Sahi neydi gerçek? Dinde hakikat olarak tanımlanan, sanatta bilimde ve felsefede ise farklı anlamların yüklendiği gerçek kavramı için çok tanımlıdır demek yanlış olmaz sanırım. Felsefi anlamda ontoloji ve epistemoloji alanlarını zaman zaman birbirine yaklaştıran, bazı durumlarda ise taban tabana zıt hale gelmese neden olan bir kavramdır. Ontolojik açıdan madde var olan tek gerçektir. Belirli bir zaman ve mekânda var olan, duyu organları ile algılanabilen, gerçekliğini nesnelerden, olaylardan, kişilerden alandır. Gerçeklik kavramı ise gerçek kavramından yola çıkarak; gerçek olarak varolan şeylerin tümünü ifade eden bir kavramdır.
Sanatta gerçeklik ise doğa, insan ve bunların birlikteliğini aynı zamanda bunlara ait yaşam ayrıntılarının en yalın hali ile sanat yapılarına aktarabilmektir. 19.yy ortalarında Fransa’da klasizim ve romantizmin yapay etkilerinden sanatı kurtararak bakış açılarını toplumsal sıkıntılar ve sınıf mücadelelerine yöneltilmesi ya da günlük yaşamın nesnel bir bakış açısı ile ortaya konulması yolu ile gerçeklik ile olan bağlantısını kuvvetlendiren Fransız sanatçılar sanatta gerçeklik kavramını savunmuşlardır.
Bir sanat yapıtının gerçeklik ile olan bağı içinde vücut bulduğu toplumun kültürel, ekonomik ve politik koşulları ile yakından ilişkilidir. Genellikle bu itkinin kaynağında gerçekliğe zemin hazırlayan nesnel bir sorun ve soruna ilişkin estetik bir çıkarım yatar. Sanatçı gerçekliği ontolojik olarak olunmayabildiği gibi, gerçekliği çarpıtabilir ve ondan bilinçli olarak uzaklaşabilir ya da onu aşmaya çalışabilir. Burada önemli olan nokta, birbirine taban tabana zıt olan her iki biçimde de gerçeklikten kaçışın mümkün olmamasıdır. Burada paradoksa neden olan şey ise sanatsal imgenin aslında bir kurgu olmasıdır. Sanat yapıtları her ne kadar gerçek-dışı ya da grotesk biçimde kurgulanıyor olsa da gerçek insanlar tarafından üretilip yine gerçek dünyayı referans aldıkları için tasvirlerin gerçeğe-benzerlik” izi taşıyor olmaları kaçınılmazdır.
Bu paradoks Fransız sinema eleştirisi çevrelerinin yıllarca tartışacakları bir konunun fitili olmuştur. Bazin’e göre iki tür sinemacı vardı gerçekliğe inanalar, görüntüye inananlar. Ve gerçeğe yaklaşmak için yapılması gerekinin bazı ögeler ile gerçeklik hissinin artırılması olduğunu öne sürerek örneğin plan-sekansta doğal olarak ortaya çıkan bir doğal konuşma edimi gibi gerçeklik hissini arttıran ögelerin varlığından bahsediyor.
Sinemada Şiirsel Gerçekçilik (Réalisme poétique) dediğimiz kavram ise 1930’larda Fransa’da kendisinden öncede edebiyatta ortaya çıkmış olan gerçekçilik anlayışı avangart sinema anlayışı ve empresyonizm fütürizm, kübizm gibi akımlardan köklerini alarak gelişmiştir. Bu akımın ortaya çıkmasında bütün dünyada olduğu gibi Fransa’da da etkilerinin o dönemde hissedildiği Büyük Buhran ve İkinci Dünya Savaşı’nın neden olduğu sosyopolitik ve ekonomik kargaşanın sonucu olarak ortaya çıkan kültürel hayal kırıklıklarının etkisi vardır. Bu akım savaşın yıkıcı etkilerine karşı duruşu lirik bir kadraj tekniğiyle şairane bir anlatı dili ile birleştirip gerçeği yumuşatır.
Şiirsel gerçekçilik için bir akımdan ziyade daha çok bir eğilim olarak kabul etmek daha yerinde bir tanımlama olacaktır. Çünkü Sovyet montaj teorisi ve daha sonra ana akım olarak ortaya çıkan Fransız İzlenimciliği (Impressionism) gibi güçlü bir bileşikten ziyade, stili yaratan bireylerin bir almaşığı olarak ortaya çıkmaktadır. Burada bilinçli bir insanın yaratım ürünü olarak ortaya çıkan sanatsal üretimin yalnızca nesnel gerçekliğe bağlı olmadığını Spinoza’nın deyişiyle, içsel bir gerçekliğe de sahip olduklarını unutmamak gerekir. Şairane gerçeklik tıpkı şiirde olduğu gibi içsel bir gerçeklik ve öznel bir üslup ile ortaya konuyordu
Bu konu üzerinde daha sonraki yıllarda bir makale ele alan Pasolini ‘Şiirin Sineması’ makalesinde, “Film yapımcılarının kullandıkları ‘imge-işaretler’i kişisel ifadeleriyle aşıladıklarını ve onlara genel anlamlar verdiklerini iddia eder. Bu işaretler nihayetinde geleneksel anlamlar kazanabilir ve bir ‘nesir sineması’ oluşturabilirler ya da edebiyattaki özgür dolaylı söylemin sinematik karşılığını mümkün kılınan özgür dolaylı öznel şiir sinemasını oluşturabilirler” der.
