Feminist aktivist Esmeray’ın hayatını konu alan ödüllü belgeseli “Ben ve Nuri Bala” ve Berlinale’de prömiyerini yapan “Kumun Tadı” ile tanıdığımız Melisa Önel ‘in son filmi Aniden 22 Aralık 2023’te vizyona girdi. Önel’in senaryosunu Uçurtmayı Vurmasınlar filminin senaryosunu da yazan Feride Çiçekoğlu ile birlikte kaleme aldığı filmin başrollerinde Defne Kayalar, Öner Erkan, Şerif Erol, Esra Kızıldoğan, Dilan Çiçek Deniz ve Ayşenil Şamiloğlu yer alıyor.
Eskiden yaşadığı kentte yani İstanbul’da, kendini yeniden bulmak için kayıplara karışan bir kadının hikayesini anlatan film, dünya prömiyerini Tokyo Uluslararası Film Festivali’nde yapmış, Rotterdam Film Festivali’nde gerçekleştirdiği Avrupa prömiyerini ardından Kuzey Amerika’nın en saygın film festivallerinden Vancouver Uluslararası Film Festivali’nde izleyici ile buluşmuştu. Türkiye’deki ilk gösterimini ise Ankara Film Festivali’nde gerçekleştiren Aniden, festivalden başrol oyuncuları Defne Kayalar ve Öner Erkan’ın en iyi oyuncu ödülleriyle dönmüştü.
Aniden filminin yönetmeni Melisa Önel ile yönetmenlik kariyeri ve filmi Aniden hakkında keyifli bir söyleşi gerçekleştirdik.
Çeşitli projelerle izleyicilerle buluştuğunuz yönetmenlik serüveniniz son filminiz Aniden ile devam ediyor. Sizi yeni tanıyan sinemaseverler için, sinema tutkunuzun doğuşundan ve bu süreçteki deneyimlerinizden bahseder misiniz?
Üniversitede Uluslararası İlişkiler okumakla beraber zamanımın çoğunu fotoğraf çekerek ve okulun karanlık odasında çalışarak geçirdim. Fotoğraf ikinci bölümüm olarak mezun oldum. Dolayısıyla formasyonumda görsel bir alan vardı. Üniversite aynı zamanda tiyatro ve senaryo yazarlığı, biraz da oyunculuk denemeleri yaptığım bir zaman oldu. Sahnede olmamanın bana daha uygun olduğuna karar verdim hızlıca. Mezun olduktan sonra fotoğraf alanında işler ürettim ve sanırım bir noktada sesle, oyuncularla ve hareketli görüntü ile çalışmak, daha uzun kurgular oluşturmak istedim. 2007’de İstanbul Bilgi Üniversitesinde yüksek lisansıma başladıktan sonra üretme pratiğim yavaş yavaş fotoğraftan sinemaya doğru kaymaya başladı. İlk kısa filmim “Omega Tilki” ve ardından orta metraj belgeselim “Ben ve Nuri Bala”yı 2010 öncesinde çektim. Daha sonra Kumun Tadı, ardından ominibus bir seçkide; Kıyıdakiler, yer alan kısa bir dans filmi ve Aniden.
Feride Çiçekoğlu ile Kumun Tadı filminiz ile başlayan verimli bir işbirliğiniz var. Bir araya nasıl geldiniz, ortak çalışma süreciniz nasıl ilerledi?
İstanbul Bilgi Üniversitesinde Yüksek lisansıma başlarken Feride Çiçekoğlu da bölüm başkanıydı. Mezun olduktan sonra yine birbirimizi bulduk. Daha ziyade ben onu buldum. Kumun Tadı için işbirliği yapmak istediğimden bahsettim ve filmin konusu onun da ilgisini çekti. Birlikte mekan gezilerine başlamamız ise birlikte düşünmeye ve hayal kurmaya başlamamıza sebep oldu. Mekanları tanımak bizi hikayeye yakınlaştırıyor. Aniden’i yazarken de birlikte epey gezdik. Genelde filmin yola çıkış fikrinin ikimizi de heyacanlandırması gerekiyor ki bu fikir dallanıp budaklanıp bir hikaye formuna dönüşebilsin. Fikirden senaryoya geçişte mekan gezerek, insanlarla konuşarak bir süre geçiriyoruz, yazma süreci de; dışarı açılıp, içimize kapandığımız döngülerden oluşabiliyor.
