Perfect Days: Wim Wenders’den ‘Hayat Nasıl Yaşanmalı’

Yazan: Derya Vural

Cannes Film Festivali’nde En İyi Erkek Oyuncu Ödülü’nü kazanan Koji Yakusho’nun etkileyici performansıyla “Perfect Days” filmi, 2023’ün unutulmayacak filmleri arasında yer alıyor. Filmi 6 ay arayla iki defa izleme fırsatı elde ettim. Her iki izlediğimde de ana karakter Hirayama hakkında farklı düşüncelere kapıldım.

Wim Wenders’in son filmi Perfect Days (Mükemmel Günler), temelinde Tokyo’da tuvalet temizleyicisi olan Hirayama’nn gündelik yaşamından ve bu süreçte karşılaştığı insanlar ile ilişkilerinden kesitler sunmaktadır. Film boyunca Hirayama’nın sokakta dikkatini çeken ağaç dallarından, rüyasında gördüğü imgelere kadar çevresindekilere verdiği değere ve hayatı yaşayış şekline tanıklık ediyoruz.

Film, müziklerden tutun kamera açılarına kadar hepsi, Hirayama’nın dünyaya ve hayata olan bakışını izleyiciye yansıtmak üzerine tasarlanmıştır. Wim Wenders bir röportajında Hirayama’nın karakterine ve gündelik akışına uyacak şekilde özellikle basit çekim teknikleri kullandığını belirtiyor. Bu şekilde, Hirayama’nın kendisini, bakışlarını ve gördüklerini, karenin odak noktası yapan yönetmen, Hirayama’yı temel alan bir Tokyo filmine imza atıyor.

Film yavaş temposu ile Hirayama’nın hayatı bilinçli, sakin ve detaylı ele alışını izleyiciye aksettiriyor. Zaman içerisinde ana karakterin rutinlerine ve gündelik akışına aşina olduğumuz filmde yeğeni ile ablasının hayatına girmesiyle karakterimizin geçmişi hakkında bilgi edinme fırsatı elde ediyoruz. Ablası ile kurduğu diyalogları ve yeğeninin kısa ziyaretinde gördüklerimiz, geçmişte şimdikinden farklı bir yaşamının olabileceği ihtimalini ortaya çıkarıyor.

Tokyo ve Tuvaletlerinin İlhamı

“Perfect Days”, ‘The Tokyo Toilet Art Project’ kapsamında yeni yapılan tuvaletler üzerine film çekme düşüncesiyle hayata geçirilmiş bir film. Filmde proje kapsamında yapılan farklı tarzdaki tuvaletlerin estetiğine ve farklı profillerdeki tuvalet kullanıcılarına yer veriliyor.

Her ne kadar “Perfect Days” filminin fikrini ve mekanını belirleyen bu tuvaletler olsa da Wim Wenders’in filmlerinde Tokyo’ya yer vermesi daha eskilere dayanıyor. “Şehirler ve Giysiler Üzerine Not Defteri”, “Dünyanın Sonuna Kadar” ve “Tokyo-Ga” filmlerinde de Tokyo’nun Wim Wenders üzerindeki etkilerini görebiliyoruz. “Perfect Days” filminde gördüğümüz Tokyo, karakterimizin mütevazi yaşamının çevresinde, küçük iki katlı Japon evlerinden, parklar ve yol üstünde geçtiği köprülerden oluşuyor.

Japonya’nın kültürel tarihi her ne kadar son yüzyılda kapitalizmin etkisiyle “modernleşmeye” doğru eğilim gösterse de öncesinde uzun yıllar Shinto ve Zen inançlarının etkisi altında gelişim göstermiştir. Shinto ve Zen; modern toplumun doğayı kontrol edilecek bir etmen olarak gördüğü bakış açısının aksine doğayla insanı bir bütün olarak görmektedir. Bu etki altındaki yapılaşmalar, doğayla bütünlüklü ve uyum içerisinde yaşanılabilecek bir ortam yaratmayı hedeflemektedir.

“Perfect Days” filmi de bu felsefenin somut örneklerine yer vermektedir. Filmde karakterimiz, her öğle vakti “Tori” denen (doğada var olduğuna inanılan tanrıyı temsil ettiği söylenen) kapıdan önünde saygıyla eğilerek geçip yeşilliğin içinde aynı parkta, adeta arkadaşı gibi gördüğü ve dallarını fotoğrafladığı ağacın karşısında yemek molası vermektedir. Ağacın dallarının belli açıdan “an”larını yakaladığı analog fotoğraflardan oluşan büyük bir albüme sahip Hirayama’nın, kendi mola zamanlarına ve buna eşlik eden ağaca verdiği değeri görmekteyiz.

Hirayama, kendisini canlandıran Koji Yakusho’nun da bir röportajında vurguladığı gibi yaptığı her şeyi, yapmak istediği için yapmaktadır. Her gün aynı bankta aynı ağacın aynı açıdan dallarının fotoğrafını çekmekten sıkılmıyor çünkü zaman içerisinde ağaçla kurduğu bağa değer veriyor. Her gün temizlikçinin sokağı temizleme sesiyle uyanıp aynı yerlerde yemek yediği ve aynı tuvaletleri temizlediği için sıkılmıyor çünkü her anını yeniden yaşıyor .

