Sihir, bir baz istasyonu olsaydı, merkez binası kesin ‘Bagdad Cafe’ olurdu.
Hepimiz dönüm noktalarını biliriz. Bir şeyler olur ve her birimiz kendimize özgü biçimlerde yaşama devam ederiz. Bazen sık sık, bazen seyreltilmiş; ama yaşamımız boyunca devam eden dönüm noktaları vardır. Peki bu dönüm noktalarında bizim rolümüz ne? Yerimizde mi sayacağız, yoksa çekilecek miyiz kendi önümüzden? İnkâr mı edeceğiz, yoksa dönüşüme ortak mı olacağız? Kaçacak mıyız, yakalayacak mıyız?
İşte bu gibi insana dair çoğaltılabilir soruları yorumlayan kurgusal bir film Bagdad Cafe.
Girelim o halde içeri…
I’m Calling You
Bob Telson, meraklısının aşina olduğu, Jevetta Steele’nin seslendirdiği “I’m Calling You” ile Akademi Ödülleri’nde en iyi müzik dalında aday gösterilmişti.
Alman Yönetmen, senarist ve yapımcı Percy Adlon, filmin başlarında; bir dönüm noktasının tam da başında ve tam da seksenlere özgü, büyük boy, sarı renk bir termos aracılığı ile bizimle iletişime geçer. Filmi henüz izlemediyseniz, sizinle konuşacak bir termos beklemeyin, onu fark edin yeter. Beyaz perdede bu tarz renkli anlatımlar herkese ulaşabilmesi açısından bir başarıdır.
Bugün 83 yaşında olan bu aktif insanın dahil olmadığı festival neredeyse yok gibi. Kendisi en çok da 1987 tarihli, yönetmene bir çok ödül getiren filmimiz Bagdad Cafe ile biliniyor.
“-Merkez uzakta mı?
-Ne merkezi? Alışveriş merkezi mi?
-Bagdad’ın merkezi?
-Burası Bagdad.
-Hepsi bu kadar mı?
-Bu kadar.”
Jasmin (Marianne Sägebrecht ) ile Brenda (Carol Christine Hilaria Pounder) arasında geçen bu diyalog, seyircide filme dair uyanması beklenen ana fikri bize yansıtır.
Rahatsız edici kocasını ardında bırakıp, çölün ortasında tek başına kendi yoluna giden Jasmin’in Bagdad’a varması ve orada yaşananları izleyeceğiz film boyunca. Hiçbir formalitenin üstlerinde tutunamadığı, akışkan ve naif karakterleri ile her ikisinin de dönüm noktalarının eşiğinde olduğu çöl ortasında iki kadın, bir benzin istasyonu, bir kafe, bir motel ve bolca insanlık içeren masalsı bir açık hava tiyatrosu Bagdad Cafe.
İlk başlarda, suskun, çekingen, nerede olduğundan habersiz, yaşamının ardı ile sonrası arasındaki boşlukta şaşkın fakat daima yardımsever Jasmin ve aşırı kontrolcü, şüpheci ve daima gergin bir kadın olarak gördüğümüz Brenda ile karşılaşırız. Brenda da tıpkı Jasmin gibi kocasından uzaktadır. Jasmin’in kocasından; kocasının Brenda’dan kaçmış olması farkı ile.
Bagdad’a varan Jasmin bir sonraki adımına karar verene kadar buradaki Motel’de kalacaktır. Suskunluğu ve zararsızlığı Brenda için şüphe konusudur ve hiç tanımadığı bu kadından hoşlanmamaktadır. Jasmin bunun farkındadır, üzülmektedir ve kendine özgü biçimde Brenda’ya yaklaşmaya çalışır. Bagdad, Brenda’nın kovduğu ve film boyunca onu dürbünle izlemeye devam eden kocasını saymazsak; Brenda, bir kafe çalışanı, bir dövme sanatçısı, Brenda’nın üç çocuğu, arazideki karavanda yaşayan eski set ressamı ve artık Jasmin ile birlikte günübirlik müşterilerden başka kimsenin olmadığı bir yerdir.