Aniden filmine gelelim. Filmin konusu oldukça dokunaklı ve derin bir içeriğe sahip. Hikaye fikrinin ortaya çıkışı nasıl oldu, bir ilham kaynağı var mıydı?
Filmin çıkış noktası bir kadının görünmez olması, kimse onu görmezken onun etrafı görmesiydi. Etrafındakilere görünmez olmanın hem büyük bir ağırlığı hem de bu görünmezliği kendimiz seçtiğimizde bir hafifliği olabilir. Hem hafiflik hem ağırlık, hem özgürlük hem kayıp… Bu ikilikleri keşfetmek, senaryoyu yazarken Reyhan’ın merakına kapılıp gitmemiz de Feride Çiçekoğlu ile birlikte senaryoyu son haline gelene kadar tekrar ve tekrar yazmamıza ilham verdi.
Otel, genellikle bir geçiş mekanı olarak görülür, insanların kısa süreli konaklamaları için bir yerdir. Reyhan’ın otelcilik mesleğini seçmesi kendi hayatındaki aidiyetsizlik hissi arasında bir ilişki kurulabilir mi?
Otellerin geçici birer mekan olmaları, otellerde çalışanlarınsa, otelin sabit bir unsuru olarak konukların gelip geçici yaşamlarının bir parçası olmaları; bu tezatlık Feride ile ilgimizi çekmişti. Otel gibi bir mekanın aidiyet ile arasındaki ilişkiyi düşünmeden yazmak herhalde mümkün değil, özellikle edebiyat ve sinemadaki temsillerini düşününce. Ömer Kavur’un “Anayurt Oteli” veya Sophie Calle’ın “Otel, Oda 28” gibi işleri otelleri ve otelde bulunma tecrübesini düşünürken referanslarımızdan birkaçıydı diyebilirim.
Reyhan özelinde de, tanıdık olanı geride bırakıp bilenmeyene doğru ilerlerken otelin bir durak olması dediğiniz gibi Reyhan’ın aidiyeti ile ilgili bir şeyleri sınadığına hem de hayatla ilgili olasılıkları keşfetmesine dair diye düşünüyorum.
Aniden’in atmosferi oldukça dikkat çekici ve mekânlar da hikayenin önemli bir parçası. Mekân seçimlerinizi belirlerken hangi unsurları özellikle ön planda tuttunuz?
Koku duyusunun hafıza ile derinden bir etkileşimi olduğu için, Reyhan’ı yazarken, geçmişi ile olan ilişkisi üzerine de epeyce düşündük. Reyhan koku duyusunu kaybetmiş ve küçükken geride bıraktığı İstanbul’a geri gelip kendine dair bir yolculuğa çıktığında şehri dolaşmayı seçiyor. Bu sebeple İstanbul’da seçtiğimiz mekanlarla Reyhan’ın aidiyeti arasında bir bağ olması bizim için önemliydi.
Ayrıca İstanbul, dinamik bir yapıya sahip ve devamlı dönüşen bir kent. Geçmişi; şehrin mimarisi, tarihi dokusunu ve kültürel eserleri, yeni yapılaşmalarla silinebilen bir metropol. Hafızası sürekli zorlanıyor. Bu sebeple, Reyhan’ın bu şehirdeki iz sürme çabasının özellikle önemli olduğuna inanıyorum.
Filminizdeki oyunculuklar gerçekten etkileyiciydi, özellikle Defne Kayalar, Öner Erkan ve Şerif Erol’un, performanslarıyla filme değer kattığını görüyoruz. Oyuncuları seçme süreciniz nasıl gelişti?
Cast için Ezgi Baltaş ile birlikte çalıştık. Önceliğimiz çok iyi oyuncular olmalarının yanı sıra senaryo ve karakterleri anlayan ayrıca bağımsız film yapma sürecine dahil olmak isteyen insanlarla çalışmaktı. Çok güzel bir ekip kuruldu ve çalışma ortamımız da kısıtlı zamanımıza rağmen verimli ve olabildiğince huzurluydu. Özellikle Defne ve Öner’in karakterlerine dair ön çalışma gerektiren bir çok alan vardı. Hem kendileri eğitmenlerle hem de birlikte bolca çalışma ve prova yapma imkanımızın oldu. Bu da materyali, birbirimizi hem de çalışma süreçlerimizi tanımamıza yardımcı oldu ve setteki iş yükünü çok hafifletti.
