61. Uluslararası Antalya Film Festivali’ni arkamızda bıraktık. Yoğun koşturmaların arasında uzun süre daha konuşacağımız filmler izledik. Bunlardan bir tanesi de Önder Şengül‘ün “Balinanın Bilgisi” filmi.
“Balinanın Bilgisi” festivalde sinemaseverleri etkileyen yapımlardan bir tanesi oldu. Filmin yönetmenliğini yapan Şengül’ün; geçmişte görüntü yönetmenliği alanında uzun yıllar çalışmış olduğunu her bir karede görebildik. Film güçlü anlatım dili ve özgün sinematografisi ile büyük övgüler topladı ve festivalden evine iki ödülle döndü. Önder Şengül ile filme dair ilhamlarını, proje hazırlık süreçlerini ve projeyi oluşturma yolculuğunu konuştuk. Sinemaya bakışı, kırsal alana göç ve hayatındaki ilhamlar da röportajın ekstraları. Lafı uzatmadan sevgili Önder Şengül‘e bırakıyorum.
Görüntü yönetmenliği kariyerinizde büyük başarılar elde ettiniz. İlk uzun metrajlı filminizi yönetmek için sizi motive eden şey neydi?
Filmimi çekme arzusu bende hep vardı. İlk uzun metraj senaryomu 19 yaşındayken yazmıştım. Sonrasında sektöre girip kamera bölümünden ilerledim. Hatta görüntü yönetmenliği yaptığım süreçte de kendi işlerimi yazıp yönetiyordum. Kamera departmanında başlamak aslında biraz işin mutfağını görme motivasyonu ile ilgiliydi. Bu arzu ile kameraya ve sinematografiye sarıldım ve ilerledim. Sonunda da artık filmimi çekme motivasyonuyla kırsala yerleştim.
Görüntü yönetmenliği geçmişinize bakıldığında, görsel içgüdülerinizi yönetmenliğin geniş sorumluluklarıyla nasıl dengelediniz? Önceden doğrudan kontrol ettiğiniz alanlarda ekibinize güvenmek zor oldu mu?
Bununla ilgili hiçbir sıkıntı yaşamadım. Zaten görüntü yönetmenliğim sırasında sahneye biraz da reji kafasıyla yaklaşabiliyordum. Yönetmeni anlamak açısından bu işimi kolaylaştırıyor ve hızlandırıyordu. Yönetmenliğim sırasında da artık görüntü yönetmenine nasıl açı vereceğimi ve onun işini nasıl kolaylaştırıp, hızlandırabileceğimi biliyordum. Yönetmen ile görüntü yönetmenliği arasındaki bu ilişki çok değerlidir. Sonuç olarak gözüne ve gönlüne güvendiğim arkadaşlarımla çalıştım. Ayrıca setteki herkes arkadaşımdı ve gönüllülerdi. Bu yüzden profesyonel sektöre göre dinamikler biraz değişiyor tabii.
Şu an kırsalda yaşamayı tercih ediyorsunuz. Bu yaşam tarzı yaratıcı sürecinizi ve “Balinanın Bilgisi” filmindeki hikaye anlatımınızı nasıl şekillendirdi? İzolasyon ya da doğal çevre filminize ilham kaynağı oldu mu?
Kesinlikle ilham kaynağı oldu. Kırsal yaşam tercihi bir taraftan büyük şehirden kaçmak gibi duruyor fakat aynı zamanda insanın kendi içsel yolculuğunun bir parçası olarak da bakmak lazım. Doğa ve hayvanlar ile ilişkinin bu yolculukta ne kadar değerli olduğunu zamanla gördüm. Zaten buna fazlası ile uyumlu bir yörük kadınının hikayesini duyarak filmin yolculuğuna çıktım.
Görüntü yönetmenliğinden. yönetmenliğe geçiş, özellikle oyuncularla yakından çalışmak gibi dinamikleri de içeriyor. Oyuncu yönetim sürecini nasıl geçirdiniz? Karşılaştığınız spesifik zorluklar oldu mu? Olduysa eğer bunların üstesinden nasıl geldiniz?
Yönetmenlik, görüntü yönetmenliğinden çok farklı bir disiplin. Metni kontrol etmek, mizanseni tasarlamak, kameranın mekan ile, oyuncular ile ritmini belirlemek ve oyuncuyu yönetmek farklı refleksler gerektiriyor. Bu işi ilk kez yapıyor olmak ciddi bir stres yarattı tabii ki. Fakat öncesinde özellikle bu konu üzerine fazlası ile düşündüğüm ve kendime göre yöntemler belirlediğim için fazla sürprizli olmadığını söyleyebilirim.
Balinanın Bilgisi filminin yapım süreci hakkında bazı fikirlerinizi paylaşabilir misiniz? Çekimler sırasında beklenmedik engeller ya da yaratıcı keşif alanları yaşandı mı?
Yönetmen olarak ilk uzun metrajım olduğu için tamamı bir keşif alanı gibiydi zaten. Yönetmenlikten ziyade yapımcı olarak ilerlemek ilk tecrübemdi ve sette bir de prodüksiyon kısmı ile ilgileniyordum. Fakat yanımda Ayça Bozkurt Atioğlu gibi her sette olması gereken bir yapım koordinatörü vardı. O ve yardımcı yönetmenim Büşra Coşkun büyük yükler aldı sırtımdan. Ayça ve Büşra‘nın çalışkanlığı ve iş bitiriciliği bizi setten sorunsuz çıkardı diyebilirim.
