“Nihayetinde samuray onuru dediğimiz şey bir aldatmacadan başka bir şey değildir.”
Harakiri, 1962
Japon sineması dendiğinde, feodal Japonya ve samuray hikayelerinden bahsetmemek olmaz. Samuray filmleri denince akla genellikle Kurosawa ve Inagaki’nin yapıtları gelse de, Kobayashi’nin ‘’Harakiri’’ ve ‘’Samurai Rebellion’’ eserleri bu dönemin sinemasal mirasını derinlemesine etkileyen ve özgün bir bakış açısı sunan önemli katkılardır. Önceki yazımızda epik ‘’Human Condition’’ üçlemesini ele aldığımız Kobayashi’nin, bu yazıda feodal Japonya’nın karanlık yönlerini ve bireysel çatışmaları derinlemesine işlediği bu iki ünlü filmini inceleyeceğiz.
Bir önceki yazımızda “Human Condition” üçlemesinin Kobayashi’nin savaş deneyimlerinden ve hayat görüşünden nasıl etkilendiğini detaylı bir şekilde ele almıştık. Bu yazımızda ise Kobayashi’nin samuray filmlerindeki motivasyonunu inceleyerek başlamak doğru olacaktır. Kobayashi’nin ordunun (otoritenin) acımasızlığıyla olan sürekli çatışması, cephede yaşadıkları ve kişisel idealleri onun sistem karşıtı bakış açısını derinleştirmiş, benzer şekilde feodal Japonya’nın otoriter ve adaletsiz yapısına yönelik eleştirilerini yoğunlaştırmıştır. Samuray filmlerindeki asıl motivasyonu birey ile baskıcı sistemler arasındaki çatışmayı yansıtmak ve bireyin onurunu koruma mücadelesini derinlemesine incelemektir.
Feodal Japonya katı bir sosyal sınıf sistemiyle karakterize edilen bir dönemdi ve bu sistem birçok adaletsizliği beraberinde getirdi. Toplumda İmparator, Shogun ve Daimyo’ların (feodal derebeyler) altında samuraylar, köylüler, zanaatkarlar ve tüccarlar yer alırdı; samuraylar ayrıcalıklı bir sınıf olarak toplumsal ve ekonomik avantajlardan faydalanırken (efendileri var olduğu sürece), köylüler ve tüccarlar daha düşük bir statüdeydi. Köylüler ağır vergiler altında ezilirken, tarımsal üretimden elde edilen gelir çoğunlukla samuraylara ve toprak sahiplerine gidiyordu. Samuraylar yüksek statülerinden ötürü hukuki ve fiziksel üstünlükler sağlıyor, bu da adalet sistemindeki eşitsizlikleri derinleştiriyordu. Ayrıca, sosyal hareketlilik sınırlıydı ve bireylerin doğdukları sınıftan çıkmaları istisnai durumlar dışında zordu. Kobayashi, samuray filmlerinde bu dönemin baskıcı ve adaletsiz yapısını ele alarak, dönemin karanlık yönlerini ve bireylerin bu sistem altında nasıl ezildiğini dramatik bir şekilde izleyicilere sunmayı amaçlamıştır.
Kurosawa ve Kobayashi: Samuray Sinemasının İki Farklı Yüzü
Feodal Japonya’nın sinemada nasıl yansıtıldığını anlamak için, öncelikle bu türün önde gelen isimlerinden Akira Kurosawa’nın yapıtlarına bakmak faydalı olacaktır. Kurosawa, samuray filmleri konusunda etkileyici bir iz bıraktı ve bu türü geniş kitlelere tanıttı. Öyle ki, bu filmler sadece Japon sinemasının değil, genel olarak sinema tarihinin de önemli köşe taşlarından biri olarak kabul edilmektedir. Kurosawa’nın yapıtları, özellikle batı sineması üzerinde büyük bir etki bırakmış ve uluslararası film festivallerinde geniş beğeni toplamıştır. Filmlerinde savaş stratejilerini ve karakter derinliğini ön planda tutarak pek çok batılı yapımcı ve yönetmene ilham kaynağı olmuştur. Yapıtları genellikle büyük ölçekli savaşlar, samurayların onur mücadelesi ve ahlaki ikilemler üzerine yoğunlaşır, geniş kitlelere hitap eder ve sinemanın teknik sınırlarını zorlar.
