California’da Palm Springs ‘te bir düğün gününe hapsolan Nyles ve Sarah’nın hikayesini izliyoruz. Filmde aynı güne sıkışan Nyles bir gün gelinin ablası olan Sarah’yı da o güne tutsak eder. Kahramanlarımız bu “Groundhog Day” günlerde farklı yanlarını ve hayatı keşfederler hatta kaçtıkları duyguların adresi de bu zamansızlıkta ortaya çıkar. Sarah ve Nyles ölemedikleri için bir sürü farklı deneyim yaşar. Ne de olsa ölümsüzüz ve bugünden çıkamıyoruz diyen Sarah şiddet içeren eylemlere doğru giderken Nyles onu uyarır. Ölüm yoktur ama acı ve yaşananlar gerçektir ve hafızalarında bu deneyimler tüm tazeliklerini koruyacaktır. Bu zamanın üstünde bir boyuttur işte. Yaşanılanın gerçekliği zamanı delebilir. Mağara alegorisi filmde zaman geçişini tayin eden mekân olarak karşımıza çıkar. Platon göndermesi olabilecek kadar derin bir film olduğunu düşünmediğim için üzerinde durmuyorum.
Filmin belki de Groundhog Day’e saygı duruşuna geçtiği yegâne sahnelerden biri Sarah’nın bu zaman döngüsüne neden düştüklerini anlamaya çalıştıkları diyaloglarda gizlidir. Sarah bir karmadan söz eder. Nyles zaten sorumsuz ve birçok kötü özelliğe sahip bir adamken Sarah da kendisinin pek matah olmadığının farkındadır. Bu zaman döngüsünden çıkmanın bir diğer koşulu belki de iyi bir insan olmaktan geçer. Tabii ki bu filmden bahsediyorsak Groudhog Day’i anmadan geçemeyiz. Yönetmenliğini Harold Ramis’in üstlendiği senaryosunu da Danny Rubin ve yine Harold Ramis’in yazdığı 1993 yılı yapımı film. Bill Murray hava durumu sunucusu olarak yaklaşan bir kar fırtınası haberi için Pensilvanya’ya gider. Ve uyandığı 1 Şubat gününe defalarca uyanır. 2 Şubat olmaz bir türlü. Tıpkı Nyles ve Sarah’nın yaşadığı gibi. Her sabah aynı gündür. Zamanın uyku öncesine sıkışması gibi…
“Kaufman’ın yaptığı her şeye bakın,” diyor O.Russell, “oraya önce Harold ve Danny’nin vardığını göreceksiniz.” Groundhog Day terimsel olarak da İngilizceye günlük kullanıma bu film sonrasında geçmeyi başarır. Film öyle zekice kurgulanmıştır ki senaristlerin en büyük korkusu tekrar iken film o tekrarın üzerine yürür ve zeki manevralarla her defasında o tekrardan daha güzel çıkar. Sanki Deleuze’un tekrar ve fark kavramlarını takip ediyor gibi…
“Tek bir yerde sıkışıp kalsan ve her günün tamamen aynı olsa ve yaptığın hiçbir şeyin önemi olmasa ne yapardın?”
Phil, Groundhog Day
Palm Springs’e tekrar dönecek olursak tam da pandemide evlere kapandığımız 2020 yılına ait bir film. Zamanın hepimiz için kifayetsiz bir hal aldığı ve ne yaşadığımızı algılayamadığımız yıl. Tüm sosyal kaynaklarımızın fiziksel ortamlardan bağımsız sosyal medya ve internete indirgendiği trajik yıl… Filmi izleyip üzerine yazı yazmaya karar verdikten sonra bunun bir sinema yazısı olmaktan çok dertleşmeye dönebileceğini öngörüyordum. Nitekim öyle de olmaya başlıyor.
Palm Springs Üzerinden Zamanın Ruhunu Okumak
Hem pandemi de hem de filmde sorduğumuz en anlamlı soru “Ya yarın yoksa?” Durmak artık çok zor! Zaman aslında geçmez. Doğru ya da yanlış değildir. Bizler yaşayanlar olarak zamanın içinden geçeriz. Covid tüm hayatımızı Groundhog Day’e çevirdiği için, bu türe keskin bir bakış açısı getirmek için mükemmel bir zamanlama. Covid’le her gün aynı güne uyandığımız bunun trajedisini de iliklerimize kadar hissettiğimiz bir dönem yaşadık. Ne bu filmdeki gibi trajik olanın komedisine vakıf olabildik ne de yaşıyoruz ve hasta olmadık diye minnet edebildik. Şimdi geriye dönüp baktığımızda o eve tıkıldığımız günleri hatırlamak bile istemiyoruz hatta mümkünse dönüp bakmıyoruz. O anılardan ölesiye uzaklaşma isteğimizi zamanı pandemi sonrası nasıl hızlandırdığımızı düşündüğümüzde belki anlayabiliriz. Yani tam bir yanlış zaman sevgilim alegorisine düştük!
Önce pandemide evden Zoom toplantıları ile birlikte küçük kameralarda hiç olmadığı kadar saatlerce kendi yüzümüzü ve başka insanların yüzlerine odaklandık. Her baktığımızda belki simetrik olmayan bir şeyler keşfettik. O güne kadar şikâyet etmediğimiz kaş hizamızdan burun büyüklüğümüzden ya da dudak kıvrımlarımız gözümüze batmaya başladı. Saatlerce süren toplantılar ya da online dersler bizi daha da Sherlock Holmes olmaya ve en küçük detayların içine çekti. Sherlock olarak girdiğimiz bu serüvende Mr. Hyde ve Dr. Jekyll gibi ikiye bölünmüş halde uyandık. Şimdi Instagram hiç olmadığı kadar kıymetli. Kısa videolar hap içerikler… Daha uzun ya da daha derinlikli şeyleri izlemeye tahammülümüz oldukça az. Nuri Bilge Ceylan’ın gelecek son filmini nasıl izleyeceğini düşünenlerin sayısı az olmasa gerek… Durağan ve yavaş olana karşı ne anlayışımız ne de tahammülümüz kaldı. Kimsenin kaybedecek bir saniyesi bile yokken saatlerce Reels videolarında kaybolabiliyoruz. Bu da çağımızın trajedisi. Çünkü oyalanmak her zamankinden daha keyifli… Bunun dışında kalmak elbette mümkün görünmüyor.
Tüm teknolojiden kaçmaya çalışıp bunu başaramayan Johann Hari de aynı şeyi söylüyor. Ama belki içindeyken arada dışına çıkıp bir hava almak mümkündür kim bilir… Anlamak için durmak gerek gerektiğini unuttuk sanırım. Under – altında / stand – durmak yani durmak eylemi anlamanın ön koşulu. Ama yeterince durduk ve durmamalıyız algısı hepimizi esir aldı bir yanda. Zaman hızla akıyor. Tabii yaşadığımız çağın ruhu da bu konuda günahsız sayılmaz pek. Johann Hari “Çalınan Dikkat” kitabından bu konuda kendimizi suçlamamızın da yersiz olduğuna dikkat çekiyor. Zira içinden geçtiğimiz çağın ruhu gençliğe ve hıza tutkun bir atmosfere sahip. Yalnızca gençliğin övüldüğü, hızın ve yüzeyselliğin göklere çıkarıldığı bir dönem. Multi-task sayesinde bir “şey”e odaklanmaya ışık hızı kadar uzak olduğumuz yılları hızla yaşıyoruz. Ve yaşamaya da devam edeceğiz gibi görünüyor. Umarım arada kafamızı atmosferden çıkarıp uzay boşluğunu görebiliriz.