“Medeniyetimiz, oldukça az sayıdaki bir grup insanın muazzam paralar kazanma şansını sürdürebilmesi adına kurban edilmekte. Biyosferimiz, benimkisi gibi zengin ülkelerdeki zengin insanlar lüks içinde yaşamaya devam edebilsin diye kurban edilmekte. Bu çoğunluğun acı çekmesine azınlığın zenginleşmesine katkıda bulunan bir durum.”
Yukarıdaki cümleler yeni duyduğumuz ya da öğrendiğimiz şeyler değil. Ancak yeni olan şey bu cümlelerin 15 yaşındaki İsveçli aktivist Greta Thunberg’e ait olması. Birleşmiş Milletler İklim Değişikliği Konferansı sırasındaki konuşmasına ait olan bu cümlenin vuruculuğunun büyük bir kısmı sadece 15 yaşında olan bir genç tarafından dile getirilmiş olmasıdır kanaatimce. Çünkü küresel iklim değişikliği ve tahribat öyle bir noktaya geldi ki bir milyondan fazla hayvan türünün yok olmanın eşiğinde olduğu, tropik ormanlarının yarısının çoktan tahrip edildiği, kıyafet sektörünün her yıl 32 milyon olimpik havuzu dolduracak kadar su tükettiği, buzulların muazzam bir hızla eriyerek habitat ve yerleşim yerlerindeki canlı hayatlarını tehlikeye attığı, temiz su bulmanın giderek zorlaşacağı bir dünyada yaşıyoruz artık. Dolayısıyla dünyanın çeşitli yerlerinde okul çağındaki çocukların sokaklara çıkarak “Fridays For Future” gibi hareketlerle temiz ve yaşanabilir bir dünya için seslerini geleceklerini çalmakla suçladıkları yetişkinlere, politikacılara ve yetkililere duyurmaya çalışması oldukça anlaşılabilir bir durum.
Hal böyle olunca gençlerin hitap ettiği yetişkinler olarak, yaşadığımız dünyaya etkimizi sorgulayarak ihtiyaçlarımız ve isteklerimiz arasındaki ince çizginin farkına varıp aslında attığımız her adımın, aldığımız her ürünün içinde yaşayacağımız dünyayı şekillendirmedeki muazzam etkisini kavramamız gerektiğini düşünüyorum. Nitekim bu düşünce ile bu haftaki Fridays For Future hareketine çevreci belgeseller seçkisi hazırlayarak katkıda bulunmayı tercih ettik. Aşağıdaki listede yer alan belgeseller izleyenlere yalnızca bir kişinin neleri değiştirebileceğinden tutun da insanlığın kendi eliyle yarattığı felaketin aslında olumlu yanlarının da olabileceğine, imkansız gibi görünen değişimlerin başarılabilineceğine ilişkin bilgiler sunmakta. Yer yer mantığımızı, yer yer konfor alanımızı zorlayan, insanı hem karamsar eden hem de umut verebilen seçkimizle keyifli seyirler dileriz.
Gerçek Bedel / The True Cost
2015 yapımı The True Cost, moda üzerinden tüketim çılgınlığının dünyamıza verdiği zararı hem insan gücü hem de çevresel faktörlere etkisini göstererek anlatan bir belgesel. Moda sektörünün önceden yalnızca iki sezonluk (yaz ve kış) kreasyon sunarken günümüzde 52 sezonluk üretim yapıldığı bilgisi gibi oldukça çarpıcı ve sayısal verileri izleyenlerle buluşturan bu belgesel aynı zamanda bu üretimlerin daha çok kar etmek adına ölüme varan emek sömürüleri gerçekleştirdiğini Rana Plaza gibi yerlerde çalışanlarının yaşadıklarını paylaşarak gözler önüne seriyor. Bir yandan söz konusu kreasyonlara devam edip bir yandan da elde edilen karın sürdürülmesi adına kalitesiz ürünlerle, eski makinelerle ve de çevreyi negatif etkileyecek şekilde çalışmanın (filtre kullanmamak ve kimyasalların içme sularına karışması gibi) Moda sektörünü getirdiği nokta ise ilkim değişikliğini en çok katkıda bulunan ikinci sektör olmuş bulunması. Kısacası Gerçek Bedel, 19,9 TL olan tişörtlerin esas bedellerinin anlaşılması, paramızla neler yaptığımız ve neleri değiştirebileceğimiz adına izlenebilecek en başarılı belgesellerden biri.