Aniden, Tokyo, Rotterdam, Vancouver ve Ankara başta olmak üzere pek çok festivalde gösterildi. Bu festivallerde filmle ilgili aldığınız tepkiler ve izleyicilerden gelen geri bildirimler nasıldı? Festival yolculuğunuz sırasında filmle ilgili dikkatinizi çeken veya sizi şaşırtan birkaç deneyim yaşadınız mı?
Seyircinin Reyhan’ın yolculuğuna eşlik ettiğini, onun ritmine kapıldığını hissettim. Bireysel bir büyüme/kayıp/özgürleşme hikayesinin ve karakterin insanlara dokunduğunu hissettmek ven kendi hikayelerini zaman zaman benimle paylaşmak istemeleri çok özeldi. Ayrıca beni şaşırtan ve çok mutlu eden bir başka yorum İstanbul’un kokusunu duyumsadıklarını söyleyen seyircilerle karşılaşmaktı.
Aniden bağımsız bir film. Bağımsız bir film çekmenin getirdiği zorluklar hakkında ne düşünüyorsunuz? Bu zorluklarla başa çıkmanın veya bağımsız film yapım sürecindeki engelleri aşmanın sizce en etkili yolları nelerdir?
İyi yol arkadaşlarımızın olması, dediğiniz gibi bağımsız film yapmanın bazen yıldırıcı derecede zorlayıcı sürecinde çok kıymetli diye düşünüyorum. Sinema yapmak kollektif bir iş ve inşa ettiğimiz şey sadece perdede izlediğimiz film değil. Bu eseri mümkün kılan bir ilişkiler yumağı. Üretim bu kollektif ortamda meydana geliyor. Bu ilişkilerin ilham veren, destekleyici ve dürüst olması 3-4 yıllık ön yapım ve yapım sürecini; yani hayatı, daha kıymetli hale getiriyor.
Diğer şey de tüm yapım sürecinde, filmin özünde yatan, o filmi yapmamıza sebep olan niyeti içimizde tutup, kaybetmemek. Bir noktada yapıma dair sınırlamalar ve stresler, yaratıcı sürecin önüne geçebiliyor. Tekrar durup neyi neden yaptığımızı hatırlamak, yönetmenin yapıma dair birçok sorunluluğu taşıması gereken bapımsız film alanında çalışan yönetmenler için elzem diye düşünüyorum.
Yönetmenlik kariyeriniz öncesinde fotoğraf alanında birçok çalışma yaptığınızı ve hem yurtiçinde hem de yurtdışında pek çok sergide yer aldığınızı biliyoruz. Sonrasında sinema alanına yönelmeniz nasıl oldu? Fotoğrafçılık çalışmalarınızın yönetmenlik anlayışınıza nasıl bir katkısı oldu ve bu disiplinler arasındaki etkileşim sizin için nasıl bir yaratıcı zenginlik oluşturuyor?
Sinemadan önce uzunca bir süre fotoğraf alanında işler ürettim. Fotoğrafları kurgulamak ve performans ögelerini kullanmak ilgimi çekiyordu. Fotoğrafları kurgulamak önceden düşünülmüş bir tasarımı, performans, “an”a odaklanmayı gerektiriyordu. Seriler halinde çalıştığım için de görseller arası ilişkiyi düşünüyordum; bir nevi kurgu mantığı… Tüm bunlar bana hem bir bakış açısı hem de sinemaya da taşıdığım bir üretme pratiği kazandırmıştır diye düşünüyorum.
Sinemaya, fotoğraf işlerime kıyasla daha hikayesel bir yerden yaklaşsam da görseller, imgeler ve post prodüksiyon sürecinde sesler üzerinden hikayeleri kurgulamak ve bir dil oluşturmak bana daha doğal geliyor. Belki de fotoğraf pratiğinden geldiğim için sinemaya hiç bir zaman salt hikaye olarak bakmadım ve beni heyecanlandıran işler de genelde sinema dilinin sınırlarını zorlayan işler oldu.
Son olarak gelecek projeleriniz hakkında bilgi verebilir misiniz?
Feride Çiçekoğluyla üçüncü filmimizi yazıyoruz bu günlerde. Bağımsız film yapım süreçleri çok zorlayıcı ama bu defa araya çok uzun zaman girmeden filmi çekebilmeyi hayal ediyorum.