Gündelik yaşamı, zevk aldığı şeylerin rutininden oluşuyor. Ama bu da beraberinde bir soru işareti getiriyor. Gördüğümüz rutinleri ile oluşturduğu dünya gerçekten de Hirayama’ya yeten bir dünya. İşinde yükselmek, çok para kazanmak gibi hedefleri yok. Mutluluğunu her anına ve yaptıklarına bağlılığını göstererek yaratıyor. Bu daha fazlasını isteme, yükselme isteği belki de sadece tüketim toplumunun bize kazandırdığı bir bakış açısıdır ve Hirayama aslında mütevazi bir yaşam sürerek ve sadece elindekilere odaklanarak mutluluğa ulaşılacağını keşfetmiştir. Öte yandan her gününü, haftasını belli rutinler çerçevesinde kurmak, aynı zamanda farklılıklara ve belki yeni deneyimlere kendini kapatmakla da eş anlama gelebiliyor. İnsanın kendini farklılıklara kapatması ve rutinlere bağlaması, konfor alanında kalmak istemesi belki de farklılıkların yaratabileceği stres faktörünü yok etmek içindir.

Ablasıyla olan sahnede, ablasına özlemle sarılırken, arkasından ağlarken aslında geçmişinden gelen yaraların var olabileceğine şahitlik ediyoruz. Belki de eskiden ablası gibi zengindi, ailesiyle yakındı ve çok farklı bir yaşam tarzı vardı. Bazı yaşadığı olaylar onu bu yaşam tarzına, ailesinden uzaklaşmaya mecbur bırakmıştır. Her şeyi geride bırakıp basit bir yaşam sürdüğü, elindekilerden zevk almaya odaklandığı ve bu süreçte iyileştiği, kendini yenilediği bir döneme ihtiyaç duymuştur. Yönetmen bir röportajında, Hirayama’nın geçmişi hakkında özellikle çok fazla bilgiyi izleyiciye sunmak istemediğini bu kısmı izleyicinin hayal gücüne bıraktığını söylüyor. Öte yandan her ne kadar biz izleyicileri merak içinde bıraksa da röportajın devamında Koji Yakusho’nın karaktere daha iyi girebilmesi için sadece Koji Yakusho için Hirayama’nın geçmişini anlatan üç sayfalık bir yazı yazdığını da belirtiyor.

Müzikler

Filmde müzikler önemli bir role sahip. Rolling Stones, The Animals, Lou Reed, Van Marrison gibi eskilerin hit şarkıcılarına filmde yer veriyor. Şarkılar sadece sahnenin anlatımını destekleyen bir unsur olmaktan öte zaman zaman sahnedeki duyguyu ve karakterleri anlatmada temel öge haline geliyor. Hirayama’nın şarkıyı dinleme şekli, Skytree binasını her gördüğünde şarkıyı başlatma rutini ve bunu her gün işe giderken her şarkıda ayrı bir zevkle yapması filme farklı bir güzellik katıyor.

“Perfect Days”, Hirayama’nın Feeling Good şarkısını dinlerken yakın planda çekilmiş ifadelerine odaklanarak sonlanıyor. Sahnede, son zamanlarda izlediğim en samimi ve etkileyici performanslardan birine imza atan Koji Yakusho’nun, Cannes Film Festivalinde en iyi erkek oyuncu seçilmesinin sebebi kesinlikle anlaşılıyor. İfadelerinde mutluluk, üzüntü, umut gibi yoğun duygu değişimlerine şahit oluyoruz. Hayatı iyisi ve kötüsüyle kabullenmiş birinin ifadelerini görüyoruz ancak buraya gelmek için neler yaşadığı yine bir soru işareti olarak kalıyor. Filmi ilk izlediğimde, iyileşme sürecinde olan ama bilinçli, hayatı olduğu gibi kabullenmiş, umutlu bir insanı gördüğüme emindim. İkinci defa izlediğimde ise sadece hayatın güzelliklerine gözü dolan birini izlediğimi düşündüm.

Wim Wenders yine bir röportajında, eski filmlerinin hayatta arayış içinde olanlar hakkında olduğunu ancak Hirayama’nın arayış içinde olmadığını söylüyor. Bütün filmlerini hayatın nasıl yaşanması gerektiği sorusu üzerinden kurduğunu çünkü kendisinin de bu sorunun cevabını aradığını ancak Perfect Days’in bu soruya verilebilecek en net cevap olduğunu ekliyor. Hirayama’nın hangi süreçlerden geçerek bu yaşam tarzını benimsediğini bilemiyoruz belki ama bu yaşamı sevgiyle ve olduğu gibi kucakladığını söyleyebiliriz.

Yorum Yapın

Bunlar da İlginizi Çekebilir