“Sinema, dünyadaki en güzel hiledir.” – Jean-Luc Godard
Film içinde film teması, oyunbaz yönlerinin dışında aslında bir tutkuyu doğrudan doğruya anlatmanın en iyi yollarından biri. Gerçek ile kurmaca arasındaki bağlantıları apaçık görebildiğimiz bu filmlerde, sinema tutkusunu da bütün yönleriyle hissedebiliyoruz. Bu liste filmleri, yapım süreçlerini ve sinema tutkusunu konu edinen filmlerden oluşturuldu.
Le mépris – 1963 – Jean Luc Godard
Alberto Moravia’nın “küçümseme” adlı kitabından sinemaya uyarlanan Le Mepris, sinema tarihinin deyim yerindeyse en açık sözlü ve dolambaçlı “film içinde film” örneklerinden biri olarak karşımıza çıkıyor. Paul Javal isimli bir senarist Fritz Lang’in yeni filmi için senaryo yazmak üzere işe alınır. Maddi sıkıntılar nedeniyle hayatını düzene sokmakta zorlanan Paul, genç ve güzel karısı Camile’i çok sevmektedir. Homeros’un Odysseia eserinden uyarlanacak filmin senaryo hazırlık sürecinde yaşananlar Paul’ün hayatını allak bullak eder ve karısı ile olan mutluluğu bozulmaya başlar. Filmde Alman sinemasının büyük ismi Fritz Lang’ı kendisini canlandırmaktadır. Camille Javal ismi ise Bardot’nun filmdeki adıdır. Paul karakteri, bir zaman sonra kendi yazdığı filmin baş kahramanına dönüşürken Godard sinema dili üzerine yine özgün fikirler vermektedir.
Nema-ye Nazdik – 1990 – Abbas Kiarostami
Yoksul sinema tutkunu Hüseyin Sabzian, zengin yaşlı bir kadınla otobüste tanışır, kendisini ünlü yönetmen Muhsin Mahmelbaf olarak tanıtır ve bu role bürünür. Kadın Sebzian’ı ailesiyle tanıştırmak için evine davet eder. Gerçekler Sebzian’ın bu aileyle sözde film çalışmaları sırasında ortaya çıkar. Sabzian tutuklanır, sorgulama ve mahkeme süreci başlar. Sebzian’ın bunu neden yaptığını belgesel esintileriyle sunan film, İran sinemasının saf duyguları ve kurgunun tüm olanaklarıyla örülmüş bir yapıya sahip. Abbas Kiarostami, Muhsin Mahmelbaf ve sinema filmin birçok yerinde karşımıza çıkıyor. Nema-ye Nazdik izledikten sonra etkisi uzun süre boyunca devam eden filmlerden.
La mala educación – 2004 – Pedro Almodóvar
Ignacio ve Enrique bir Katolik okulunda birbirine aşık olan iki öğrencidir. Birlikte aşkı, korkuyu ve sinemayı keşfederler. Yıllar sonra yönetmen olan Enrique yeni bir fikir bulmakta sıkıntı çekmektedir. Hayatının böyle bir döneminde uzun zamandır görmediği ilk aşkı kapısını çalar ve ona bir hikaye getirir. İkilinin hikayeleri henüz bitmemiştir. Bu noktadan sonra senaryo ağdalı bir hal almaya başlar. Yönetmenin geçmişle geleceği, senaryoyla gerçeği uyum içinde işlediği bu film, döneminin cesur yapımlarından.
Living in Oblivion – 1995 – Tom DiCillo
Nick, düşük bütçeli bağımsız bir filmin yönetmenidir. Bir film çekiminde ortaya çıkabilecek tüm sorunlar, patlayan lambalar, yanlış replikler, kayıp kameraman, sete giren huysuz bir cüce gibi adeta konsantre şekilde üst üste gelir. Nick, oyuncular ve teknik ekip çileden çıkarak bu sorunlarla baş etmelidir. Kendi içindeki göndermeleri ve hoş detaylarıyla Living in Oblivion, rüya gerçek döngüsünü iyi kullanan, mizahi yönleri tadında, film içinde bir film.
Kamera Wo Tomeruna! – 2017 – Shinichiro Ueda
Film, eski bir atık su arıtma tesisinde zombi filmi çekmeye çalışan film ekibine bir anda gerçekten zombilerin saldırmasını konu ediniyor. Neye uğradığını şaşıran korku dolu film ekibi bu dehşetengiz yerden bir an önce kurtulmanın yolunu ararken, yönetmenin ısrarla “hayatının filmini” çekmeye devam etmesiyle işler çığırından çıkar. Ancak olaylar bununla sınırlı değildir, bunlar yalnızca madalyonun görünen yüzüdür, arka planda neler olduğunu ise son derece eğlenceli bir şekilde filmin ilerleyen dakikalarında görmeye başlıyoruz. Film içinde film teması ile tek plan çekim mantığını incelikli bir şekilde harmanlayan Kamera Wo Tomeruna! , amatör bir korku filminin setinde yaşananları da gözlemleyebilmemize olanak tanıyor.
