İtalyan Giallo: Gizem ve Şiddetin Büyüleyici Dansı

Yazan: Berna Balkaya

Giallo, 1960’ların sonlarından 1980’lerin başlarına kadar süren ve İtalyan sinemasının önemli bir parçası olan sinema akımıdır diyerek başlayalım yazımıza. “Giallo” kelimesi İtalyanca sarı anlamına gelmektedir. Bu terim, 1920’de yayınlanan bir dizi suç romanı için kullanılan sarı kapaklı kitaplardan gelmektedir. Giallo filmleri gerilim, cinayet ve gizem unsurlarını bir araya getirirken, estetik ve sanatsal bir anlatım tarzıyla dikkat çeker. Kısacası Giallo için erotik olanla sanatın birleşimi de diyebiliriz.

Ekranda daima güzel kadınları gördüğümüz filmlerde, kendimizi her zaman katil kim oyunun içinde gibi hissederiz. Genellikle karmaşık ve sürükleyici bir hikaye yapısına sahip olan Giallo filmlerinin izleyicisi ise ülkemizde azımsanmayacak kadar çoktur. Belki de her uyandığımız güne birbirinden farklı haberlerle başladığımız, olayımız az olmadığı için sürekli bir gizem çözmenin peşinde koşmak hoşumuza gidiyordur kim bilir. 120’ye yakın film çekilen Giallo akımı, keşke hiç bitmeseydi diyeceğim akımlardan biri aynı zamanda. Genellikle bir veya birden fazla cinayetin etrafında dönen filmlerde, izleyiciyi şaşırtmak için karmaşık kurgular kullanılır. Karakterlerin içsel çatışmaları, gizli geçmişleri ve travmaları ise gerilimi arttırmak için en çok kullanılan yöntemlerden bazılarıdır. Renk kullanımı, kamera açıları ve görsel stille de desteklenen sahneler ise tadından yenmez. Tabii tüm bunları destekleyen en büyük unsur ise müziktir! Yazının ilerleyen zamanlarında hepsine tek tek değineceğim zaten.

Dario Argento elbette Giallo’nun babasıdır benim için. Profondo Rosso filmiyle sadece Giallo akımına değil, sinemaya çok büyük katkıları olmuştur. Aslında bu akımın çıkmasındaki en önemli sebeplerden biri de İtalyanların ticari sinema tutkusu. Bu durumda bu akım direkt seks ve cinayet satar fikri üzerine kurulmuştur. Az önce de değindiğim gibi – akımın adını konuşurken bir kitap dizisinden geldiğini söylemiştim – aslında bir kitap dizisi olarak çıkmasına ve yasaklanmasına rağmen çok satmasının etkisiyle sinema hemen bunu lehine çeviriyor ve sinemada yepyeni bir akım yaratıyor. Korku sineması yönetmenlerinin markajına girmesiyle birlikte, yönetmenler bu kitapları alıyorlar ve edebi bir türden bir akım ortaya çıkarıyorlar. Giallo’nun edebiyatta ilk olarak filizlenmesinin en büyük ilham kaynakları ise şaşırmayacağınız iki isim elbette: Edger Allen Poe ve Agathe Christie. Sinemaya aktarımı ise Mario Bava’nın 1963 yılında Alfred Hitchcock’un “The Man Who Knew Too Much” filminden esinlenmesiyle “La Ragazza Che Sapeva”yı çekmesiyle oluyor.

Hepsi bir dedektiflik öyküsüne dayanan filmler, travmaların psikanaliz bakış açısıyla gösterilmesi ve müzikle desteklenmesi ise psikolojiye ilgisi olanlar için ekstra heyecanlı bir yolculuk yaratmış oluyor. Elbette sadece dedektif filmleri deyip geçemeyiz bu filmler için; aynı zamanda içinde bilim kurgu ve doğaüstü olayları da barındırıyor Giallo. Fevkalade zengin bir tür olan Giallo, gördüğünüz gibi kendi içinde türlere ayrılması ile de dikkat çekiyor. Giallo’nun derinlerine daldıkça bizi çok sürprizli bilgiler de bekliyor. Örneğin 1963 yılında Bava’nın çekmiş olduğu “I Tre Volti Della Paura” filmi İngiliz ve Amerikan sinemalarında “Black Sabbath” adıyla gösteriliyor. Ve evet doğru tahmin ettiniz; “Black Sabbath” müzik grubunun adı bu filmden geliyor.

Giallo filmlerini izlerken bir diğer dikkatimi çeken ise bazı karakterlerin tek boyutlu oldukları. Olay örgüsünü ve gizemi çözmeyi desteklemek için koyulan bu karakterler, hikayenin çözülmesi için hızlı ve kolay bir yol sağlamaktalar. Her filmin atmosferi istisnasız şahane. Bu akımdaki filmleri izlerken, çoğunlukla karşınızda çok başarılı bir şekilde kurulmuş bir tiyatro sahnesi izler gibi hissediyorsunuz. Başta Giallo için ticari bir tür dediğimden dolayı biraz üzgün gibiyim ve günah çıkarmamı burada yapıp türün aynı zamanda sinematografik olarak başarılı olduğunu söylemek isterim. Yani ticari kaygıların yanı sıra sanatsal taraflarını asla geri planda bırakmıyor yönetmenler.

