İnsanoğlu tarih boyunca kendine hep farklı eğlenceler bulmuştur. Örneğin Antik Yunan kültüründe spor ve sahne sanatları günümüze kadar ulaşan örnekleri ile var olmaya devam etmektedir. Daha sonra dinin sosyal yaşamımızda daha önemli bir yer tutması nedeni ile dini festivaller ve kutlamalar bu eğlence anlayışlarını şekillendirmiş, insanlar yeni keşiflerle eğlence standartlarını da geliştirmiştir. Elbette günümüze kadar ulaşan bu etkinlikler dışında anlam veremediğimiz bazı spesifik eğlence araçlarına rastlamak da mümkündür. Buna en iyi örnek özellikle 16. yüzyılda başlayıp 19. yüzyılda doruk noktasına ulaşan freak show temalı sirkler ve gösterilerdir.
“Freak Show” terimi, “freak” olarak adlandırılan ve doğuştan veya sonradan edindikleri bedensel ya da zihinsel farklılıklar nedeniyle sınıflandırılan insanların kullanıldığı gösterilere verilen isimden gelmiştir. Örneğin cüceler, olağandışı şekil bozukluklarına sahip olan, doğuştan çeşitli fiziksel kusurlara sahip olan ya da genetik bozukluklar yaşayan insanlar, o dönemlerde bu sirk sahipleri tarafından sanki bir tarihi esermiş gibi kullanılırlardı.
Sinemada “Freak” Temalı Filmler
Sinema, anlatılmayanı anlatabilen ve farklı görüşleri simgesel bir şekilde açıklayabilen bir araç olarak kullanılmaya başladıktan sonra birçok freak temalı film de bu dönemde ortaya çıkmıştır. Bu tür filmlerde ana tema genellikle toplumun kabul etmediği veya sıra dışı bulduğu karakterleri ve onların deneyimleri olur.
İlk Film: Freaks (1932)
Erken dönem sinemada freak temalı ilk filmler 1930’lu yıllarda ortaya çıkmıştır. O yıllar freak temalı sirklerin eskisi kadar yoğun olmasa da devam ettiği yıllardır. 1932 yılında yapılan “Freaks” filmi de korku/drama türü ile farklılıklara sahip insanları merkezine almıştır. Filmin yapımcısı ve yönetmeni olan, modern korku türünün babası sayılan ve sinemanın Edgar Allen Poe’su olarak anılan Tod Browning, çocukluk yıllarında sirklerde çalışmak için evden kaçan bir çocuk olmasının verdiği avantaj ile filmin atmosferini oldukça gerçekçi bir biçimde hazırlamayı başarmıştır.
Filmin konusu şöyledir; Cleopatra adında güzel bir akrobat, zengin bir sirk sürdürücüsüne olan ilgisini kullanarak onunla evlenip servetine el koymayı planlar. Cleopatra’nın gerçek niyetleri, diğer sirk üyeleri olan “freaks” tarafından zamanla keşfedilir. Cleopatra ve sevgilisi Hans’ın hain planını öğrenen “freaks” grubu, intikam için birleşir.
Bu filmin en büyük özelliklerinden biri sirklerde çalışmış olan gerçek “freak’lerin” filmde yer almış olmasıdır. Hatta bu durum bazı MGM (film stüdyosu) çalışanlarının hoşuna gitmemiş ve daha normal görünen “ucube”lerin dışındaki diğer “ucube”lerin tamamının stüdyo alanına girişine izin verilmemiştir. Anlayacağınız bu insanların rol aldıkları bir filmde bile diğer insanlar gibi muamele görmesine izin verilmemiştir. Evet, bu film tıpkı film eleştirmeni Andrew Sarris’in söylediği gibi şimdiye kadar yapılmış en şefkatli filmlerden biri olarak görülse de aynı şefkat gerçek hayatta bu insanlara reva görülmemiş.
Film vizyona girdiğinde aldığı ilk tepkiler oldukça rahatsız edici sahnelerin bulunmasıyla alakalı olmuştur. Bunun üzerine film stüdyosunun yöneticisi olan Irving Thalberg filmi bir hayli kırparak süresini kısaltmış ve bu şekilde yeniden vizyona sokmuştur. Bugün filmin orijinal kopyasına ulaşabilmek mümkün değildir. Güzel ve anlamlı olan her şeyin zamanında değil de çok daha sonraları hak ettiği değeri görmesinin yarattığı dram bu film için de geçerli olmuş, “Freaks” filmi “bir gişe başarısızlığı” olmadığı gerçeği ile yıllar sonra yeniden gösterildiği Venedik Film Festivali’nde tanışabilmiştir. Filmin yaratmak istediği farkındalık ancak 1994 yılında Amerika Birleşik Devletleri Ulusal Film Sicili tarafından korunmak üzere seçildiğinde anlaşılabilmiştir.
