“Krizlerden sonra her şeyi çabucak unutmak ve silmek gerekir. İşgal sonrası Fransa gibi, 68 Mayıs sonrası Fransa gibi. 68 Mayıs sonrası Fransa gibi iyileşiyorsun, sevgilim.”
Alexandre, Gilberte’e
La maman et la putain, 1973’de Jean Eustache’nin bir yönetmen olarak tanınmasını sağlayan ilk uzun metraj filmidir. Mayıs 1968 sonrası Fransa, özgürlüğün bir manifestosunu yazmaya hazırlanıyordu. La maman et la putain, evlilik ve çalışma kurumlarının burjuva mitlerinden arındırmaya hazırlanan bu dönemi anlatıyor. Mayıs 68’in ihtişamına rağmen verdiği ıstırap, cinsel özgürlüğün anlamı ve sınırları karakterler üzerinden sorgulanıyor. 68 ideolojisinden benimsedikleri özgürlükçü ilkeler, evlilik kurumundan kendisini kurtarmış çiftlerin özgürleşmiş aşkı, günlük yaşamda çektikleri acıyla bir tezatlık oluşturmaktadır.
Film, Alexandre’ın ilk aşkı Gilberte (Isabelle Weingarten) ile uzun bir zaman sonra görüşüp ona evlenme teklif etmesiyle başlar. Alexandre Gilberte’e sadık bir aşık olacağını, Gilberte evlense bile onu bekleyeceğini söyler. Gilberte, iyi bir işi olan, kendi sınıfından bir adamla evlenecektir. Gilberte’i ikna edemeyen Alexandre, eve dönecekken Deux Magots isimli kafede bir kadının ona ilgiyle baktığını fark eder. Kadın kalktığında kadını takip eder ve kadının telefon numarasını alıp birkaç gün içinde onu arar. Bu kadın, Françoise Lebrun’un canlandırdığı Veronika’dır (La Putain). Bu olay sonrasında Gilberte’e sadık bir aşık olarak gözümüzü boyayan Alexandre’ın Marie (Bernadette Lafont) isimli bir kadınla da ilişkisi olduğunu ve birlikte yaşadıklarını öğreniriz. Marie (La Maman) Alexandre’a çok aşıktır, her ne kadar döneminin açık fikirli, özgür Fransız kadını olmaya çalışsa da, Alexandre’ın hayatına giren kadınları kıskanmaktadır. Alexandre, başlarda Veronikayla arkadaşça bir ilişki sürdürür, ancak zamanla birbirlerine aşık olduklarında Marie de kıskançlığını gizli tutamaz.
Alexandre’ın ilk aşkının Kayıp Zamanın İzinde kitabında (1913) Marcel’in aşık olduğu kadının ismiyle aynı olması tesadüf değildir: Filmin bir sahnesinde Alexandre’ın elinde bu kitabı görürüz. Filmde ve Proust’un kitabında ıstıraptan ve çelişkilerinden yola çıkan başkarakterin evrenseli bulma çabası anlatılır. Bu çaba ideolojiden uzak, tamamen insani duygularla, yani “işaretlerle” gerçekleştirilir. Çünkü -Deleuze’ün Proust’ta ve göstergelerde analiz ettiği gibi- gerçek, felsefi okumalarda ve konuşmalarda değil, aşkın verdiği ıstırapta ya da sanat yapıtlarının yaşattığı gizemli duygularda algılanır. Yine Proust’a göre sevgili, yeni bir dünyadır. Aşkın birden çok kişiyle yaşanması, yalnızca sevilenlerin çokluğuyla değil, her birinde ruhların veya dünyaların çokluğuyla da ilgilidir. Alexandre bu dünyaların içerisinde gerçeği arar. Bu sebeple, der Proust, ruh eşimiz olmayan kadınlara aşık olmamız kolaydır. Alexandre’ın birbirlerinden farklı birçok kadının içerisinde gerçeği arar böylece: kendi sınıfından olmayan Gilberte, kendisinden yaşça büyük olan “anne” Marie ve “fahişe” Veronika.
Filmde kıskançlık unsuru ve tekeşlilik problemi karakterlerin ıstırabının asıl kaynağını oluşturur. Gilberte, başka bir adamla evlenecektir, Veronika başka erkeklerle görüşmektedir, Marie eski sevgilisiyle görüşmek istemektedir. Bunların ortasında kalmış olan Alexandre, âşığın mutlak sahip olma arzusunu gerçekleştirmesine izin vermeyen gerçeklikle çatışır. Ve tekeşlilik problemi kendisini gösterir. Dünyaya ilk geldiğimizde tekeşli olduğumuzu düşünebiliriz. Tuvalete gitmek, yemek yemek gibi ihtiyaçlarımızı anne sayesinde karşılarız. Ancak anne için her şey demek değilizdir, annenin bir eşi olabilir, eşi yoksa da yapacak işleri vardır. Böylece tekeşlilikle beraber gelen sadakatsizliğin de ilk izlerini gözlemleriz. Ve yaş ilerledikçe aşık olmadığımız sürece, tekeşlilik göz korkutan bir olaya dönüşür.
“Eğer hayata bir başkasının vücudunun parçası olarak başlıyorsanız, bağımsızlığınız bir uzvun koparılmasıdır. Çift olmak bize aynı zamanda bir başkası olduğumuzu, biriyle tek parça olduğumuzu hatırlatır. Aşık olan ya da yasta olan herkesin bildiği gibi kibarca ayrılık denilen şey aslında bir uzvun koparılmasıdır. Büyümek hayali bir uzuv haline gelmektir; aşık olmak bir uzuv edinmektir.”
Tekeşlilik, Adam Phillips
Çocuk, büyüdükten sonra anne’yi tam olarak terk etmez, çünkü dışarıda anne modelini tekrar arar. Alexandre’ın Marie’yi terk edişi çocuğun olgunlaşıp anne’yi terk etmesine karşılık gelmekle birlikte, anne modeline çok uzak olduğu için “fahişe” olan Veronika’nın hamile olduğunu öğrendiği an ona evlenme teklif etmesi, anne kadın modelinden vazgeçmediğini gösteriyor.
“Çocuk istemeyen çift, bence çift değildir.”
Veronika
Veronika, Marie’nin kıskançlığını görünürde paylaşmaz. Burjuva tekeşlilik anlayışını yıkan dönemin kendisine biçtiği özgür kadın rolünü filmin sonundaki monolog sahnesine kadar oynar. Ancak sonrasında Marie gibi Veronika da acı çekmeye başlar; umursamaz ve keyfine bakıyormuş gibi gördüğümüz Alexandre da filmin sonuna yaklaştıkça hüzünlü bir ifadeye bürünür. Bu üç kişi özgürlüğe katlanamaz. Marie intihara kalkışır, Veronika o uzun monoloğu gerçekleştirir. Alexandre sessizleşir.
“Çalışan insanlar diğerlerine göre daha dengeli sanırdım. En azından öyleymiş gibi yaparlar. Ancak çalışan insanlar, bu sıradan insanlar (l’homme de la rue) da çıldırmaya başlarsa o zaman çok ilginç şeyler olacak demektir.”
Veronika gecenin bir yarısı sarhoş bir şekilde aradığında Alexandre bu yorumu yapar Marie’ye. Ve bu noktadan sonra artık çok fazla konuşmaz. Sonrasında yaşananlar, üçlü ilişkinin her birine acı veren dinamikleri, Marie (“Anne”) ile Veronika (“Fahişe”) arasında seçim yapmaya onu mecbur bırakır.
1 yorum
Çok başarılı bir yazı. 💙