Giallo filmleri elbette sadece İtalya’yla sınırlı kalmadı. Filmlerin yurt dışına, birçok ülkeye satışı yapıldı. Fakat bu filmler diğer ülkelerde epey kesilmiş bir şekilde gösterildi. Anlaşılan o ki İtalyanların kan ve vahşet sevgisi pek diğer ülkelere göre değilmiş. Giallo’nun üç büyük ustası olarak anılan üç unutulmaz yönetmen var; Fulci ve Bava. Bu yönetmenlerin de filmlerinde kendi imzaları niteliğinde diyebileceğimiz dokunuşları var filmlerinde. Örneğin müzik ve renkler çok net ve filmin ön planında ise ve tabii ki büyük bir sanatsal dokunuş var ise ekranda Argento’yu izliyoruz demektir. Argento, dönemin modasına uyarak İtalyan Progresif Rock türünden fazlasıyla faydalanmıştır. Neredeyse her filminde “Goblin” grubuyla çalışmıştır. Grubun “Profondo Rosso” filmi için yaptığı müzikler ise unutulmazlar arasında yerini almıştır. Bilmeyenler ve dinlemeyenler için filmin en önemli parçasını hemen buraya bırakıyorum.

Argento’nun filmlerinde kırmızı rengi çok görürüz. Kırmızı Argento’nun rengidir. Aynı zamanda babası yapımcı olan Argento, Giallo filmlerini yurt dışına çıkaran ilk isimdir. Yani Argento ailesi sayesinde bu müthiş türü tanıma ve deneyimleme şansına sahip olduk diyebiliriz. Sinematografi konuşacaksak eğer, o zaman Bava’dan bahsetmek lazım işte. Karakteristik görüntü yönetimi sayesinde izlediğiniz bir filmin Bava’ya ait olduğunu hemen anlarsınız. Madem Mario Bava’dan bahsettik “Blood and Black Lace” filmini konuşmadan geçmeyelim. Giallo’nun temel unsurlarını içinde barındıran film, moda dünyasında geçen bir dizi cinayetleri görsel bir şölenle sunar seyirciye. Tabii güzel kadın oyuncular ve şahane stylinden bahsetmeme gerek bile yok!

Bava işinde o kadar iyidir ki Hollywood’dan teklif alır. Stilinden ödün vermek istemeyen Bava, bu teklife elbette red cevabı verir. Ah, işte başarının sosyal medya hesabındaki takipçi sayısıyla ölçülmediği dönemlerde sanatçılar sadece sanat için üretiyordu. Açıkçası benim akım filmlerinde en sevdiğim noktalardan biri – eğitim alanlarımdan biri moda olduğu için sanırım – katillerin çok iyi giyimli olması. Kim olursa olsun stili bir insanın kimliğidir benim gözümde. Bir de Giallo’da dikkat çeken bir diğer unsur ise katilin kurbanını her zaman yakından öldürmesi. Centilmence mücadele diye buna derim işte! Cinayeti genel olarak katilin gözünden izlediğimiz filmlerin kodları ise; faşizm alegorisi, yüzü görünmeyen katil, müzik kullanımı ve psikanalitik derinlik olarak söylenebilir. Giallo’nun korku sinemasına kattığı en önemli şey ise hikaye anlatımı. Klasik bir anlatım şeklinin dışına çıkılarak hikayeyi katilin gözünden görüyor ve kurbanla yer değiştirmiş oluyoruz.

Elbette bütün Giallo yönetmenlerinden tek bir yazıda bahsetmem mümkün değil. Bütün Giallo filmlerinden de… Belki bu yazı sonrasında bir yazı dizisine dönüşür ve burada bahsedemediklerimden sonraki yazılarımda bahsederim. Sonlara doğru yaklaşırken bir de Sergio Martino’dan bahsetmek isterim sizlere. Eğer izlediğiniz filmde sapkın bir seks sahnesi varsa ve bu sahne beş dakikadan daha fazla sürüyorsa kesinlikle Sergio Martino izliyorsunuz demektir. Bir de hemen size yine Giallo uzantılı enteresan bir bilgi vereyim: Sergio Martino’nun “Lo Vizio Della Signoria Wordh” isimli filminin Türk versiyonu bulunmakta. Mehmet Aslan’ın 1964 yılında yapmış olduğu “Aşka Susayanlar” filmi, Martino’nun filminin birebir kopyasıdır diyebiliriz. Merak edenler filmi Youtube’tan izleyebilirler.

Giallo akımı, sadece İtalya’da değil, dünya genelinde birçok yönetmeni etkilemiştir. Özellikle korku ve gerilim sineması üzerine kalıcı bir iz bırakmıştır. Giallo’nun estetik ve anlatım tarzı, modern korku filmlerine ve bağımsız sinemaya ilham vermiştir. Ayrıca, bu akım “slasher” türünün de temellerini atmıştır. Giallo, İtalyan sinemasının özgün ve yenilikçi bir parçası olarak, gerilim ve korku sinemasında önemli bir yer edinmiştir. Zengin görsel anlatımı, karmaşık kurguları ve psikolojik derinliği ile günümüzde hala tartışılan bir konu olmayı sürdürmektedir. Giallo’nun etkileri, sinemanın farklı türlerinde ve dönemlerinde görülebilir. Bu akım, sinema tarihindeki ve kalbimdeki yerini her zaman koruyacaktır. Bunun şerefine açıp hemen bir Argento filmi izleyip; modaya, gizeme ve şahane müziklere doyayım!

Kaynakça:
Socrates Dergi
Ankara Üniversitesi Yayınları

Yorum Yapın

Bunlar da İlginizi Çekebilir