Klasik Dönemden Harika Bir Örnek: The Elephant Man (1980)
Gerçekten yaşamış olan sıra dışı bir insanın hikâyesini anlatan ve günümüzde kült filmler listesinde ilk sıralarda yer alan “The Elephant Man”, David Lynch’in da en bilinen filmlerinden biridir.
Film, 19. yüzyılın sonlarında Londra’da geçer. Joseph Merrick, aşırı bir fiziksel deformasyona sahip olan ve “Fil Adam” olarak da bilinen bir adamdır. Merrick’in deformasyonu, vücudunun çeşitli bölgelerinde anormal büyümeler ve tümörlerin oluşmasıyla karakterizedir. Merrick, bir sirkte sergilenirken, doktor ve bilim insanı Frederick Treves tarafından keşfedilir. Frederick Treves, Merrick’i tıbbi yardım ve koruma altına almak için çabalar. Merrick, hastalığından kaynaklanan ağrılar ve toplumun önyargılarıyla mücadele ederken, Treves ile güçlü bir dostluk kurar. Treves, Merrick’in insanlık ve insan duygularını taşıdığını göstermek için çeşitli gösteriler ve sergiler düzenler.
Bu film, “Freaks”den farklı olarak korku ögelerini neredeyse hiç kullanmamıştır. Burada asıl amaç, seyircinin Merrick ile özdeşlik kurarak hikâyesini anlamasını sağlamaktır. Filmde insanların iyi ve kötü yanlarını birlikte görürüz. Bir tarafta ona tıpkı diğer insanlar gibi normal olduğunu kabul ettirmeye çalışan insanlar varken, diğer tarafta ise onu bir ucube olarak gören ve toplumda yeri olmadığını düşünen insanların varlığı dikkat çeker.
Bu filmi ön plana çıkaran etkenlerin başında ise şüphesiz ki oyunculuk performansları geliyor. Joseph Merrick’i canlandıran John Hurt, Merrick’in bedensel deformasyonunu, iç dünyasını ve ona yönelik acımasızlığı son derece etkileyici bir şekilde yansıtıyor. Filmi izlerken Merrick’in insanlığını ve içsel gücünü yansıtabilen Hurt’ın performansı, David Lynch’in yönetmenlik becerisi ile birleşince ortaya türünün de ötesinde çok başarılı bir biyografi filminin çıkmasını sağlıyor. Gerek set tasarımı, gerekse sinematografik anlatım, kendinizi Viktorya dönemi Londra’sında hissetmenize yardımcı oluyor.
“The Elephant Man”, “Freaks” filminin aksine vizyona girdiği ilk günden itibaren hak ettiği değeri görebilmiştir. Film, Akademi Ödülleri’nde 8 adaylık elde etmiş ve En İyi Erkek Oyuncu dalında John Hurt aday gösterilmiştir. Ayrıca, BAFTA ve Altın Küre gibi prestijli ödüllerde de aday gösterilmiş ve bazılarını kazanmıştır. Joseph Merrick’in görüntüsünün yarattığı rahatsızlık ve şok etkisi dışında film neredeyse herkesten olumlu eleştiriler almıştır.
Modern Sinemadan Örnekler: Edward Scissorhands (1990)
Tim Burton’un en başarılı filmlerinden biri olarak kabul edilen “Edward Scissorhands” (Edward Makaseller), Burton’ın hayal gücünün ne kadar kuvvetli olduğunu anlamamıza da yardımcı olur. Görsel olarak adeta “tam bir 90’lar klasiği” diyebileceğimiz bu film, hem mekân hem de karakter tasarımı ile titiz bir çalışmanın sonucu olduğunu izleyicisine hissettiriyor.
Film, çılgın bir bilim insanının yarım kalmış yaratığı olan Edward’ın yaşamını konu edinir. Diğer freak filmlerine göre “Edward Scissorhands” aslında bize daha farklı bir freak teması sunar; ancak yine de filmde “ucube” olarak adlandırılan bu insanların yalnızlığı ve izole olmuş yaşamlarını görebilmek mümkündür. Hikâyede Edward’ın kabul edilme arzusu ve toplumun ona nasıl tepki verdiği üzerinde odaklanarak toplumun dışlanan, farklı ve yalnız hisseden bireylerine dikkat çeker. Edward da tıpkı diğer freak’ler gibi masumiyeti, saf sevgiyi ve içtenliği yansıtır.