Yarın / Demain
Demain (Yarın) de 2015 yılında izleyicisi ile buluşmuş olan bir belgesel ancak Yarın’ı alanındaki birçok farklı kılan ve de bu listede özellikle olmasını istememin temel sebebi ele aldığı sorun karşısındaki optimist bakış açısı. Yarın, Cyril Dion ve Mélanie Laurent tarafından yönetilen film, öncelikle belgeselin amacının nasıl oluştuğundan, dünyanın şu anki halinden bahsederek başlıyor. Laurent’ın çocuk sahibi olma arifesindeyken özellikle dikkatini çeken küresel iklim değişikliği, yok ediş (dolayısıyla yok oluş) ve de günümüzün yaşayış şeklinin söz konusu duruma katkısı karşısındaki tavrı çaresizliğe kapılmak yerine harekete geçmek olmuş. Dolayısıyla belgesel boyunca karşınıza çıkacak olan insanlar da aynı şekilde harekete geçip tarıma, ekonomiye, enerjiye ve eğitime farklı açılardan yaklaşarak alternatif olduğunu gösteren insanlar. Günümüz dünyasının, amaçlarımızın ve önceliklerimizin acilen değişmesi gerektiğinin altını sık sık çizen bu belgeselin nihai amacı “Hadi dünyayı kurtaralım!” dan daha çok (çünkü bu çok da gerçekçi olmazdı) olabildiğinde çok insana ulaşarak yarının dünyasında umut olduğunu müjdelemek. Bu noktada şahsen üzerimize düşenin acilen harekete geçmek ve bu belgeseli izlemek olduğunu düşünerek listemize ekledik.
Zararsız Adam / No Impact Man
2009 senesine ait olan bu deneysel belgeselin amacı tek çocuklu Beaven ailesinin bir yıl boyunca araba, uçak, otobüs ve metro gibi toplu taşıma araçlarını kullanmayıp, paketlenmiş gıdaları, poşetlerin içinde satılan ürünleri ve özellikle tek kullanımlık olmak üzere manada plastik ürünleri tüketmeyerek karbon ayak izini sıfıra indirme çabasını izleyici ile buluşturmak. Söz konusu çabaların içinde televizyon izlemek, asansör kullanmamak gibi mümkün görünen hedeflerin yanı sıra tuvalet kağıdı ve bebek bezi kullanmamak gibi uygulaması zor ve de elektrik olmadan yaşamak gibi hayal etmesi dahi imkansız olan amaçlara uygun yaşamaya çalışan Beaven ailesinin giriştiği proje “Bu kadar fazla harcamadan da güzel bir hayat yaşanabilir mi?” sorusu etrafında şekilleniyor. Belgesel boyunca ailenin yaşadığı değişim, değiştirdiği öncelikler ve edindikleri yeni düşünceler küresel olmadan önce değişime çekirdekten başlanabileceğini gösterir nitelikte. Nitekim esasında ihtiyacımız olan şeyin mükemmel şekilde çevreci davranan birkaç insandan ziyade yapabileceklerinin en iyisini yaparak çevreye negatif etkilerini azaltan birçok insan olduğunu düşündüğümüzde kendi hayatımızda uygulayabileceğimiz çözümleri getiri ve götürüleri ile örnekleyen oldukça eğitici; konfor alanımızın esasında ne kadar gerekli olduğunu düşündüren belgesel.