Nun va Goldoon – 1996 – Mohsen Makhmalbaf
Otobiyografik ögeler taşıyan film, yönetmenin gençliğinde bir polise verdiği oyunculuk sözünü konu ediniyor. Polise çektiği filmlerinden birinde rol vereceğine dair söz veren ünlü yönetmen Makhmalbaf filmin yapım sürecine polisi ve bizleri de ortak ediyor. Makhmalbaf’ın bizzat oynadığı film, İran sinemasının birçok nüansını içinde barındırıyor. Nun va Goldoon, iyi yazılmış diyalogları, gerçek ve senaryo arasındaki kırılmalarıyla oldukça özel bir yapım.
La Nuit Américaine – 1973 – François Truffaut
İsmini bir sinema tekniğinden alan La nuit américaine, filmini tamamlamak için sayısız krizle baş etmeye çalışan bir yönetmeni konu ediniyor. “Pamela ile Tanışın” filminin yapım sürecinin yanında ekibin özel hayatlarına da tanık oluyoruz. Film ekibi ve yönetmen bir sinema setinde yaşanabilecek birçok sıkıntıyla ve oyuncuların kaprisleriyle tatlı bir şekilde cebelleşiyor. Mizahi ögeleriyle La Nuit Américaine, döneminin farklı yapımlarından olmayı başarmış.
Mayıs Sıkıntısı – 1999 – Nuri Bilge Ceylan
Muzaffer bir film çekmek için herkesin kendi sorunları içinde durağan bir hayat sürdüğü kasabasına gelir. Ailesini ve arkadaşlarını kullanarak bir film çekmeye çalışır. Artık bir şekilde oraya ait olmayan Muzaffer film çekme çabası boyunca durgun bir suya atılmış taş gibi farklı sorunları ve hayatları olan insanların gündelik yaşamlarında bozunmalar yaratır. Mayıs Sıkıntısı güçlü doğa çekimleriyle izleyiciye farklı duygular hissettiren filmlerden.
The Dreamers – 2003 – Bernardo Bertolucci
Amerika’dan okumak için gelen Matthew, Isabelle ve ikizi Theo ile eve kapanır. Birlikte hayatın, tutkunun ve cinselliğin sınırlarında keşfe çıkarlar. 68 olayları sırasında karışık olan Fransa’da geçen film, büyük ölçüde sinema sayesinde bir araya gelip yakınlaşan üç gencin hikayesini konu ediniyor. Üçlünün buldukları “hangi film?” oyunu sayesinde birçok sinema göndermesini barındıran film, bu referansları yer yer bir araç gibi kullanıp güçlü gelişmeler inşa ediyor.
Ulysses’ Gaze – 1995 – Theodoros Angelopulos
Yönetmen izleyenleri balkanlarda çekilmiş ilk film olma özelliğine sahip Manakis Kardeşlerin 3 bobininin peşinden bir balkan seyahatine çıkarıyor. Manaki biraderlerin 1905’te çektikleri orijinal görüntüleriyle başlayan film, ilerleyen bölümlerde savaş odaklı bir Balkan tarihi veriyor. Film,ana karakter olan A’nın, Manakilerin çektikleri ilk filmin kayıp olan negatifini aramasını konu ediniyor. Makedonya’da başlayan A’nın yolculuğu, doyurucu görsel sahnelerle Bulgaristan, Romanya, Sırbistan ve Bosna’da devam ediyor. Bosna’daki savaşın henüz bittiği 1995’te kurşun işlemiş binalar gibi gerçek mekânların kullanıldığı film, şiirsel atmosferde eski ve yeniyi kıyaslarken insanların acımasızlığı, birbirlerinin acılarına karşı duyarsızlığının yanı sıra umudu ve vefayı da işliyor. Bir sinema tutkusunun yanında A’nın kişisel yolculuğuna da tanıklık etmiş oluyoruz.
2 yorum
Batuhan Bey, Merhaba. Yavuz Turgul’un yönettiği Şener Sen’in oynadığı ‘Aşk Filmlerinin Unutulmaz Yönetmeni’ de listede olmalıydı. Selamlar.
‘Aşk Filmlerinin Unutulmaz Yönetmeni’ hem metin hem oyunculuk olarak Türk sinema tarihinin özel işlerinden biridir ve liste illa on filmle sınırlı ise Mayıs Sıkıntısı’ndan daha çok yakışacağı kesindir 😉