaşık bir yıl sonra, 2024 Mayıs sonunda çekmeye başladık. Evcilik öncelikle Nejat’ın desteği ve ısrarı sayesinde; o, projenin arkasında durduğu için gerçekleşti.
Evcilik’te mekan, karakterlerin hikayelerini besleyen ve sınıfsal çatışmaların görünür hale geldiği alanlar olarak öne çıkıyor. Filmi yazarken Assos aklınızda mıydı? Ve sizce Assos’un atmosferi ve görsel dokusu, filmin temalarıyla nasıl örtüştü?
2013 yılında Assos – Sivrice’de tam da filmi çektiğimiz otelde, Eren Konukevi’nde kalmıştık. Filmin ilk sahnelerinde anlattığıma benzer gelişmeler sonucu otelde kalan tek müşteri bizdik. Orayı çok sevmiştim, filmin senaryosunu tasarlamaya başladığımda aklımda hep orası vardı. Aslında filmin hikayesi her yerde geçebilir, başka mekanlara da uyarlanabilirdi. Ama Nejat’la geçen yaz çekmemiz söz konusu olunca mekan bakarken, Eren Konukevi’nin sahibinin vefat ettiğini ve mekanın uzun süredir boş olduğunu öğrendik. Böylece senaryoyu tam yazarken hayal ettiğim mekanda çekme şansım oldu, böylesi çok az yönetmene nasip olur. Sivrice 2013’te daha ıssız, sakin bir yerdi. Şimdi bir parça kalabalıklaşmış ama hala çok güzel. Film için tam hayalimdeki görsel havayı verdi.
Filmde oyuncuların performansları gerçekten etkileyiciydi. Oyuncu seçiminde ve rollerin dağılımında ne gibi etkenleri göz önünde bulundurdunuz? Karakterlerin derinliklerini ve arasındaki güç dengelerini perdeye taşıyabilmek için oyuncularla nasıl bir süreç izlediniz?
Nejat İşler’e “Özkan” rolünü önermiştim. Senaryonun ilk halinde Özkan daha genç bir karakterdi ama 50’li yaşlarda biri olması da farklı bir boyut katıyordu. Senaryoyu Nejat’a göre yeniden şekillendirdim. Öykü Karayel hep aklımda vardı ama ona köylü kadın rolünü önermiştim. Şehirli kadını oynamayı kendisi istedi, daha önce canlandırdığı karakterlerden farklı, özel bir karakter yarattı. Fatih Artman’ın rolü için başka isimlerle de görüşmüştük ama bence en iyi alternatif Fatih oldu. Fatih role doğal bir mizah duygusu kattı. Genç oyuncu Deniz Işın’ı daha önceden tanımıyordum ama arkadaşım Selen Uçer senaryoyu okuyup Deniz’i önerdi. Bir deneme çekimi yaptık ve hayranı oldum. Rüçhan Çalışkur’la tanışmak ve çalışmak çok güzeldi, umarım yine çalışırız. Selen sete misafir oyuncu olarak bir günlüğüne geldi ama onunla da yeniden çalışmak çok güzeldi. Tüm oyuncular rollerinin hakkını büyük bir başarıyla verdiler, hepsine büyük teşekkür borçluyum. Diğer bazı filmlerimde oyuncularla uzun provalar yapabilmiştik. Evcilik’te zamanımız kısıtlı olduğu için onu yapamadık. Ancak çekim başlamadan önce sadece oyuncularla mekana gittik, teknik ekip gelmeden, 4 – 5 gün çekeceğimiz mekanlarda okuma ve hareket provaları yaptık.
Çekimler nasıl geçti? Bu süreçte karşılaştığınız en büyük dramatik ve teknik zorluk ne oldu? Bu zorluklar filme nasıl yansıdı?
Filmi; işini tıkır tıkır yapan, son derece profesyonel bir ekiple, hiç kavga gürültü yaşamadan 17 gün gibi oldukça sınırlı bir zamanda çektik. Tek zorluk; bazı günler aşırıya varan sıcaktı belki. Av sahnesini çektiğimiz günün sıcağını unutamıyorum. Setin tek kaprisli oyuncusu filmin en başında görülen kaplumbağaydı sanırım. Kafasını çıkarıp kameraya bakmasını sağlayana kadar çok uğraştık. Sıcak ve kaplumbağa kaprisi dışında bir sorun yaşamadık. (Gülümsüyor)
Evcilik’te sınıf farklılıkları ve sosyal adaletsizlikler önemli bir tema olarak öne çıkıyor. Bu temaları işlerken dikkat ettiğiniz ana unsurlar nelerdi? Bir başka deyişle toplumumuzdaki görünmez sınır çizgilerini Evcilik’te nasıl bir sinemasal dille görünür kıldınız? Bu süreçte ne gibi zorluklarla karşılaştınız?