Kurosawa’ya kıyasla daha az bilinirliğe sahip olan Masaki Kobayashi ise samuray filmlerinde çok farklı bir yaklaşım sergilemektedir. Onun filmleri, Kurosawa’nın epik anlatımlarından farklı olarak, daha yoğun bir psikolojik ve toplumsal eleştiri sunar. Kobayashi’nin bu yaklaşımı toplumsal normların insan haklarını nasıl ihlal ettiğini dramatik bir şekilde gözler önüne serer. Yönetmen samuray karakterlerinin içsel çatışmalarını ve toplumsal eleştirilerini ön plana çıkararak, izleyicilere sadece tarihsel bir bakış açısı değil, aynı zamanda güçlü bir ahlaki ve sosyal sorgulama deneyimi sunar. Kurosawa’nın epik anlatımlarının ötesinde bir tarz benimseyerek dönemin karanlık ve karmaşık yüzünü derinlemesine açığa çıkararak ve daha derinlikli bir perspektiften ele alarak etkileyici bir anlatımla karşımıza çıkmaktadır.
Kobayashi her iki filminde de samuray kültürünün onur anlayışını ve uğruna verilen mücadeleyi derinlemesine ele alır ve toplumsal baskıların bireylerin onuru üzerindeki etkilerini çarpıcı bir şekilde gözler önüne serer. Harakiri’de, bir samurayın intihar talebi etrafında gelişen olaylar aracılığıyla feodal Japonya’nın katı kurallarını ve bu kuralların birey üzerindeki etkilerini sorgularken; Samurai Rebellion filminde bir samurayın ailesinin onuru için yaşadığı trajediler ve kişisel fedakarlıklar vurgulanır. Yönetmen bu filmler aracılığıyla samuray kültürünün karanlık yönlerini ve bireysel özgürlüğü koruma mücadelesini etkileyici bir biçimde sunarken sadece samurayların değil, genel olarak insan onurunun ve özgürlüğünün önemini güçlü bir şekilde vurgular. Her iki yapım da Kobayashi’nin dünya sinemasında önemli bir yer edinmesine katkı sağlamış ve çeşitli ödüllerle uluslararası alanda tanınmasının önünü açmıştır. Bu filmlerden Harakiri 1963 Cannes Film Festivali’nde yarışma kategorisinde yer almış ve Özel Jüri Ödülü’nü kazanmıştır. Film ayrıca Japon yönetmen Takashi Miike tarafından yeniden çekilmiş ve 2011’de Cannes Film Festivali’nde gösterilmiştir. Benzer şekilde, Samurai Rebellion filmi de Venedik Film Festivali’nde FIPRESCI Ödülü kazanmış ve 2013 yılında bir TV filmi uyarlaması olarak tekrardan karşımıza çıkmıştır.
Harakiri (Seppuku, 1962)
Film, 1630 yılında Edo’da geçmektedir. Tsugumo Hanshirō adlı bir rōnin Iyi klanının malikanesine gelip harikiri (seppuku) yapma niyetini açıklar. Klanın üst düzey danışmanı Saitō Kageyu, Hanshirō’yu caydırmak için ona başka bir rōnin Chijiiwa Motome’nin trajik hikayesini anlatır. Motome aynı klanın bir üyesi olarak Hanshirō’nun öncesinde seppuku talebinde bulunmuş, ancak sonrasında işler beklediği gibi gitmemiştir. Hanshirō, Motome’nin yaşadıklarından habersiz olduğunu ve seppuku talebinin samimi olduğunu belirterek ısrar eder. Tören başlamadan önce yaşanan gelişmeler, Iyi klanının onurunu sorgulatan bir atmosfer yaratır ve Hanshirō, bu süreçte kendi geçmişini anlatmaya başlar. Film, Hanshirō’nun kişisel öyküsü aracılığıyla klanın ve samuray değerlerinin eleştirisini yapar; ilerledikçe de klanın içindeki ikiyüzlülük ve adaletsizliklerle yüzleşmemizi sağlar.
Filmin başarısının önemli bir etmeni Tatsuya Nakadai ve Masaki Kobayashi’nin iş birliğidir. Daha önce “The Human Condition” serisinde de etkileyici bir uyum sergileyen bu ikili, Seppuku’da da olağanüstü bir sinerji yakalamıştır. Nakadai’nin güçlü oyunculuk yeteneği ve Kobayashi’nin derinlemesine yönetim anlayışı, filmin tematik derinliğini ve dramatik etkisini önemli ölçüde artırmıştır. Bu yaratıcı ortaklık, Japon sinemasının sınırlarını bir kez daha genişleterek unutulmaz bir yapıt ortaya koymuştur.
