Salgın Filmleri ve Etkisi
An itibariyle bir milyondan fazla insanın Covid-19 ile enfekte olduğu bu günlerde salgın hastalıkları konu eden filmlere gösterilen ilgi oldukça anlaşılır bir şey. Contagion gibi filmlerin Hulu ve Netflix gibi online platformlarda izleme sayıları artarken bir yandan da psikologlar tarafından yoğun bir şekilde izlenmemelerine karşı uyarılar yapılmakta. Bununla birlikte kimi izleyici için pandemi filmleri maruz kalma terapisi işlevi görmekte.
Yani korkulan şeye belirli sürelerde belirli miktarlarda maruz kalarak normalize etme şekli. Kimisine göre ise kurduğu komplo teorilerine kanıtlar toplama yöntemi. Kimisi ise hazırlıklı olmak için rehberlik arayışında. Fakat sebebi ne olursa olsun ya da kaç tane salgın temalı film listesi bitirmiş olursak olalım bu türün başlangıcı konusunda oldukça az bilgiye sahip olduğumuz kesin. Dolayısıyla araştırma yaparken bulduklarımı Bağımsız Sinema okurları ile paylaşmak istedim. Keyifli ve sağlıklı okumalar dilerim.
Öngörü mü Deneyim mi?
Her ne kadar siyah-beyaz filmlerde değinilmiş olsa da salgın konusu yirminci yüzyılın ortalarına kadar temel unsur olarak izleyicinin karşısına çıkmaz. Bunun yerine fantastik öğelere değinmek için bir kılıf olarak kullanılır. Örneğin 1922 yılına ait Alman yapımı Nosferatu, Bir Dehşet Senfonisi‘nde vampirin (Nosferatu) ardında bıraktığı ölülere kılıf olarak vebanın kullanıldığını görebiliriz.
1939 yapımı Pacific Liner ise kaçak bir yolcu sebebiyle bir seyahat gemisinde başlayan kolera salgınını konu alır. Fakat bunu yaparken de geminin doktoru (iyi adam) ile kaptanı (kötü adam) arasındaki çekişmeye odaklanır. Çünkü doktor yolcuları haberdar edip, mürettebatı karantinaya alıp gerekli önlemleri yerine getirmek isterken kaptan durumu kimseye sezdirmeden her şey normalmiş gibi yapılmasını emreder. Nihayetinde mürettebatın doktorla iş birliği yapması sayesinde salgın kontrol altına alınır, yolcular durumdan haberdar olmaz, büyük çaplı etkiler görülmez ve de film mutlu sonla biter.
Mihenk Taşları
1947 yılında Amerika’da bir halı satıcısının eşi ile Meksika tatilinden dönerken yolda rahatsızlanır ve de New York’ta yatırıldığı hastanede vefat eder. Halı satıcısını ani ölümü ile rahatsızlığının sebebi anlaşılamasa da ilerleyen günlerde hastane çalışanlarının da aynı semptomları göstermesi ile çiçek hastalığı tanısı konulur. Medyanın, New York Valisi ve aşı şirketlerinin de körüklemesi ile salgın korkusu o kadar büyür ki tanının konmasından sonraki 3 ay içinde New York Sağlık Departmanı ve Amerika Birleşik Devletleri Halk Sağlığı Servisi’nin ortak çalışmasıyla 6,5 milyon New Yorklu aşılanmış olur.
Yaşanan korku ve histeri öncelikle gazete yazarlarının ilgisini çeker. Sonra da film stüdyolarının. Bu şekilde 1950 yılında Panic In the Streets ve The Killer That Stalked New York isimleri büyük çaplı salgının konu alındığı iki film çekilir. İkisinde de gerçeklik daha ilgi çekici, daha aksiyonlu bir şekilde anlatılsa da hastalığın yayılmaması için gösterilen çaba, sağlık örgütlerinin gösterdiği tepki ve olayların gidişatı nispeten doğru aktarılmıştır.
Panic In the Streets ve The Killer That Stalked New York’u takip eden salgın temalı yapımların sayısı artmakla birlikte temelde üç gruba ayrılabilir hale geldi. İlk grupta salgını zombiler, uzaylılar gibi fantastik unsurların başlama noktası olarak göstermenin yanı sıra abartı senaryolara sahip olan filmleri değerlendirebiliriz. İkinci grupta ise adım adım bir salgının nasıl yayılacağını ve hangi şekillerde tepki verileceğini anlatmaya çalışan filmler yer alırken üçüncü grupta salgın felaketi yaşandıktan sonraki dünyada hayata yeniden nasıl başlayacağımızı anlatan filmlere yer verebiliriz.
Bu bakımdan ilk grubun örnekleri arasında 1995 yapımı 12 Monkeys ise salgından sonraki dünyanın halini göstermekle bir türü bir adım öne taşımış olmakla birlikte zamanda yolculuk yapılabilinmesi ile fantastik özelliğini ön plana çıkartmaktadır. Nitekim filmde virusun kendisinden çok dini göndermelerle harmanlanan insan psikolojisi, zamanda yolculuğun mümkün olup olmadığı gibi konular geniş yer kaplar. 28 Days Later filminde ise salgın Covid-19 dahil tarihteki hiçbir salgında görülmemiş bir hızla yayılır. Aynı şekilde virüs semptomları enfekte olduktan 15 saniye sonra görülmeye başlar. İnsanları cinayete meyilli zombivari vahşi yaratıklara çevirmiş olan bu virüs tüm dünyayı 28 gün içinde etkisi altına almış ve toplumsal yapıları tamamen çökertmiştir. Salgının yayılma hızı, etkisi süresi ve de zombi elementleri sebebiyle ilk grupta değerlendirilebilinecek bir başka filmdir.
