Joy Division ve Ian Curtis’in hikayesi müzik dünyasının en hüzünlü, en yarım kalmış hikayelerinden biridir. Joy Division tek bir albümlük müzik hayatına birçok müzisyen ve grubun kariyerleri boyunca katmayı becermediği özgünlüğü, dokunaklılığı ve karakteri yansıtmış ancak grubun söz yazarı ve solisti Ian Curtis henüz 23 yaşında intihar edince tıpkı güneşlerini kaybetmiş Nirvana, The Doors gibi kült gruplar ile aynı kaderi paylaşmış ve sönmek zorunda kalmıştır. Grubun diğer bireyleri, Joy Division‘dan sonra New Order’ı kurup müziğe yön vermeye devam etseler de tarz ve özgünlük anlamında Joy Division’ın müziğine yaklaşamamışlarıdr. Joy Division arada kalmışlığın, sıkışmışlığın marşıdır, Ian Curtis’de grilerin kralıdır. Ian hayatı boyunca iki hayat arasında sıkışmış, iki farklı Ian’ın savaşında zaten bir ipin üstündeki cambaz gibi dengesizce tutunduğu gerçeklik algısını kaybetmiş ve kendi canını almıştır. Control filmi de Ian’ı ve toplumla, hayatla, doğru ve yanlışla olan içsel savaşını anlatır, ve bunu yaparken Joy Division’ın depresif, gri ama oldukça şiirsel olan anlayışını sinema medyumu üzerinden seyirciye aktarır. Zaten film boyunca çalan Joy Division şarkıları bu harmoniyi gözler önüne serer.
Film tamamen monokrom çekilmiştir, ki Joy Division ve Ian Curtis’i azıcık da olsa bilen insanlar için başka türlüsü mümkün değildir. Yönetmen Anton Corbijn kullandığı sinemasal teknikler ve etkilendiği akımları monokrom çekimle birleştirerek Ian’ın hayat hikayesini Ian’ın algı kalıpları doğrultusunda aktararak muazzam bir iş çıkarmıştır. Film, geniş açılar ve kameranın sabitliğini siyah beyazla birleştirmiş ve belki de hayatın en canlı, vahşi ve eğlenceli olduğu Rock dünyasını bile donuklaştırmayı başarmıştır.
Ian Curtis’de zaten alışılagelmiş Rock yıldızlarından değildir. Ian Curtis 18 yaşında sosyal servislerde bir danışman olarak çalışmaya başlamış, 19 yaşında evlenmiş, 22 yaşında baba olmuştur ve modern toplum düzeninin bireylere dikte ettiği yaşam tarzını çok erken bir yaşta benimsemiştir. İçindeki sıkışmışlık Ian’ı erken yaşta müziğe ve yazmaya itmiş, ilerleyen zamanlarda elde ettiği başarı ve şöhret onu daha 18 yaşında girdiği toplumsal makineden koparmaya başlamıştır.
Corbijn, Michalengelo Antonioni ve toplumsal gerçekçilik akımının sinemaya kattığı teknikleri filmde çok iyi bir şekilde kullanmıştır. Ian’ın bir tarafının da mensubu olduğu toplumsal düzenin insanı nasıl yalnızlaştırdığını, kendi gerçekliğinden uzaklaştırdığını Ian’ı film boyunca kameranın perspektifi içinde ayrıştırıp izole ederek göstermiş ve yalnızlık, çaresizlik, depresyon gibi hissiyatları seyirciye oldukça akıcı ve hissedilir bir şekilde aktarmıştır, ve gerçekliğin peşinde muazzam kareler yakalamıştır.
Corbijn aynı zamanda gölgeleme, siyah ve beyazın kontrastlığını manipüle etmedeki ustalığı ve Ian’ı canlandıran Sam Riley’nin muazzam performansı sayesinde Ian’ın içindeki savaştan doğan sürrealliği, gerçekliğin kayboluşunu yansıtabilmiştir. Eğer ki bir Joy Division konser kaydı izlerseniz Ian Curtis’in sanki ruhu farklı bir varlık tarafından ele geçirilmiş gibi şarkı söylediğini, dans ettiğini görürsünüz, ki aslında kendisi için durum böyledir denebilir. Epilepsi hastası olan ve sürekli olarak nöbetler geçiren Ian, sahnede tıpkı nöbetleri gibi nereden geldiği anlaşılmayan, mistik bir güç tarafından ele geçirilmiş bir insan gibi hareket eder. Bunun sebebi ise Ian’ın öteki yüzünün yalnızca sahneye çıktığında toplumun ve empoze ettiği hayat tarzının, epilepsi için aldığı çeşitli uyuşturucu hapların yarattığı perdeyi delebilmesidir. Corbijn konser sahnelerinde Ian’ın suratının yarısını gölgeleyerek ve Sam Riley’nin Ian’ın yüz ifadesini ve hareketlerini kullanmadaki ustalığından (Ian’ın sahnedeki dansına hastalığından dolayı epilepsi dansı denmiştir ve Riley bu dansı muazzam kopyalamıştır) faydalanarak Ian’ın içsel savaşını çok güçlü bir şekilde yansıtmıştır.
Joy Division’ın şöhreti arttıkça Ian eşinin, kızının olduğu o doğru dünyadan uzaklaşmaya başlamıştır ve bambaşka kuralları, dinamikleri olan iki dünya arasında sıkışmıştır. Siyah ve beyaz birbirine girmiş, her şey gri olmuş ve Ian artık neyin doğru neyin yanlış olduğunu anlayamayacak duruma gelmiştir. Yönetmen Corbijn ise siyah ve beyazın getirdiği kontrastlığı hikaye boyunca dinamik bir şekilde kullanarak birbirine girmiş olan bu iki dünyayı izleyiciye aktarmayı başarmıştır. Mesela filmin uzun bir bölümü boyunca Ian’ın karısı beyaz, sevgilisi siyah tonlarında kıyafetler giymektedir. Ancak Corbijn hikaye ilerledikçe kadınların kıyafetlerinin renklerini dinamik bir rotasyona sokmuş, neyin siyah neyin beyaz olduğunu bulanıklaştırmıştır. Filmin son sahnesinde mezarlığın içindeki kamera, bir fabrikanın bacasından çıkan siyah dumanlar, gökyüzündeki bembeyaz bulutları kaplayışını görüntülemiş , Corbijn Ian Curtis’in hikayesindeki siyahlığın kaynağını film boyunca kullandığı imgelemeler aracılığı ile vererek isyan bayrağını çekmiştir.