Balinanın Bilgisi filminin “Antalya Altın Portakal Film Festivali”nde yarışmış ve ödül almış olması (En İyi Müzik – En İyi Görüntü Yönetimi) size ne hissettiriyor? Bu prestijli festivalde yer almak, özellikle ilk yönetmenlik denemeniz olduğu için, sizin için ne ifade ediyor?
Filmin görünmüş olması, değer görmesi, seyirci ile buluşmuş olması açısından harika oldu tabii ki. Sevgili Serkan Polat ile müzik üzerine aylarca çalıştık. Onun benden bağımsız olarak çok daha uzun bir mesaisi oldu. Özgür Alper ve Pınar Bayrak ile stüdyo kaydını aldıktan sonra Serkan, filmin olay örgüsü ve karakterlerine göre yeni besteler yaptı ve editini üstlendi. Tek başına tekrar tekrar stüdyo çalışmaları yaptı. Birçok enstrümanı tek başına çaldı bu arada. Bazı dramatik yapıları kurmak için günlerce gece gündüz tartıştık. Bu filmin “en iyi müzik ödülünü” almasında çok büyük bir emeği ve payı var. Umarım daha fazla filmde müziklerini dinleriz.
İlk uzun metraj yönetmenlik denemesinden sonra bu yolda devam etmeyi düşünüyor musunuz? Yönetmenliğe odaklanmayı mı düşünüyorsunuz yoksa sektördeki diğer rollerinizle dengeleyerek mi ilerlemeyi düşünüyorsunuz?
Görüntü yönetmenliği bırakabileceğim bir şey değil. Fakat eskisi gibi uzun ve bitmeyen dizilerde çalışmıyorum. Yazmak ve yönetmek için bu film bana güçlü bir motivasyon oldu. Sinema sektöründen çok sinema sanatı ile ilgilenmeme vesile oldu. Yeni projelerim var ve umarım daha kolay imkanlar bulurum sete çıkmak için. Tabii ki önceliğim bu.
Biraz da filmden ve karakterler hakkında konuşalım istiyorum. Filmde 9 aylık hamile bir kadının köy muhtarıyla olan çatışmasını izliyoruz. Bu çatışmanın kökeni nedir? Hamilelik ve iktidar arasındaki gerilimi nasıl sembolize etmek istediniz?
Buna eril ile dişil arasındaki çatışma olarak bakabiliriz. Erilin yanı erkek egemen yapının dişilin üzerindeki baskısını, uyanmak üzere olan, uyanışını gerçekleştirmek üzere olan yani doğumunu gerçekleştirmek üzere olan bir kadın karakteri ile vermeye çalıştık. Bu aslında insanın kendi içindeki dengesini bulma çabası olarak da görülebilir.
Hamile kadının sadece muhtarla değil, aynı zamanda kendi içsel mücadelesiyle de yüzleştiğini görüyoruz. Bu karakterin duygusal yolculuğunu nasıl inşa ettiniz ve izleyiciye hangi mesajı vermek istediniz?
Baş karakterimiz de önceleri eril dünyanın tepkileri ve tavırları ile var oluyor hikayede. Fakat zamanla, doğadan aldığı. sezgisel mesajlar ile dönüşümünü yaşıyor. Ve tabii ki bu dönüşüm sırasında engeller ile karşılaşıyor. Doğumunu yani uyanınışını gerçekleştirme yolunda mücadele veriyor.
Filmde bir yandan anarşist bir kadın görüyoruz. Bu karakterin hikayedeki rolü nedir? Onun. varlığı toplumsal düzene ve iktidar ilişkilerine nasıl bir eleştiri getiriyor?
Evet, aslında sisteme bir başkaldırı niteliğinde. İlk başlarda sistemi, sistemin silahları ile protesto ederken sonrasında farklı bir yol denemeye yöneliyor karakterimiz. Doğanın ve doğasının her şeye yeteceğine inanan bir motivasyon ile yapıyor bunu. Bu film aslında, bunu dişilin kendine ispatlama çabası ile ilgili. Bir nevi varoluş mücadelesi. Bunu yaparken toprağın ve kadının aynı sömürüye maruz kaldığını göstermeye çalışıyor film. Doğa ve kadının ortak noktaları olduğunu ve aynı şekilde geri plana itildiğini, ötekileştirildiğini anlatmaya çalışıyor.
Bir taraftan da hamile kadının muhtarla olan çatışması ve anarşist kadının varlığı, köydeki toplumsal düzeni de sorguluyor. Bu düzeni eleştirirken hangi toplumsal ya da politik konulara dikkat çekmek istediniz?
Düzenin koruyucusu olarak görünen erkek egemen sistemin aslında kendi gücünü korumak için nasıl bir manipülasyon yolu seçtiğini göstermek istedik. Ve sömürülse de sesini çıkarmayan kesimin içinde nasıl bir güçlü potansiyel olduğunu…
Kırsal alanda geçen bir hikayeyi anlatırken, bir kadın üzerinden anlatmayı özellikle mi tercih ettiniz?
Kesinlikle. Bu, insanın içindeki güçlü potansiyele dair bir film. Ve insanın bu güçlü potansiyelini, tabii ki tüm insanlığı doğuran kadını baş rolde göstererek yapmayı tercih ettik.
Bundan sonrasında sizi yine uzun metraj film çekerken görecek miyiz?
Umarım. Durmayı düşünmüyorum.