Taika Waititi’nin yazıp yönettiği Jojo Rabbit, BAFTA’dan “En İyi Uyarlama Senaryo Ödülü” ile döndü ve ardından Oscar’da da yine aynı ödüle layık görüldü. Film incelememize geçmeden önce küçük notlar eklemekte fayda var. Hem senaryoyu yazan hem de filmi yöneten Waititi, aynı zamanda filmde Hitler karakterine de hayat veriyor; öte yandan Jojo Rabbit, Jojo karakterine can veren Roman Griffin Davis’in ilk uzun metraj işi olarak karşımıza çıkıyor.
10 Yaşında ve Nazi’yseniz Hayat Gerçekten Çok Güzel!
Filmin açılış sahnesi, filmin devamında da nasıl bir absürtlüğün karşımıza çıkacağını bizlere altın tepsiyle sunuyor. 10 yaşlarında sarışın ve Nazi üniformasına sahip bir çocuk, birisiyle konuşuyor. İşlerin daha ilginç bir hâl aldığı nokta ise konuştuğu kişi, hayali bir Adolf Hitler.
Savaş ortamında büyüyen 10 yaşlarındaki bu çocuk (Jojo-Johannes), Nazilerin lideri olan Hitler’e hizmet etmek istediğini düşünüyor. Üzerinde Nazi kostümü olmasına rağmen biraz tereddütlü gibi bir hâli olsa da en yakın arkadaşı Hitler, onu motive eden bir konuşma yapıyor. Dönüp tarihe baktığımız zaman da Hitler’in ne kadar iyi bir konuşmacı olduğunu ve ne kadar iyi propaganda yaptığını hatırlıyoruz.
Hitler’in bu konuşması sonrası Johannes (Jojo) de kendisini Nazilere adayacağına inanıyor. Bu yıllarda çocuk olmanın kaçınılmaz sonu savaşla büyümeye çalışmak, Jojo da bu mâkus kadere boyun eğen bir çocuk olarak bizlerin karşısına çıkıyor.
Jojo’nun bir de çok yakın (en iyi ikinci) arkadaşı Yorki’yi görüyoruz. Bu ikili, beraber eğitim kampında birbirlerine destek oluyorlar. Yorki, Johannes kadar cesur davranamıyor; bu da doğal bir şekilde bizlere sunuluyor. Sunulan şey aslında o dönemin çocuklarının, savaşa karşı verdikleri tepki. İkisi de aynı yerde fakat birisi daha cesur, diğeri daha korkak. Yorki’nin en iyi ikinci arkadaş olmasında ise Jojo’nun hayatının neredeyse tamamını kaplayan Hitler’in payı var. Şöyle ki, Jojo, en iyi arkadaşı olarak Hitler’i sayıyor ve Yorki’ye bu sıralamada ikinciliği veriyor.
Jojo’ya yapışan “Jojo Rabbit” lakabı Yorki’nin de bulunduğu eğitim kampından geçiyor. Karşılarında çocuklar olmasına rağmen ‘Alman disiplini’ diye bilinen sert, katı, gaddarca bir tutumla çocuklar eğitilmeye çalışılıyor ve emre itaatsizlik karşısında da çocuklar cezalandırılıyor, bu cezalardan birisi de “Jojo Rabbit” olarak anılmak! Taika Waititi, film boyunca hem Almanların katı tutumu gösteriyor, hem de filmin akışını bozmadan eğlenceli diyaloglarla ve sekanslarla izleyiciyi filmin içerisinde tutarak hicvini gerçekleştiriyor. Bu noktadan sonra yazılanlar ağır spoiler içermektedir ve filmi izlemiş olanlara hitap etmektedir.
Meyve Vermeyen Ağaçlar
Film ilerledikçe işler de daha çirkin bir hâl almaya başlıyor. Çirkinlikler gün yüzüne çıkmaya başlıyor da diyebiliriz. Nazilerin şehrin ortasında astıkları sivil halk görüntüleri ile karşı karşıya kalıyoruz. Dar ağacında sallanan insanlar, meydandan geçen ve asılan insanları görmeye mecbur kalan erkek, kadın, çocuk, herkes… Böylesi bir ortamda çocuk kalmanın ne demek olduğunu izleyiciye sorgulatan bir film Jojo Rabbit.
