Delilik konusu defalarca kez beyaz perdeye konu oldu. Bazen dramatik bir biçimde, bazen gerilim dolu ama her defasında içimizde bir yerlere dokunur şekilde. Çoğu zaman rahatsız olmuş bir şekilde koltuğumuza gömülmüş olsak bile izlemeye devam ederiz. Çünkü binlerce yıldır insanlar deliliğin sınırlarında yaşayan insanların nasıl bir girdabın içinde olduğunu merak ediyor. Ruh halinde ve davranışlarında problemli bir yol süren bireylerin gizemli dünyasına girmek itiraf edelim tüyler ürperticiliğinin yanı sıra empati duygumuzun yükselmesine sebep olmuştur. O zaman lafı daha fazla uzatmadan gizemli dünyalara doğru yol alalım, listedeki filmleri sırayla izleyelim, tabii odadaki ışıkları mümkün mertebede kısarak!
Donnie Darko / 2001
Richard Kelly’nin ilk filmi olan Donnie Darko, adından da anlaşılacağı üzere Donnie adında bir gencin terapi hikayesini anlatıyor. Donnie’nin uyurgezer olması ve geceleri Frank adında tavşan maskesi takan hayali bir arkadaşıyla gezmesini konu alan film aynı zamanda sürrealist bir atmosfere de sahip. Doktorunun Donnie’nin bilinçaltına girdiği seanslar sayesinde Donnie’nin karanlık ergenlik bunalımlarına şahit oluruz.
Spider / 2002
Mr. Cleg’in çocukluk travmalarıyla dolu şizofrenik öyküsünü anlatan film, çekildiği sene beyaz perdeye damgasını vurmuştu. Çocukluğunda iplerle oynamayı sevdiği için annesi tarafından Spider olarak çağırılan Mr. Cleg, hatıralarını da bir örümcek ağı gibi örmektedir. Gözetim evinde yaşayan ve burada çılgınlar gibi aldığı notlarla hafızasındaki boşlukları tamamlamaya çalışan kahramanımızın varoluşsal problemlerle dolu hayatına uzaktan seyirci oluyoruz.
Psycho / 1960
Klasikler arasında en üst sıralarda yer alan Psycho, Alfred Hitchcock’un ne kadar başarılı bir gerilim filmi yönetmeni olduğunu da kanıtlıyor bize. Filmin karanlık atmosferi ve tekinsiz havası seyirciyi her dakika germeyi başarıyor. Çok da bir şey yazmaya gerek yok. Saplantılı durumların kişiyi nasıl şizofreniye götürdüğünü gayet başarılı bir şekilde işliyor film.
Beyza’nın Kadınları / 2006
Psikiyatr kocasına aşık bir kadın ve İstanbul’un çeşitli yerlerinde işlenmeye başlanan seri cinayetler. Beyza’nın değişmeye başlayan karakteri ve kocasının cinayetleri çözmek için polisle işbirliği yapması. Film ilerlerken hepsi birbiriyle bağlanıyor ve Beyza, öldürülen kadınlarla kendi arasında bir bağ kurmaya çalışıyor. Bir kadının gizemli dünyası, izlememiz için bizleri bekliyor.
Fight Club / 1999
Evet, listemizin belki de en beğenilmiş ve izleyicileri ikiye ayırmış filmi de Fight Club. Bir kısım Fight Club’ı sinema tarihine ikiye ayıran film olarak görürken, bir diğer kısım da bunun tamamen abartı bir tabir olduğunu düşünüyor. Bütün tabulara karşı çıkan bir film Fight Club. Aranızda izlemeyenlerin olabileceğini düşünerek çok fazla detay vermek istemiyorum. Yazının bu kısmını filmin en çok bilinen müziğinden şu sözle bitirmek istiyorum:
“Ama yanında kendimi en gerçek hissettiğim lider aslında sadece zihnimde. Peki zihnim nerede?”
Nostalghia / 1983
İtalya’da sürgün hayatı yaşayan bir sair Andrei ve tercümanı ile birlikte yaptığı yolculuğu konu alan filmde, ikilinin yolunun İtalya’daki bir kaplıcaya düşmesiyle birlikte Andrei kendini bambaşka duyguların içinde bulacaktır. Kendisinden hoşlanan bir kadın ve Andrei’nin onunla girdiği uyumsuz diyaloglar sonunda dünya algısı değişmeye başlıyor. Günümüzde yabancılaşmanın delilik kavramıyla birlikte anlatıldığı film, yıllar geçmesine rağmen hala izleyenlerin ufkunu genişletiyor.
Misery / 1990
Sinirlerimizi kökünden koparıp atan bir film Misery. Stephen King’in kitabından uyarlanan film, bir yazar ve onun hayranını konu alıyor. Yazar bir dağ yolunda giderken kaza yapar ve uyandığında kendini bir kadının evinde bulur. Ona iyi bakacağını söyleyen bu kadın, yazarın çok büyük bir hayranıdır. Fakat bu hayranlık ve takıntı derecesindeki tutku acaba yazar için iyi mi olacaktır yoksa yazarın sonunu mu hazırlayacaktır?