Bushido, samuray savaşçılarının yaşam ve savaşma biçimlerini belirleyen, Japonya’nın feodal dönemine ait bir dizi etik ilkedir. Bu ahlaki değerler cesaret, sadakat, onur ve öz disiplin gibi kavramları öne çıkarır. Film, Bushido’nun öne çıkardığı onur ve cesaret anlayışının gerçek hayattaki ikiyüzlülüğünü gözler önüne serer. Özellikle Iyi klanının samuraylarının, Motome’nin başına gelenleri ve Hanshirō’nun taleplerini ciddiye almamaları, bu ahlaki ilkelerin sadece birer maske olduğunu; gerçek adalet ve onur anlayışının ne kadar yüzeysel olabileceğini gösterir. Bu bağlamda film Bushido’nun yüzeydeki görkemli imajının altında yatan gerçeklikleri ve bu değerlerin uygulamadaki çelişkilerini çarpıcı bir şekilde ortaya koyar (Bushido hakkında daha fazlası için Miyamoto Musashi’nin Beş Çember Kitabı okunabilir).
Samurai Rebellion (Jōi-uchi: Hairyō zuma shimatsu, 1967)
Film, 1725 yılında Edo döneminde geçmektedir. Isaburo Sasahara (Toshiro Mifune), Aizu klanı daimyosunun vassalı ve yetenekli bir kılıç ustasıdır. Kendisi kadar yetkin bir samuray olduğuna inandığı yakın arkadaşı olan Tatewaki Asano (Tatsuya Nakadai) ile de sıkı bir rekabet içindedir. Bir gün, daimyonun danışmanlarından biri, Isaburo’nun büyük oğlunun, daimyonun eski cariyesi Ichi ile evlenmesini emreder. Aile başlangıçta bu talebe karşı çıkar, ancak sonunda Isaburo Ichi ile büyük oğlunu evlendirir. Hayatları beklemedikleri şekilde güzelleşmişken, evlerine ulaşan kötü haberler mutluluklarını bir anda tepetaklak eder. Isaburo, ailesinin mutluluğunu korumak için her şeyi ve herkesi karşısına almaya hazırdır.
Kurosawa’nın Toshiro Mifune ile olan ikonik iş birliği, sinema tarihinin en önemli ve etkileyici ortaklıklarından biridir ve yönetmenin uluslararası alanda tanınmasına büyük katkı sağlamıştır. Mifune’nin karakterlerine kattığı özgünlük ve tutku, Kurosawa’nın vizyonunu mükemmel bir şekilde yansıtmış ve bu filmler sinema tarihinin başyapıtları arasında yerini almıştır. Bu ortaklık zamanla Kurosawa ve Tatsuya Nakadai’nin iş birliğine dönüşmüş olsa da Mifune ve Nakadai’nin birlikte rol aldığı yapımlar, yönetmenin filmografisinin önemli bir parçasını oluşturmaktadır. Yojimbo ve Sanjuro’da iyi ve kötü karakterleri canlandıran Mifune ve Nakadai, Kobayashi’nin Samurai Rebellion’unda bu kez iki onurlu samuray olarak karşı karşıya gelirler. Usta oyuncuların dövüş sahneleri ve sinerjisi hem karakterlerin derinliğini hem de dramatik gerilimi zirveye taşıyarak izleyiciye unutulmaz bir sinematik deneyim sunar. Film, daimyonun emirlerinin adaletsizliğini derinlemesine sorgulayan bir yapıt olarak öne çıkar.
Daimyonun kişisel isteklerinin, tebaasının hayatlarını nasıl etkilediği ve güç ile otoritenin bireysel haklarla nasıl çeliştiği filmde belirgin bir şekilde vurgulanır. Bireysel haklar ile toplumsal beklentiler arasındaki çatışmalar, dramatik gerilimi artırarak filmi daha da etkileyici ve derinlemesine bir hale getirir. Feodal Japonya’nın tarihi, daimyoların emirlerinin sıklıkla kanlı çatışmalara ve büyük trajedilere neden olduğu olaylarla doludur.
1 yorum
Derinlemesine işlenmiş elinize sağlık