Filmin oyuncu kadrosunda Johnny Depp, Winona Ryder, Dianne Wiest gibi isimler bulunur. Gişe oranlarında da başarısını yansıtan bu film, Tim Burton’ın yönetmenlik tarzının ve özgün atmosferinin bir örneği olarak kabul edilir. Tim Burton’un karakteristik tarzı, gotik atmosferi, karanlık masalsı unsurları ve benzersiz görsel tasarımı, “freak” teması ile buluşması da filmi kendi türünde eşsiz bir noktaya getirir.
Son Dönem Freak Örneği: The Shape of Water (2017)
Guillermo del Toro tarafından yönetilen “The Shape of Water” (Suyun Sesi), 1960’ların Soğuk Savaş döneminde, sıra dışı bir aşk hikâyesini konu edinir. Sally Hawkins’in hayat verdiği Elisa Esposito adlı sessiz bir temizlikçi kadının bir hükümet laboratuvarında keşfedilen su yaratığına (Doug Jones) karşı duygusal bir bağ kurması ile gelişen olaylar, ilgi çekici bir kurgu ile izleyiciye aktarılır.
The Shape of Water da tıpkı diğer freak temalı filmler gibi farklılıklara, dışlanmaya ve insani değerlere odaklanır. Su yaratığı, toplum tarafından tehlikeli ve yabancı bir varlık olarak görülürken, Elisa onu anlamaya ve sevmeye çalışır. Bu da filmi insanlıkla, empatiyle ve aşkla ilgili temaları işleyen derin bir film yapar. Del Toro’nun set tasarımı ve kamera hareketleri, renk paleti gibi tercihleri de verilmek istenen mesajı alırken, izleyiciyi sinematografik olarak memnun etmeye yeter.
Film, 90. Akademi Ödülleri’nde 13 adaylık elde etmiş ve En İyi Film, En İyi Yönetmen, En İyi Kadın Oyuncu gibi önemli kategorilerde ödüller kazanmıştır. Ayrıca, Venedik Film Festivali’nde Altın Aslan ödülünü almıştır.
Bonus: The Lobster (2015)
“Freak” temalı filmler denildiğinde kült olmuş klasiklerin dışında The Lobster listede kendine mutlaka yer bulmalıdır. Yorgos Lanthimos’un yönettiği ve farklılık, dışlanma ve toplum normları gibi temaları işleyen bir distopik komedi-drama yapımı olan bu muhteşem film, izleyiciye bambaşka bir dünyanın kapılarını açıyor.
“The Lobster”, kurgusal bir dünyada geçer, bu dünyada bekar insanların belirli bir süre içinde bir partner bulması gerekmektedir. Partner bulma süresini değerlendiremeyen bireyler, kendi istedikleri bir hayvan formuna dönüştürülürler. Film, toplumun zorunlu birliktelikleri teşvik etme ve farklılıklara tolerans göstermeme baskısı altında bireylerin kimliklerini nasıl yitirdiğini ve dönüştüğünü ele alır.
“The Lobster” ve “freak” bağlantısını da tam bu noktada ele alabiliriz çünkü dışlanmışlık, toplumsal baskılar ve farklılık algısı “freak” temanın olmazsa olmazıdır. Filmdeki tuhaf ve karanlık mizahi dil izleyiciyi düşündürürken, bireylerin normlara uyum sağlama çabalarını sorgular ve farklılıkların kabul edilmesi gerektiğini vurgular. Film, Collin Farrell, Rachel Weisz, John Reilly gibi önemli bir oyuncu kadrosuna sahiptir.
Anahtar Kelimeler: Empati ve Anlayış
“Freak” temalı filmler izleyiciler arasında farklı şekillerde tepkiler görmüştür. Bazı insanlar için bu filmler hakikati anlatırken, bazıları için ise rahatsız edici görüntülerden oluşan bir “sanat” denemesidir. Ancak yapılması gereken basittir; bu filmleri seyrederken farklı karakterlerin deneyimlediği dışlanma, ayrımcılık veya toplum baskısını daha iyi anlama ve empati kurma fırsatı yakalamak… Eğer bu özellikleri kazanabilirsek, doğru olana ulaşma konusunda daha erdemli davranışların da sahibi olabiliriz.
Her ne kadar günümüzde “freak” sirkleri olmasa da sosyal medyada farklı olanı öne çıkarma ve bunları bir eğlenceye dönüştürme arzusu devam ediyor. İşte bu zihniyet var olduğu müddetçe” freak” tema da birçok filmin ana teması olmaya devam edecek gibi duruyor.