This Changes Everything
Avi Lewis ve Naomi Klein’in 2015 yılına ait ortak çalışması olan bu belgesel; küresel nüfusun yüzde 20’sinden fazlasının küresel emisyonun yüzde 70’inden sorumluyken nüfusun geriye kalanının bu duruma minimum katkısı olmasına rağmen yükünü en çok çeken payda olduğunu anlatarak temelini atıyor. Ardından yalnızca gelişmekte olan ülkelere değil de Amerika ve Çin gibi dünyanın 9 farklı ülkesinden yedi farklı toplumun küresel iklim değişikliği karşısında yaşadıkları sorunlara odaklanarak sorununun sadece bir bölgeye ya da bir topluma ait olmadığını özellikle vurguluyor. Tüm bunları yaparken de iklim değişikliğine en çok katkıda bulunan şeyin ekonomik sistemlerimiz olduğunun altını çizen belgesel, bir anlamda kapitalizm ile doğanın karşı karşıya gelişinin yaratacağı yıkıcı sonuçlara ilişkin ciddi uyarıları da içeriyor. Bu noktaya kadar oldukça iç karartıcı ve de hızla yaklaşan felaketin habercisi gibi görünen belgesel, farklı amaçları, düşünceleri ve beklentileri olmasına rağmen söz konusu küresel sorun karşısında protestolarla, teknolojik çözümlerle ve bilgilendirici organizasyonlar düzenleyerek bir araya gelen insanları göstererek yavaş yavaş optimist bir havaya da bürünüyor. Doğrudan ya da dolaylı yoldan yaşayış şeklimizin değişmesi gerektiğini dile getiren belgeselin aklımıza kazımak istediği soru ise “Ya küresel iklim değişikliği yalnızca bir kriz değil de daha iyi bir gelecek inşa etmek için elimizdeki en iyi fırsatsa…”
Wasted: The Story of Food Waste
Adından da anlaşılacağı üzere gıda israfına odaklanan bu belgesel Amerika’da üretilen gıdaların yüzde 40’ının hiç açılmadan bozulduğu ve bunların yüzde 90’ından fazlasının sonunun çöplük olduğu ve burada yararlı olmaktansa yığılmadan ötürü oksijensiz bir şekilde çözülerek metan salınımına katkıda bulunduğu bir süreç olduğunu öğretiyor. Ayrıca üretilen mamullerden yararlanamayıp aç kalan ve aç kalmaya devam eden bir kitle olduğunu da düşününce durum iyice boğucu bir hale gelmeye başlıyor. Nitekim bu durumun Amerika’ya belgeselin çekildiği dönemki yıllık faturası 1 trilyon dolar olduğu göz önüne alındığında gıda israfının ne denli büyük bir sorun olduğu oldukça net anlaşılıyor. Bu durumun oluşmasına sebebiyet veren döngünün kırılması ve de çözüm önerilerinin sunulması için çok sayıda aktivist, şef ve ünlü ile ekrana gelen bu belgeselin hem kamera arkasında hem de önünde Anthony Bourdain’in olmasının izleyiciler ve belgesel adına olabilecek en güzel şey olduğunu düşünmekteyim. Zira oldukça başarılı ve nüfuslu bir şef olarak desteklediği bu projenin son derece dobra ve gerçekçi mutfak ve yemek israfı hikayelerine sahip olmasına ve de yankı uyandıran bir yapıma dönüşmesinde katkısı olduğu yadsınamaz. 2017 yılında Anna Chai ve Nari Kye tarafından yönetilmiş olan bu belgesel bir başka başarılı şef olan Massimo Bottura’nın da dediği gibi gıda konusunda dahi daha fazla üretmeye değil de daha farklı davranmaya ihtiyacımız olduğunu anlamamız için son derece başarılı bir yapım (Ayrıca Türk muadili için bakınız: Ruhun Doysun). Edinilen bilgilerin ışığında davranabilme konusuna gelirsek Bourdain de belirttiği gibi hiç değilse doğru bir şeyi yapmış olmanın verdiği haz için bile duyarlı davranmaya değer, nihayetinde bu hazzı sık sık yakalama şansımız ne ki?