İşçi sınıfının işsiz üyeleri ya da ekonomik çöküntü beraberinde suç artışının ortaya çıkarmış olduğu suçlular gibi toplumun sınırlarında yaşayan karakterler çoğunlukla umutsuzdular ve kaderci bir bakış açısına sahiptirler. Filmler insanın, emekçinin, fabrika işçisinin, süzenin yaratmış olduğu suçluların sorununlarına gönderme yaparak; eşitlikçi bir bakış açısını savunur. Karakterlerde melankoli ve intihara eğimlilik gibi nihilistik etkileri hissedilir. Hayal kırıklığıyla geçen bir sürecin ardından, karakterler aşk için son bir şans elde eder, ancak sonunda tekrar hayal kırıklığına uğrar ve filmler sıklıkla hayal kırıklığı veya ölümle biter. filmlerin Genel tonu nostalji ve acının gerçekliği iken filmlerin temsili yönlerinde dikkat çeken yükseltilmiş bir estetikçilik nedeniyle aynı zamanda “şiirsel” dirler de. Kendisinden önceki sinema hareketlerinin estetik kaygılarından beslenip onları geleneksel film gerçekçiliği ile buluşturan, aynı anda ana akım izleyiciler tarafından erişilebilir kalarak sosyal bilinçli bir bakış açısı sergileyecek şekilde birleştiren bir akım halini almıştır.
Mekânlar, filmin görsel ambiyansını tanımlayarak duygusal boyutlarını geliştirir ve hikâyenin güçlendiricisi olarak işlev görür. Genellikle kentsel mekânlar -özelliklede işçi sınıfına ait – tercih edilip, aynı zamanda anlatıya gömülü daha derin anlam düzeyini keşfetmek için loş ışıklandırılma, kapalı gökyüzü ve sıklıkla yağan yağmur veya sis gibi atmosferik özellikleri kullanmaktadırlar. Fransız kentsel dekoru ile birleştirilen bu atmosferik özellikler doğası gereği performatif olarak kabul edilir ve bu sayede, birey ve dekor arasında karşılıklı bir transfer, her film için yorumlayıcı bir matris görevi görür. Bu gerçek mekânlar ve organik olarak anlatıya asimile edilmesi şiirsel gerçekçiliğin özgüllüğü olarak kabul edilmektedir. En popüler set tasarımcısı Lazare Meerson’dır. Filmlerin çoğuna katkıda bulunan senaristler arasında Charles Spaak ve Jacques Prévert bulunmaktadır.
Bu akımın en ünlü temsilcilerinden birisi, Şiirsel Gerçekçilik yerine “Toplumsal Fantastik” tanımlamasını tercih ettiğini söyleyen Marcel Carné’dir.Jean Vigo, Jean Renoir, Jacques Feyder, Pierre Chenal, Julien Duvivier, Jean Grémillon, Marc Allégret gibi yönetmenler temsilcilerinin başını çekmektedirler. Marcel Carne dışında akıma dâhil olan birçok yönetmenin filminde eleştiri, var olan gerçekliği karikatürize etme eğilimi vardır.
Akımın erken yapımlarından biri olarak nitelendirebileceğim Jacques Feyder 1928 yılında çekmiş oluşuğu ve edebiyattaki gerçekliği sinemaya taşıdığı Emilie Zola’nın yapıtı olan Thérèse Raquin katil olmuş ve ömrü boyunca hor görülmüş bir kadının katil olma sebepleri üzerinde durarak Fransız adalet sistemini eleştirmektedir.
Vigo’nun ilk filmi À propos de Nice, (Nice Üzerine, 1930) Nice’teki küçük burjuvaların yaşayışını ele alarak Fransız toplum hayatını eleştiren bir belge-filmdir. Marcel Carne’nin Quai des Brumes (Sisler Rıhtımı, 1938) ve Le ]our se Leve (Gün Doğarken, 1939) filmleri, Şiirsel Gerçekçiliğin neredeyse tüm özelliklerini barındıran filmlerdir. Jean Renoir’in La Bete humaine (1938) ve La Grande Illusion (1937), Julien Duviver’in Pépé le Moko (1937), Jean Vigo’nun L’Atalante (1934) ve Zéro de conduite (1932), Jean Grémillon’un Gueule d’amour (1937) da dönemin en ünlü eserleri arasında sayılabilirler.
Tıpkı insanlar gibi sinema akımları da evrimsel bir diyalektiğe sahiptirler ve yaşanılan dönemim kimliğine adapte olarak değişim gösterirler. Sanat yolu ile söylemek istediklerini dile getiren sanatçılar farklı türler, teknikler, akımlardan etkilenerek kendilerini ifade ederler. Bu akımlar ya da düşünce biçimleri zamanla kendisinden sonra gelecekler için bir altlık oluştururlar ve bir sonrakine evrilmeye başlarlar. İkinci dünya savaşının bitmesi ile birlikte değişen toplumsal yapı da ”Fransız Şiirsel Gerçekçilik” sinemasının yerini kendisinden sonra gelen” İtalyan Yeni Gerçekçilik” akımına bırakmasına neden olur. Akım daha sonra yine Fransa da doğan “Fransız Yeni Dalga” akımını da etkilemiştir.
Bibliyografya
McCann B.E.,2002. Set design, spatial configurations and the architectonics of 1930s French poetic realist cinema
Martin R., 2017. French Poetic Realism and American Noir: “It’s always too late
Baker U, Körotonomedya Yazıları
Coşkun E.,2009 Dünya Sinemasında Akımlar
Şenel B., 2017 Fransız Şiirsel Gerçekçilik Sineması Ve İtalyan Yeni Gerçekçiliği Sineması Karşılaştırması
Çağdaş Sanatta Gerçeklik Temsili Sorunsalı Ve Metadram