Jasmin günler içinde tüm Bagdad nüfusu ile arkadaşlık kurmayı başaracaktır ve bu Brenda için bardağı taşıran bir sürahi dolusu sudur. Kontrol edemeyeceği bir durumla karşı karşıya kalan Brenda Jasmin’i Bagdad’dan kovar.
Ancak dakikalar içinde tepkisinin aşırılığını fark edecektir ve bundan sonra Jasmin’in suskunluğu ve çekingenliği; Brenda’nın ise şüpheleri geçmişte kalacaktır. Jasmin Bagdad’da kalır ve bu iki kadının hayatlarındaki dönüm noktası yavaş yavaş anlam kazanmaya başlar.
William Galison – Blues Harp
Filmin ikinci yarısı cidden anlatılmaz yaşanır türden. Yönetmenin tek bir karakter üzerinden bütün bir dönüşümü inşa ettiği hissine kapıldığım bir an oldu; fakat renklerin ara tonlar oluşturabilmesi için en az iki renge ihtiyaç olduğunu hatırladığımda bu his çoktan uçup gitmişti.
Renk demişken, filmde renkler sanki ışık aracılığı ile değil de, doğrudan duygulardan yansımış. Kostümler, makyaj, dekor, ışık ve çöl birbirine o kadar uyumlu ki; bugün pek çoğumuzun içinde olmak isteyeceği bir manzara, instagram fotoğrafları çekmek isteyeceği bir ortam, üstüne giymek isteyeceği bir kıyafet gibi. Yol sahnelerine dikkat edin.
Jasmin karakterini canlandıran Marianne Sägebrecht aynı zamanda bir yazar ve yönetmenin filmlerinde birlikte çalışmayı sevdiği bir oyuncu. Çok şirin bir görüntüsü var, onu izlerken sevgili Adile Naşit’i anmamak imkansız gibi bir şey. Aynı zamanda tiyatro oyuncusu olması onu tertemiz bir karakter oyuncusu yapmış. Ben izlerken son derece keyif aldım.
Carol Christine Hilaria Pounder, Brenda karakteri için yaratılmış gibi, filmin ikinci yarısı işler tersine döndüğünde ifadesinde bir bocalama sezdim ama karakterin de bocaladığı bir süreç olduğu için üstünde durmadım.
Mamafih, Brenda’nın piyano aşığı oğlu ve tam bir ergen profili çizen kızı; romantizm ve centilmenlik timsali hippi ressam; kafasına göre takılan dövme sanatçısı; kafenin olmazsa olmazı, herkesin arkadaşı kafe çalışanı olarak karşımıza çıkan tüm bu karakterleri çok sevdim.
Jasmin ve Brenda arasında sular durulduktan sonra Jasmin’in sürprizlerle dolu olduğunu öğreneceğiz. Tek başına Bagdad’a vardığında herkeste uyandırdığı belli belirsiz merak boşuna değildir. Eğlence yeni başlamıştır.
Bagdad için eğlence başlar başlamasına ancak dövme sanatçısı Debby’nin Motel’den ayrılma vakti gelmiştir. Kendisine neden ayrıldığını sorduklarında “Fazla uyum” cevabını verir. Kendi kapanışını hem makul hem de unutulmaz bir şekilde yapmış bu havalı karakteri anmadan olmaz.
İnsan oldukça karmaşık bir canlı, bazen kendimizi bile anlamak için zamana ihtiyacımız olabiliyor. Hâl böyle olunca, bu canlının doğasını böylesi eğlenceli, renkli ve keyifli bir biçimde ele alarak yüzeye varmayı denemek kesinlikle takdiri hak ediyor. Bu seyirlik filmden eksik kalmayın.
Sihirli günler…