Geçtiğimiz ay 30’uncusu düzenlenen Adana Altın Koza Film Festivali’nde hepimizi derinden etkileyen bir film izledik: Bir Gün 365 Saat. Aile içi istismar ve şiddeti odağına alan film, üç farklı yerden gelen üç kadının birbirini bularak yeniden bir aile olmasını ve hak arayışını anlatıyor. Reyhan, Leyla ve Asya isimleri değiştirilmiş, kendi hayatlarını oynayan oyuncular aynı zamanda.
Bir Gün 365 Saat filmi, insanı derinden etkileyen atmosferi ve umut veren yolculuğuyla bu yıl izlediğim en cesur yapımlardan biri. Reyhan, Asya ve Leyla’nın yolculuğu istismar mağduru birçok insana ilham olacak ve güç verecek konumda. Eylem Kaftan’la filmin yolculuğunu, kızların hikayelerini ve daha fazlasını konuştuk. Sözü uzatmıyor ve Eylem Kaftan’a bırakıyorum.
Bir Gün 356 saat filmini yapma fikri nasıl doğdu?
Evet, çok soruluyor bu. Açıkçası hep aynı cevabı vermek istemiyorum, farklı bir cevap vermek istiyorum. Aslında böyle bir belgesel yapmak istemezdim, keşke böyle bir belgesel yapmak zorunda kalmasaydım, böyle bir olgu olmamış olsaydı. İlk duyduğumda da bu konuyu benim için karanlık bir konu, beni çok zorlar bu konu diye düşündüm, tereddüt de ettim. Ahbap Derneği’ne gidip geliyordum o sıralar, oranın yönetim kurulu üyesiyim. Orada tanıştığım genç kadınlar benim de belgeselci olduğumu bildikleri için aramızda bir yakınlık oluştu ve bana bu hikayeleri anlatmaya başlayınca, beni istismardan ziyade onların yaşadıkları dayanışma , kardeşlik duygusu ve mücadeleleri, yaşamın kenarındayken birbirlerine tutunma hikayeleri çok etkiledi. Ve ben aslında biraz bunun hikayesini anlatmak istedim. Bunu sadece bir istismar hikayesi olarak tanımlamanın doğru olmadığını düşünüyorum. Bunun bir umut hikayesi olduğunu, aileleri tarafından iyi muamele görmemiş üç kızın birbirlerini bulup, yeni bir aile kurmalarını ve İstanbul’da tekrar sevgiyi bulup, kız kardeşlerin hayata tutunma hikayesini anlatıyorum.
Sizin de söylediğiniz gibi; kolay bir konu değil. Evet, aslında bir umut hikayesi ama tabii altında çok büyük bir istismar hikayesi yatıyor ve kızlar filmde kendilerini oynuyorlar. Aslında izleyici için bu daha da şaşırtıcıydı. Set süreci nasıl geçti?
Öncelikle film Adana’da çok güzel karşılandı. Saraybosna’da da çok güzel karşılandı. Buradan başlamak istiyorum. İzleyici tepkisi beni bir şeyleri yeniden düşünmeye sevk ediyor. Set süreci çok güzel geçti. Çok çok keyifli geçti çünkü biz öncesinde zaten çok kemikleşmiş bir ilişki kurmuştuk ve muazzam bir hazırlık çalışması yapmıştık. Üç ay boyunca 7/24 buluşup gece gündüz hayatlarımızı konuşuyorduk. Genellikle onlar anlatıyor biz dinliyorduk. Burcu Salihoğlu’nun hakkını vermek lazım. O da benim çok yakın arkadaşım. Kovan’da da oynamıştı. Pek çok projede ortaklık yaptığım bir arkadaşım. Onunla da benim aramda kız kardeşlik ilişkisi var diyebilirim. Bu projede de bana çok destek oldu. Biz Burcu’yla beraber bu genç kadınların hikayelerini çok dinledik. Sadece hikayelerini dinlemedik, aynı zamanda işin hukuki kısmı olduğu için dava dosyalarını da inceledik, kararları okuduk. Yani işin duygusal, psikolojik, hukuki aynı zamanda da sinematik ve estetik boyutu üzerine çok kafa patlattık. Burada bir tasarım süreci gerçekleşti. Ben Kovan’dan sonra klasik bir konuşan kafa belgeseli yapmak istemedim. Bu tarz klasik bir anlatım