Black Swan / 2010
Annesinin baskılarından yıpranmış, kırılgan bir kız olan Nina’nın hikayesi. Siyahı ve beyazı aynı anda içinde taşıyan Nina’nın, hem kendini yükseltecek hem de kendi düşüşüne sebep olacak tek kişi kendisidir. Psikolojisi fiziksel dünyasına da yansıyan Nina, durmadan kusuyor ve tırnaklarını sanki canı acımıyormuşçasına tenine batırıp, tenini kanatıyor. Bir balerin olan Nina’nın karmaşık dünyasındaki yükselme isteği ve bu uğurda kendini ikinci plana atmasını konu alan film, bir nevi insanların hırslarının ve doyumsuzluklarının onları sürüklediği dipsiz kuyuyu gözler önüne seriyor.
The Tenant / 1976
Oyunculuğun gözlerimizi parlattığı bu Roman Polanski filmi, bireyin kendinden uzaklaşıp şizofreninin esiri olmasını en iyi anlatan filmlerden biri. Sadece kendine sunulanla yetinen biri ve önüne gelen şeyleri reddedemeyen bir karakter ve sonunda büyük çöküş. Harikulade bir psikolojik gerilim olan film toplumun birey üzerindeki etkisini çok iyi anlatıyor.
Hour of the Wolf / 1968
Birini ne kadar sevebilirsiniz? Onunla birlikte delirebilecek kadar sevebilir misiniz? Ingmar Bergman’ın bizi derinden yaralayan bu filmi, aşkın zor yüzüyle başa çıkabilir miydim sorusunu akıllara getiriyor. Son zamanlarını izlediğimiz ressam Borg, karısının yanında bile çoğu zaman yalnızdır. Geçmişini kurcalar, korkularıyla yüzleşmeye çalışır. Karısı tüm çabalarına rağmen ona ulaşamaz fakat bir yerden sonra o da kocasıyla aynı hayaletleri görmeye başlayacaktır. Gerilim yüklü hüzünlü bir aşk hikayesi diyebiliriz bu film için.
A Woman Under Influence / 1974
Zamanının büyük çoğunluğunu çocuklarına bakmak ve ev işleri yapmakla geçiren ev kadını Mabel, aynı zamanda içinde kırılgan bir ruh taşımaktadır. Orta sınıf Amerikan ailesi buhranını konu alan film, bir kadının kendisinden beklenenlere vermeye çalıştığı cevapları tüm çıplaklığıyla gözler önüne seriyor. Tamamen kocasının ve çevresinin istediği şekilde yaşayan bir kadın ve onun içinde kopan fırtınalar ve baskı altında değişime uğrayan ruhlar.
Teyzem / 1986
Çocukluğundan beri erkeklerin cinsel tacizlerine maruz kalan ve bu şekilde büyüyen Üftade, tamamen kendi dünyasına kapanmıştır. Başından geçen mutsuz bir evlilik ve onun bitimiyle birlikte baba evine dönen Üftade için yakın olabildiği tek kişi küçük yeğeni Umut’tur. Kimseye güvenmeyen Üftade, kendi yalnızlığı içinde geçmişin anılarına dalar ve yavaş yavaş çöküşü başlar. Aşkı arayan bir ruh ve onun tükenişini şiirsel dille anlatan bir film.
Pi / 1998
Aronofsky’nin düşük bütçeli ilk filmi olan Pi, bir matematikçi olan Max Cohen’in evrenin sırrını çözme takıntısını konu alıyor. Dahiliğin deliliğe dönüştüğü film, gerilimli atmosferiyle bizi başından sonuna kadar ekrana kilitliyor. Paranoyak kareleri ve tekinsiz atmosferiyle deliliği iliklerinize kadar hissedeceksiniz.
Shutter Island / 2010
Tehlikeli kadın ve erkek akıl hastalarının tutulduğu bir ada. Doktorlar, hemşireler, hastalar ve sessiz sakin görünen bir hastahane. Fakat bu sessizliğin içinde korkutucu bir tekinsizlik kol gezmektedir. Film başından sonuna kadar bir şeyleri çözmemizi istiyor ve sonunda o çözümü bize sunuyor. Herkesin, her şeyi daima tekrarladığı bu hastahanede olanlar gerçeklik algısını tamamen yok ederek karanlık atmosferiyle seyircinin içine işliyor.
Elling / 2001
Annesi öldükten sonra ne yapacağını bilemeyen Elling aynı klinikte kaldığı bir adamla bütün vaktini geçirerek onunla iyi arkadaş olur. Devreye giren Norveç kurallarıyla birlikte klinikten çıkarılan ikili dışarıdaki hayate adapte olmak zorundadır. Oysa ikili alışveriş yapmak, birine merhaba demek ve hatta sokakta yürümek konusunda bile başarılı olamamaktadırlar. İnsanı etkileyen atmosferiyle Elling çekildiği yıl en iyi yabancı film dalında Oscar’a aday olmuştu.
Kaynakça: Aktüel Psikoloji.