1979 yılında Alan Corneau’nun senaryosunda George Perec ile birlikte çalıştığı Série Noire filmi, özünde”Hell of a Woman” isimli bir Amerikan romandan uyarlandı. Roman ile film, başlangıç sahnesinden itibaren bir noktada ayrılıyorlar; önce olaya değil (romanda olduğu gibi), Franck (Patrick Deweare) karakterinin iç dünyasına dahil oluyoruz. Ancak senaryo koltuğunda post modern kitapların yazarı George Perec’i gördüğümüzde bu durumu pek garipsemiyoruz. Film diyaloglarla dolu olmasına rağmen, Perec kitaplarında diyologlara çok az yer veren yazar. Ayrıca filmde George Perec’in “tepkisiz”liği öven karakterlerinin aksine (Buna örnek: yönetmenliğini yaptığı aynı isimli kitabından uyarlama film Un homme qui dort, 1971) Serie Noire’daki Franck karakterinin savaşan, derdini anlatmaya çalışan bir karakter olduğunu görüyoruz.
Bu açıdan paranoyak, uzlaşılmaz, mizantropist bir karakter Franck. Olaylar Mona isimli nemfomanyak bir kadına aşık olmasıyla gelişiyor. Mona karakterini Marie Trintignant canlandırıyor. Franck, Mona’nın teyzesi (Jeanne Herviale) ile yaşadığı eve satıcı olarak geliyor ancak bir sürprizle karşılaşıyor. Teyzesi ödeme yapmak yerine ona Mona ile bir gece geçirmesini teklif ediyor. Franck, kasabadaki satıcılar tarafından teyzesi aracılığıyla Mona’nın istismar edildiğini öğrendiğinde kıza karşı şefkat duygusu geliştirerek Mona’yı teyzesinden kurtarmaya karar veriyor.
Franck karakterinin mücadeleci bir karakter olduğunu söylemiştik. Duygusal anlamda Franck gibi hırpalanmış Mona’nın tepkileri ise daha farklı. Mona karakterini Franck’in aksine durumunu kabullenmiş, tepkisizliğe yönelmiş olarak okuyoruz. Ancak Franck, kızın tepkisiz davranışlarını kendisine yönelik bir tehdit olarak algılayarak film ilerledikçe dengesiz davranışlarını daha da arttırıyor. [Bundan sonrası filmin sonu hakkında bir ipucu içerir] Filmin sonu, sağlıklı bir zihne sahip karakterlerle mutlu bir son olabilecekken, Mona ve Franck ile iç karartıcı bir durumu yansıtıyor. Alaycı bir yaklaşım ile tersten bir sonsuza dek mutlu imajı çiziliyor. Her şey sorunsuz (!) bir şekilde bitmiş de olsa, karakterler içlerindeki sıkıntıyla yaşamaya devam edecektir. Ve Franck karakteri, filmin başında gördüğümüz halinden daha deli olmasa da, artık daha tehlikelidir. Etrafındaki insanları kendisinden daha saf olarak gören Franck, onları istediği gibi kullanacak, kandıracak, zarar verecektir ve bunların sorumlusu dilediği zaman kendisi, dilediği zaman içindeki şeytan (Id) olacaktır.
Toplumun içerisinde bulunduğu hastalıklı durumu özetler niteliktedir Serie Noire. Herkes Patrick gibi bir seri katil, bir psikopat olmayabilir: ancak bu içimizdeki “şeytana” yenik düşeceğimiz ana kadardır. Bir gün farklı varyasyonlarla kendisini gösterecek o anın biçimini (etrafımıza veya kendimize ne kadar zarar verdiğimizle alakalı olarak) bireysel ve toplumsal çelişmeler belirleyecektir.
BUFFET FROID VE SERIE NOIRE
Filmde Staplin karakterini canlandıran Bertrand Blier aynı yıl (1979) Aralık ayında yönetmenliğini yaptığı Buffet Froid isimli bir filmi piyasaya sürmüştü. Serie Noire ise Nisan’da çıkarılmıştı. Zamanlama açısından düşünüldüğünde Bertnard Blier’in Serie Noire’ın etkisinde kalmış olması olası. İki filmde de olay ve durumlardaki özgün absürtlükler, ikiyüzlü, öngörülemez ve bu nedenlerden dolayı da affedilemez bir toplum portresi dikkat çekiyor. Ayrıca iki film de minimalisttir, küçük bir karakter grubuna odaklanır, seyircide bir hapsolmuş duygusu uyandırır ve seyirciyi mutlu sonun imkansız olduğuna ikna etmeye çalışır. Film bittiğinde son söz seyirciye bırakılacaktır.