beni cezbetmiyor. Sinematik duygusu yüksek olan hikayelerin çok daha etkileyici olduğunu düşündüğüm için, yani izleyicinin de çok daha fazla bağ kuracağını düşündüğüm için sinema duygusu yüksek olsun istedim. Ve Florent Herry ile birlikte epeydir o dünyayı kurmak için zaten kafa patlatmıştım. Florent’ın elinin değmesi de çok güzel oldu. O da çok tecrübeli bir görüntü yönetmeni. Burada mesele bu genç kadınların bir yandan ruhlarının katmanlarına inerken, bir yandan da onların aynı zamanda bu şehirde yaşayan hayat dolu, neşeli tarafları da olan – yaşadığı karanlığa rağmen – genç kadınlar olduğu ve bunu da yansıtmak gerekliydi. O yüzden filmin tek bir duyguda ilerlemesini istemedim. Bu da izleyici açısından çok boğucu ve yorucu olacaktı. Zaten öncesinde çok detaylı bir senaryo çalışması yaptık. Bu hikayeyi, filmi üç bölüme ayırdık. İlk bölüm “Bir Gün 365 Saat”, ikinci bölüm “İlahi Adalet”, üçüncü bölüm de ” İnsan DNA’sını Değiştirebilir Mi?” İlk bölüm daha çok bu kızların geçmişinden oluşuyor. Geçmişte; çocuklukla gençlik arasında kalan dönemde yaşadıkları eziyet ve acıya anlam veremedikleri o dönemdeki çaresizliklerini anlatıyor. Bu çaresizliğin içinde bir çıkış yolu arıyorlar kendilerine ve İstanbul’da geçmiş paralel yaşantılarına odaklanıyoruz. Buralarda bir anlatı var ve benim için temel nokta Reyhan’ın annesiyle yaptığı telefon konuşmasıydı çünkü orada her şey bütün gerçekliğiyle anlatılıyordu. İkincisi Leyla’nın yaşamına son verme duygusuydu. Bunun için Galata Kulesi’nde bir çekim yaptık. Galata Kulesi’ne sabahın 4’ünde gittik çünkü hiçbir zaman İstanbul’u ve Galata Kulesi’ni de Adliye Saray’ını da o kadar boş göremezsiniz. Pandemide çekmiş olmamızın bir avantajı vardı, bir de sabah dörtte başlıyorduk sete. O saatlerde hem şehrin sessizliği bizi meditatif bir ruh haline sokuyordu, daha fazla konsantre olmamızı sağlıyordu, dikkatimizi dağıtan bir şey olmuyordu hem de sinematik olarak çok daha güçlü, duygusu yüksek bir manzara çıkıyordu ortaya. İkinci bölüm, İlahi adalet bölümü; geçmişten çıkıp biraz daha şimdiye odaklanıyor ve kızların birbirlerini bulup, yollarının kesişmesi ve birlikte yaşamaya başlamalarını anlatıyor. Aynı zamanda da Reyhan’ın Leyla’yı dava sürecine başlaması için cesaretlendirmesini anlatıyor. Burada bazı, açıkçası risk aldığımız sahneler oldu. Karakterlerin bazı acıtıcı gerçekleri kamera önünde öğrendikleri sahneler oldu. Bazı şeyleri onlara önceden söylemiş olsaydım burada yapay bir durum gerçekleşebilirdi. Bazı insanlar bana şöyle bir soru sordu ve ben açıkçası şaşırdım: “Kızları gerçekten oynattın mı?” Hatta yönetmen bir arkadaşım sordu bunu ve bu soruya şaşırdım çünkü belgeselde de karakterler belli oyunların içine girerler. Ama bu demek değildir ki “haydi Reyhan şimdi ağla”, “haydi Leyla şimdi gül” gibi detaylı ya da sınırları çok çizilmiş, tanımlanmış diyaloglar ve duygular yoktur. Asla onlara ne hissetmeleri gerektiği rejimiz tarafından söylenmedi. Burada sadece bazı durumlar yaratıldı ve bu durumların içinde onlar daha çok konuştular aslında. Belgesel daha çok diyaloğa dayanıyor.
Bu noktada ben şunu merak ettim aslında; kızları oynattınız mı değil de “kurmaca – belgesel” olduğu için set öncesinde diyalog yazıldı mı yoksa kızlar tamamen kendi yaşadıkları, deneyimleriyle ilgili cümleler mi kurdular?