İkinci grup ise salgın hastalıklar ve verilen ya da verilmesi gereken tepkiler konusunda uyarıcı niteliğe sahip filmler diyebiliriz. Bunların arasında 1993 yapımı Outbreak, And the Band Played On, Painted Veil ve Contagion gibi filmler ver almaktadır. Hepsinin en önemli özelliği yaşanmış bir salgından yola çıkarak senaryolarının oluşturulmasıdır. And the Band Played On ve Painted Veil dönemin Aids ve Kolera salgınlarını konu alırken Outbreak ve Contagion Ebola ve Sars salgınlarından yola çıkarak oluşturulmuş senaryolara sahiptir.
Bu kategorideki filmlerin hemen hemen hepsinde halkın ve de otoritenin doğru ve yanlış adımlarını tek tek görebiliriz. Örneğin And the Band Played On‘da toplum baskısı sebebiyle yetkililerin ve hatta kimi biliminsanlarının konuya gereken tıbbi önemi vermekte yeteriz kaldığına şahit olurken Painted Veil’de yerel halkın enfeksiyon sebebiyle kaybettikleri yakınlarını su kaynaklarının yakınına gömmesi sebebiyle salgının hızla yayıldığını fark edebiliyoruz.
Outbreak ve Contagion ise halkın dağılan toplumsal yapı içerisindeki çırpınışını, dünyanın tıbbi bakımdan yaşadığı şaşkınlığı ve yetersizliği, yetkililer tarafından atılan yanlış adımların etkilerini, bencil politikaları ve yaşanması oldukça muhtemel olan daha nice insani durumu altını çizmekte. Bu filmlerde virüslerin nasıl ortaya çıktığına ve yayıldığına dair oldukça gerçekçi bilgilerin yer almasına rağmen salgından daha korkutucu olan şey küresel çağımızda tek bir yanlış hareketin tüm dünyada domino etkisine yol açabileceğinin ve paniğin salgından daha hızlı yayılabileceğinin uyarısını yapmalarıdır.
İkinci gruptaki uyarılar dinlenmemesi halinde ise üçüncü gruptaki filmler bizlere yeni dünya ihtimalleri sunmaktadır. Bu tür filmlerde muhtemelen izlenen dünya ile yaşanan dünya arasına mesafe koymak ve distopya etkisini sürdürmek adına salgınlar normalden farklı etkilere sahiptir. Örneğin I Am Legend‘da salgın insanlığın büyük çoğunluğunu ortadan kaldırmışken geriye kalanlar da güneşten korkan zombi/vampir karışımı bir yaratığa dönüşmüştür. Sayısı oldukça çok az olan bağışıklık sahibi insanlar ise yaratıklardan zarar görmeden düzeni tamamen bozulmuş dünyada bir çıkış yolu, bir tedavi bulmaya çalışmaktadır.
Children of Men‘de ise grip benzeri başlayan bir salgın insanların üreme sistemini etkileyerek popülasyonu oldukça ciddi derecede etkilemiştir. Yaşanan dönemde işler halinde olan sayısı ülke vardır ve bunlar da sistemlerini yeni dünyaya uyacak şekilde değiştirmek zorunda kalmıştır.
Hangi grupta yer alırsa alsın salgın filmlerinin bu kadar popüler olma sebebine geldiğimizde ise insan doğasının bilinmezi şekillendirmekten aldığı zevk olarak açıklayabiliyoruz. İster zombiye çevirsin isterse gerçek hayatta karşılaşabileceğimiz bir hastalık olsun, mikrop ve bakteri konusunda halen tüm bilgileri elimizde bulundurmayışımız salgınları tüm dünyayı etkileme ve etkisiz hale getirme ihtimalini canlı tutmakta. Bu durumda tahmin edilemeyen durumların öngörülemeyen olaylara sebebiyet verdiği bu filmlerin cazibesi cevap arayışındadır. Özellikle Corona salgını ile yeniden popüler olan salgın temalı filmlerin çoğunluğu, en fantastik olanları dahil, bir cevap aramakta. Kimisinde zombiliğin tedavisi bulunmakta, kimisinde o son bağışıklık sahibi insan günü kurtarmakta. Daha aklıselim senaryolarda ise bir nevi yol haritaları sunmakta, asıl önemli olan şeylerin bir bir üzerinde durulmakta. Bu açıdan bakıldığında pandemi filmleri izleyiciye, bilhassa bu günlerde, realiteden kaçıştan ziyade edindikleri bilgiyi çeşitli şekillerde yeniden işleme imkanı sunuyor. Şahsım adına işlemek üzere çıkarım yaptığım en önemli bilgi ise kahramanların muazzam yetilere sahip süper insanlardan değil günlük hayatını sürdüme ve koruma çabasında olan sıradan insanlardan çıkmasıdır.