Yüzleri gözükmeyen, dar ağacında asılmış olan masum insanların bedenlerini izleyiciye gösteren yönetmen, burada da ince bir detayı bizlere veriyor. Jojo’ya ayakkabı bağlamasını bir türlü öğretemeyen annesi Rosie’nin de bu dar ağacında bedenini ve ayakkabılarını görüyoruz. Yüzünü görmemize gerek kalmadan kim olduğunu anlıyoruz.
Bu dar ağaçları, çocukların, annelerinin veya babalarının asılmasına da tanıklık ettiği bir meydan olarak adını tarihe çirkin harflerle kazıyor. Bu sahne, hem insanlığı sorgulatıyor, hem de savaş ortamında çocuk olanlarla, bu ortama maruz kalanlarla izleyicinin empati yapmasını sağlıyor ve mizah olarak anılabilecek bir filmde izleyiciye bir peçete uzatıyor. Oysa ki Jojo’nun annesi Rosie’nin tek suçu savaş karşıtı olmaktı…
Çatı Katımda Yahudi Var!
Yahudilerin yakıldığı bir ortamda Yahudi olmak da, Yahudi olan birisiyle konuşmak da, Yahudi olan birisini saklamak da suç olarak sayılıyor. Doğuştan gelen bir din yüzünden, hiçbir günahı olmayan insanlar yakılıyor ve öldürülüyor. Jojo’nun annesinin ölüm sebebi de savaş karşıtı olması ve bu sebepten dolayı masum bir Yahudi kızını (Elsa) kendi evinde saklamasıydı. Jojo, savaş ortamından etkilenen ve savaşa ilgi duyan bir çocuk karakter olarak filmin başında lanse edilmiş olsa da, ilerleyen süreçte o da durumun farkına varıyor.
“Bir kişi, sırf Yahudi diye öldürülmeli midir?” sorusuna ilk başta haykırarak “Evet!” diyebilecek Jojo, ilerleyen süreçte Yahudi kızı savunmak için elinden gelen her şeyi yapıyor ve onun ölmemesi gerektiğini düşünüyor, ondan etkileniyor ve onunla sohbet etmekten büyük zevk alıyor. İşte bu! Jojo, savaşın kötü bir şey olduğunu anladı nihayet. Acı deneyimler yaşayarak bunu öğrenen Jojo, öncelerde çizdiği resimlerde Yahudileri bir canavar olarak resmetse de daha sonra, Elsa’nın güzelliğini keşfediyor, sırf dini için birisinin yargılanmaması gerektiğinin de farkına vardığında kendi dünyası değişiyor.
Gülün ve Dans Edin!
Savaş bitiyor, Naziler kaybediyor ve Elsa mahkum olduğu evden özgürce dışarıya çıkıyor. Savaştan yeni çıkılan bu ortamda Elsa dans etmeye başlıyor, Jojo da bir süre sonra Elsa’ya katılıyor ve bizler de şu sıralar sosyal medyada çokça dönen o muhteşem kapanış sahnesini izlemiş oluyoruz. Savaşa karşı durmak için insan olmak gerektiğinin yansıması olarak dans eden çocuklar karşımıza çıkıyor.
Kapanış
Jojo Rabbit, dönem olarak II. Dünya Savaşı sırasında geçiyor olsa da bir savaş filminden çok eğlenceli bir filme tanıklık etmemizi sağlıyor. Filmin bu başarısında senaryonun yanı sıra kurgusunun da büyük bir etkisi var, filmin genelinde çok başarılı bir kurgu yaratımı söz konusu diyebiliriz.
Başarılı senaryo, başarılı yönetim, başarılı kurgu ve başarılı bir prodüksiyon ile film bizlere o dönemde çocuk olmanın zorluklarını, savaşın kötülüğünü, masumların gördüğü zararı gösteriyor ve insanlığımızı hatırlamamıza yardımcı oluyor.
Diğer yazılarda görüşmek dileğiyle. Sinemayla kalın.