Karakterlerin bizim toplumumuza özgü sınıfsal özelliklerini diyalogların dilinde, mizansen kuruluşlarında yaratabildiğime inanıyorum. Bunun dışında kullandıkları arabadan, giydikleri kıyafetlere kadar tüm seçimleri sanat yönetmeni arkadaşım Elif Taşçıoğlu ve ekibiyle birlikte yaptık. Görüntü yönetmeni Aydın Sarıoğlu ile filmin görsel dilini, renk dünyasını oluşturduk. Mizansenleri kurarken bu karakterlerin eşit olmadığı fikri baskındı. Örneğin bahçede bir tartışma sahnesi var. Sahnenin başında köylü çift 50 santim aşağıda duruyor, şehirli çift onlara tepeden bakarak konuşuyor. Kavga yükselirken önce Özkan, sonra karısı şehirli çiftle aynı seviyeye tırmanıyorlar. Bu, şu an aklıma gelen ufak bir detay. Bunun gibi düşünülmüş yüzlerce detay var elbette.
Sizin sinemanızın ayırt edici özelliği, toplumsal durumları çok katmanlı ve çok sesli bir şekilde ele almanız. Evcilik’i hangi kişisel deneyimleriniz ve toplumsal gözlemleriniz besledi? Sizin için filmdeki en kişisel unsur neydi?
Hikayeler hangi deneyimlerimizden, hangi, gözlemlerimizden doğuyor belirlemek çok zor bence. Hayat boyu içinden geçtiğimiz binlerce deneyim iç içe. Bazen bir sözün, bir bakışın verdiği kıvılcımla bir “ilham palaması”na yol açıyor herhalde. Bazen de okuduğumuz ya da izlediğimiz bir hikaye ilk kıvılcımı çakıyor. Evcilik’te anlattığım karakterlere yabancı değilim. Annem babam öğretmen olduğu için çocukluğum köylerde geçti. 20 yaşımdan sonra da İstanbul’da. Bu anlattığım insanları, şehirli çiftin de, köylü çiftin de benzerlerini çok yakından tanıyorum diyebilirim. Ama hikayenin doğrudan benim hayatımla, tanıdığım insanlarla ilgisi yok. Filmdeki tek otobiyografik unsur, yıllar önce aynı boş otelde tek müşteri olarak kalmış olmamız.
Evcilik, bağımsız bir yapım olarak bütçe ve kaynak yaratma konusunda ne gibi zorluklarla karşılaştı? Bütçeyi verimli kullanarak filmin özgünlüğünü korumak için nasıl bir strateji izlediniz ve bu strateji filme nasıl yansıdı?
Evcilik’i ilk yazdığım zaman, “9”, “Ara”, “Nar” ya da “Aşk, Büyü vs” gibi küçük bütçeli filmlerimdeki kısıtlı mekan / kısıtlı oyuncu kadrosu formülünden yola çıkmıştım. Ama yazdıkça olaylar farklı gelişti, hikaye biraz büyüdü ve kendi dar olanaklarımla yapılabilecek bir film olmaktan çıktı. Nejat İşler yapımcılığı üstlendikten sonra finansmanla ilgili kısım nasıl ilerledi ayrıntısını bilemiyorum. Ama bir iki büyük şirketle görüşüldü, yapım ortağı arandı. Son aşamada Emre Oskay (Sky Film) projeye dahil oldu. O olmasa işimiz zor olacaktı.
Nejat ve Emre yaratıcı konularda, çekim ve kurgu sırasında beni son derece özgür bıraktılar. Her şeyi içime sindiği şekilde, hiç yapımcı baskısı olmadan yapabildim. Kurgucu Melike Kasaplar sete de gelmiş, kurgu setiyle birlikte otelde bir odaya yerleşmişti. Çektiğimiz sahneleri hemen izleyip ilk kurgu denemelerini yapabiliyorduk. Bu yüzden çekim bittikten sonra kurgu süreci 10 – 15 günde bitti.
Zor bir set değildi ama zaman konusunda çok dikkatli olmamız gerekiyordu. Ekibin çoğu önce bayram tatiline çıkacak, sonra da bir başka projeye gidecekti. Filmi 17 gün gibi kısa bir sürede çektik. Ben sinemada ekonomik davranmayı Atıf Yılmaz gibi ustaların yanında öğrendim. Aynı zamanda senaryoyu da yazdığım için, bir sahnenin duygusunun ne olması gerektiğini biliyorum. Sahnede oyunculardan istediğim performansı alıp o duyguyu yakalayabildiysem “bir tekrar daha” yapmıyorum. Genelde bir plan benim için 4 – 5 tekrarda bitiyor. Her planın “bir de şu açıdan çekelim” diye birkaç alternatifini çeken, sette deney üstüne deney yapan yönetmenlerden değilim. Sete hazırlıklı geliyorum, sahnenin kurgusunu önceden kafamda yapıp, sadece gerekli planları çekiyorum. Böylece zamanı ekonomik bir şekilde kullandığıma inanıyorum. Birgün bu kadar ekonomik davranmak gerekmeyen bütçeli bir filmde çalışırsam bambaşka bir yönetmen olmayı, bir planı 85 tekrarla 7 saatte, tek bir sahneyi deneye deneye 15 günde çekmeyi de isterim elbette. Bu konuda önerilere açığım. (Gülümsüyor)