Hedy Lamarr: Mucit Bir Aktris
Sosyolojik açıdan sinemanın yaşadığımız hayatı şekillendirmede kayda değer etkileri olduğu bilinen bir savdır. Hatta konstrüktif düşünceye göre yaşadığımız hayat; bize sunulan imgeler, görüntüler ve sesler tarafından oluşturulmuştur. Bu şekilde düşündüğümüzde sinematografinin bu konuda oldukça önemli bir yeri vardır. Dolayısıyla Kadınlar Günü (ya da Kadın Emekçiler Günü)’nün kutlandığı bugünde sinemada oluşturulan kadın algısını hayatımızı değiştiren bir kadın üzerinden ele almak istedik.
Hedwig Eva Maria Kiesler ismiyle 1914 yılında Avusturya’da Yahudi bir aileye doğan Hedy Lamarr’ın babası varlıklı bir banka müdürüydü. Doğa yürüyüşleri sırasında babası ile matbaa ve tramvay gibi icatların nasıl çalıştığı hakkında yaptığı sohbetler sayesinde Lamarr, müzik kutusu gibi küçük aletleri parçalarına ayırıp birleştirebilecek zekaya sahip hale gelmişti. Annesinin piyanist olması ise Hedy’nin sanatsal zekası üzerine oldukça etkili olmuştu.
Max Reinhardt tarafından keşfedilişi
16 yaşına geldiğinde “dünyanın en güzel kadını” olarak anılmasına sebep olacak güzelliği Alman yönetmen Max Reinhardt tarafından keşfedilince güzelliğinin zekasının önüne geçtiği bir sektöre de girmiş oldu. 1932 yılına gelindiğinde ise sinema dünyasında bir ilke imza atıp ‘Ecstasy’ isimli filmde ilk nü orgazm sahnesinin başrolü oldu.
Bu noktadan sonra Avrupa sinemasında ilerleyeceği düşünülen Hedy Lamarr’, 1933 yılında Avusturyalı silah tüccarı ve Nazi sempatizanı Fritz Mandl ile evlendi. Eşinin İkinci Dünya Savaşı’na katkısından ve de kendisini sadece güzel bir süs eşyası olarak görmesinden ötürü mutsuz günler yaşayan Lamarr, 1937 yılında Londra’ya oradan da Amerika’ya kaçtı.
Amerika’da MGM stüdyo’larının sahibi tarafından keşfedilen Hedy Lamarr’ kısa sürede dönemin başarılı yapımlarının bünyesinde yer aldı. Pilot iş adamı Hughes ile tanışması ise Hollywood tarafından bastırılmış olan mucit yanını canlandırmasını sağladı. Güzel olmanın aptal görünmekle eş değer olduğunu düşünen Hedy Lamarr’, sıkıştığı pastel dünyadan uzaklaşmak için set aralarında Hughes tarafından temin edilen ekipmanlarla icat denemelerine başladı. Dünyanın hali ortadayken Hollywood’da rahat rahat para kazanmaya devam etmenin kendisi için mümkün olmadığını düşünen Lamarr için İkinci Dünya savaşı ve özellikle Avrupa kıtasındaki etkisi göz ardı edilemeyecek bir soruna dönüşüyordu.
Evliliği süresinde kendisinin hem kadın hem de güzel olmasından ötürü zararsız görülmesi sebebiyle savaşlara, silahlara ve mühimmatlara ilişkin sohbetlerden uzak tutulmayan Hedy Lamarr’, daha sonradan Amerikan denizaltılarının sinyallerinin Nazi’ler tarafından bulunduğunu, torpidolarının hedefe ulaşmadan yok edildiğini öğrendiğinde bu durumu düzeltmek için düşünmeye başladı.
1940 yılında annesi gibi piyanist olan George Antheil ile tanıştığında ikili muazzam bir buluş icat etti. “Frekans atlama” ya dayalı icatları ile denizaltıların sinyallerin bulunmasını zorlaştırırken müttefikleri arası iletişimin daha güvenli hale gelmesini sağlayan iletişim sistemleri ile 1942 yılında patent alan ikilinin çalışması Amerikan ordusu tarafından dikkate alınmadı.
Muhtemelen Hollywood yıldızı bir kadın ile bir piyanist tarafından bu tür etkili ve kompleks bir icadın çalışacağına inanmayan ordu, sistemi uygulamayı reddetti ve Hedy Lamarr’a askerleri eğlendirerek daha çok işe yarayacağını söyledi. Ancak, 1962 yılında patentin süresi bittikten kısa bir süre sonra Küba’ya gönderilen gemilerde söz konusu sistem kullanıldı.
Sonradan silikon vadisinin dikkatini çeken buluş,
Eifi, bluetooth ve GPS teknolojilerinin temelini oluşturdu. Ne Hedy Lamarr ne de Antheil mihenk taşı niteliğindeki buluşları üzerinde hiçbir hakka sahip oldu. 2000 yılında vefatından sonra Hedy Lamarr’ın ismi belirli salonlara verildi, vefatının yıl dönümünde Google tarafından doodle hazırlandı.
Hedy Lamarr’ın hayatının 8 Mart ve sinema için önemli olmasının sebebi çocukluğundan beri kendi yolunu çizip, beğenmediğinde gerekli değişiklikleri yapıp kendini savunabilecek cesareti göstermiş olmasıdır. Bunu yaparken de kolay olan yolu seçmek yerine zekasını kullanarak dünyayı değiştirmeye çalışmasıdır.
Bir yandan tarihe bir ilk ile girerken bir yandan sahip olduğu her şeyi kullanmasına rağmen dönemin kadın algısı karşısında kendisini küçültmesi, tek boyutlu hale getirmeye zorlanmış olması da göz önünde bulundurulması gereken bir noktadır.
Yaşadığı dönemde hem mucit hem de aktrist bir kadın düşüncesi oldukça saçma geldiğinden projelerde Lamarr ve daha nice kadının farklı yönlerine yer vermeden zeki olan güzel değildir; güzelse zeki değildir düşüncesini destekleyen senaryolara onay verildi (‘Girl Can’t Help It’, ‘Wife Vs. Secretary’, ‘Kiss Me Stupid’, ‘Some Like it Hot’ ve daha birçok yapımda olduğu gibi).
Dolayısıyla kadının sadece göze, kulağa hoş gelen bir şeye indirgenmesi yazının başında belirtilen sosyolojik yapılandırmaya negatif katkıda bulunmuştur; innovatif gelişmelerin ve katılımcı yaklaşımların gecikmesine sebebiyet vermiştir.
Tüm bunlar neticesinde icadı ile birçok buluşun kapılarını açarak geleceği değiştiren Hedy Lamarr; Harvard’ın psikoloji bölümünden mezun olan Natalie Portman, baş ağrılarının sebepleri konusunda klinik çalışmaları bulunan biyoloji mezunu Lisa Kudrow, nörobilim doktorası bulunan Mayim Bialek, Harvard’ın karşılaştırmalı dinler bölümü mezunu Rashida Jones, antropoloji, sanat tarihi ve kadın çalışmalarından yan dalları bulunan Ashley Judd gibi birçok başarılı sanatçının sadece güzel bir yüz olmaktan öteye geçip zekaları ile hem kamera karşısında hem de arkasında var olmaları konusunda atıfta bulunabileceğimiz örnek öncülerden biridir diyebiliriz.