Hayır, hiçbir şekilde diyalog yazılmadı. Yani şöyle ki; ben senaryoyu hayal etmek için kendi içimde bazı diyaloglar yazmış olabilirim ama bu diyalogları yazılı hale getirip, ezber diyalog yapıp okumak gibi bir şey asla olmadı. Ama biz zaten bu konuları kendi aramızda defalarca konuşmuştuk. Bazılarını çok derinlemesine konuşmamıştık, bazıları kamera karşısında konuşulduğu için kamera tarafından kayda alınmak bazen büyük bir etki yaratabiliyor. Bu bence insanın doğasında olan bir şey, bazen performans gibi görünen bir şey gerçekten daha gerçek bir hissiyat, daha içten bir duygu yaratabiliyor. Bir de tabii bize çok teslim olmuş olmaları, bize çok inanmış ve güvenmiş olmaları onların çok içten davranmalarına neden oldu. Asla şu diyaloğu söyleyin, şu repliği söyleyin gibi bir şey söz konusu olmadı. Hepsi tamamen onların dünyalarından çıkmış diyaloglar. Zaten ben hep söylüyorum; ben asla bu kadar güzel diyalog yazamam. Diyalogların içinde de çok görüyorsunuz; gerçek hayattaki gibi duygudan duyguya geçiş var. Bir anda çok acı verici bir şey konuşurken, Reyhan bir sakarlık yapıyor, yumurtayı tabağın üstüne düşürüyor ve gülmeye başlıyorlar. Birbirlerini beceriksizlikle suçluyorlar, şakalaşmaya başlıyorlar. Sonrasında tekrar ciddileşiyorlar. Yani, aslında hayat da böyle bir şey ya; bir ağlıyorsun sonra duruyorsun gülmeye başlıyorsun, neşeleniyorsun ve sonra bir anda ciddileşiyorsun. Bir yabancılaşma efekti oluyor aslında. Aynı anda pek çok duyguyu bir arada yaşayabiliyorsun. İyi bir film aslında bu duyguları gerçek hayatta olduğu gibi izleyiciye geçirebilen bir filmdir ama bunu yazmak çok çok zor bir şey. Biz onları, kendi varlığımızı unutturarak kameraya aldığımızda onlar zaten doğal ortamlarında konuşmaya ve birbirleri ile etkileşime girmeye başladıkları zaman bu farklı duyguları yansıtmaya başladılar. Dolayısıyla orada onlara belli çerçeveler vermek dışında klasik anlamda oynatmak gibi bir durum olmadı. Ama taksi sahnesinde evden kaçışlarını anlatan, özgürlüklerine kavuştuklarını anlatan sahnede Ahmet Kaya’nın çok sevdiğimiz “Tezgahtar Nebahat” şarkısını açtıklarında o şarkıyı söyleye başladılar. İnanın orada bile bu şarkıyı söyleyin gibi bir reji verilmedi kızlara. Bu anı daha önce yaşadıkları için orada kendilerini yansıttılar. Sanıyorum ki ben çok şanslıyım onlarla yolum kesiştiği için. Çok cesurlar ve bence zamanın ötesinde bir bilince ve vizyona sahip üç kadın olmalarının yanı sıra aynı zamanda çok akıllılar ve kendilerini çok iyi ifade ediyorlar. Bu bizim için büyük bir avantaj oldu sanırım.
Film çekimleri öncesinde nelere değineceğiniz ya da nelerden kaçınacağınıza dair belirlediğiniz noktalar var mıydı?
Açıkçası en baştan beri biz onlara bu işi, onların hikayesini de istismar edebilecek bir noktaya getirmek istemediğimizi bu yüzden de çok rahatsız edici bazı detaylara yer vermek istemediğimizi söylemiştik. Ama bu detaylara onlar yine çekimlerde değindiler. Ama biz kurguda o kısımları almadık. Çünkü onun bir sınırı vardı ve daha fazlasını da seyirciye yaşatmaya hakkımız yoktu. Zaten bu haliyle de gayet iyi anlaşılıyor neyin ne olduğu, ne yaşandığı.
Adana Film Festivali’ndeki gösterimden sonraki söyleşide çok küçük bir ekip ve psikolojik destek alarak çalıştığınızı söylediniz. Bu durum kızlar için kolaylık sağladı mı? Kendilerini daha rahat hissettiler mi çekimler sırasında?
En başta ben kendim için psikolojik destek aldım (Gülüşmeler). Çünkü bu beni de çok zorlayan bir süreç oldu. Hem bir çocuğun başına böyle bir şey gelmesi, bir yetişkinin başına gelmesinden daha fazla canını acıtıyor insanın. Bir de üstelik en yakınları tarafından bu eziyetin yapılmış olması insanı gerçekten çaresiz hissettiriyor. Dolayısıyla bu hikayeyi, geçmişi dinlediğim zaman ben çok üzüldüm ve acı çektim. Bir de empatisi çok yüksek, başkalarının duygularını çok iyi yaşayabilen bir insanım. O yüzden öncelikle kendim için tanıdığım, sevdiğim bir terapist arkadaşımla birkaç seans yaptık. O da zaten pozitif psikoloji üzerine çalışıyor. Sanatın en büyük terapi olduğunu bana her seferinde hatırlatarak benim doğru bir şey yaptığımı onayladı ve de bunun kızlar için iyileştirici bir şey olduğunu söyledi. Açıkçası senaryomu okuttum, çizdiğimiz çerçeveyi psikoloğa okuttum ki kızlara zarar verici bir durum olmasın diye. Senaryoyu çok doğru bulduğunu ve bunun çok iyileştirici olacağını söyledi. Bu söylem beni çok rahatlattı zaten. Ama bunun dışında da set öncesi ve sette iki ayrı psikologla karakterlerimiz görüşmeler yaptılar. Hep beraber sohbet ettik aslında. Bu sohbetlerde de aynı şekilde psikologlar bu sürecin onlara iyi geldiğini gördü. Kızlar da bu süreçte psikologlara sormak istedikleri soruları sordular ve aldıkları cevaplarla onlar da rahatladılar. Ama mesela şöyle bir şey olmuştu bizi üzen ve şaşırtan; Galata Kulesi’nde çekim yaptığımız gün, kuleden kendini aşağıya atıp intihar etmeyi düşündüğü sahneyi çektiğimiz gün yani. Leyla o gün kuleden atlayarak intihar etmeyi düşünüyor ama bunu gerçekleştirmiyor. Çekim günümüzde kuleden bir genç kadının atlayarak intihar ettiğini tesadüfi olarak haberlerde gördük ve çok etkilendik bundan, çok üzüldük açıkçası. Bu bize biraz şöyle de düşündürdü; o genç kadın da belki benzer bir şey yaşadı ve hiç kimseye anlatamadı, çok yalnız ve çaresizliğinden ötürü böyle bir karar verdi diye düşündük. Dolayısıyla bu tarz acılar yaşayan gençlerin desteğe ihtiyacı var, bu konularda bilgilenmeye ihtiyacı var. Bunların sadece onların başına gelmediğinin, başkalarının da başına gelebileceğini ve bu durumu dönüştürebileceklerini bilmeye ihtiyaçları var. Bir şeyleri bastırmak bir şiddeti ya da istismarı bastırmak ve içine atmak, bu konuda bir suçluluk duymak, utanç duymak ve kimseyle paylaşmamak hatta bunu hafızandan silercesine unutmak aslında bunu bilinçaltında güçlendiren bir durum. Çok uzun seneler sonra bile insan ruhuna zarar verecek şekilde ortaya çıkabilen bir durum. Bu uzmanların da söylediği bir şey. O yüzden bunu paylaşmak, aynı acıları yaşayan insanlarla karşılaşmak ve bunlar üzerine konuşmak çok sağaltıcı bir işlev görüyor. Birilerinin kişiye bu uçurumun kıyısında hissederken “sen yalnız değilsin, bütün bunları tek başına mı yaşadın?” gibi bir şey söylemesi bile çok iyileştirici olabiliyor.
Şimdi adını hatırlayamıyorum ama ben de bir psikoloğun bir makalesinde okumuştum; o da şöyle söylüyordu: “Sizi üzen, moralinizi bozan olayları anlatmaktan vazgeçmeyin ve anlatın çünkü günün birinde anlattığınız şey hikayeleşecek ve sizin için de sizden uzaklaşan bir kavram olarak artık sizin için bir hikaye olacak ve kendinizi çok daha iyi hissedeceksiniz.”
Bravo, çok güzel bir şey söylediniz çünkü burada da aynı şey oldu aslında. Çekimlerin üstünden iki sene geçti ve onlar bunu bir hikayeye dönüştürdükleri için hayatlarına dışarıdan bakıyorlar. Dışarıdan baktığın şey, drama denilen şey bir tür oyun olduğu için yani bu bir oyuna dönüştüğü için – her ne kadar gerçek hayatları da olsa – bu iyileştiren bir şeye dönüşüyor, yani uzaklaşıyor ondan bu acı. Bir kişi daha var filmde oynayan. İsimleri değişti filmde biliyorsunuz ve fiziksel bir değişime de girdiler ve bu durumun sanırım böyle bir işlevi oldu. Bir yerden sonra yabancılaşmış oluyorlar o yaşadıkları şeye. Bu da aslında çok kuvvetli bir iyileşme biçimi.
Bu yaşananları film yapmak istediğinizi söylediğinizde kızların ilk tepkisi ne oldu? Ortak bir karar mıydı bu yoksa siz mi bir teklifle gittiniz?
Biz ilk tanıştığımızda zaten bunu konuştuk. Reyhan Adana’da soru cevap kısmında da bunu söyledi hatırlarsınız; “bunun üstüne ilk atlayan kişi bendim” dedi. Reyhan’ın bence özel bir ışığı var zaten. İnsanlarla normal hayatında da çok içten bir iletişim kuran, kendi hayatını samimiyetle açabilen bir insan. Bu yüzden de “başka kadınların hayatlarına da dokunacaksa, olumlu anlamda etkileyecekse ben varım” dedi. Leyla biraz tereddüt etti. Ben Leyla’nın hikayesini dahil etmek istedim çünkü üçünün hikayesi birbirini tamamlıyordu. Asya da zaten en başından beri dahil olmak istedi. Onlara başında en ufak bir tereddütünüz varsa bu filmi çekmeyelim dedim zaten. Hiç kimseyi ikna etmeye çalışmadım. Sonrasında Leyla da güçlü bir iş olacağını, kendisinin başkalarına umut olacağını düşündüğü için dahil olmak istedi. İyi ki de dahil oldu.
Çekimler sırasında çok zorlandığınız bir sahne oldu mu?
Evet, hayatımın en zor sahnesi kızlarla Ayşegül’ün tanıştığı ve Ayşegül’ün hikayesini kızlara anlattığı sahneydi.
Orada ilk defa mı tanıştı gerçekten peki kızlar Ayşegül’le?
Evet ilk defa tanıştılar. Ben onlara çok zor, benzer bir hikaye yaşamış bir kadınla tanışlacaklarını söyledim sadece ve herhangi bir reji verilmedi. Burada sadece Ayşegül’ün hikayesini dinlemenizi istiyorum dedim. Hiçbir detay bilmiyorlardı. Ama ben Ayşegül’ün hikayesini daha önce dinlemiştim. Gerçekten çok sert, çok zor bir hikayesi vardı.
Evet, izleyici için de öyleydi…
Öyle mi?
Tabii…
Ayşegül hikayesini anlatırken bizim için önemli olan kızların tepkilerini almakı. Onlar dinleyicilerdi. İzleyici üzerinde bu kadar etkili olmasının sebebi izleyici kızlarla özdeşlik kurduğu için izleyici de kızların gözünden dinliyor. Tabii burada küçük kızların yaşadıkları bir hikayeden bahsediyoruz. Özellikle Reyhan, Ayşegül’ü dinlerken kendi çocukluğunu hatırladı. Orada ben yanlış bir şey mi yapım diye kendimi çok sorguladım. Fakat Reyhan o sahnede çok üzülmesine, ağlamasına rağmen bana çok doğru bir şey yapığımı, iyi ki onları Ayşegül’le tanıştırdığımı ve de bu kadar hızlı bir şekilde harekete geçmiş bir kadınla, bir anneyle tanışmanın ona çok iyi geldiğini söyledi.
Evet, izleyiciyi biraz o taraftan da etkilenmiş olabilir; istismara karşı duran bir anneyi görmek belki de…
Sonuç olarak pek çok kadın için bu durumu kondurabilmek kolay bir şey değil, bu duruma şahit olsalar bile bazen konduramayabiliyorlar. Burada çocuğu acıtan şey anne kısmı oluyor daha çok. Maalesef bazı kadınlarda da cellatına aşık olmak dediğimiz şey olduğu için her kadın Ayşegül gibi müdahale etmeyebiliyor. Bu yüzden Ayşegül’ün müdahalesi çok değerliydi.
Film, bir hak arayışını ve buna ulaşmayı anlatıyor. Sizin de dediğiniz gibi umut vaat edici bir noktada. Filmin gösterildiği festivallerde izleyiciden nasıl tepkiler aldınız?
Şu ana kadar Saraybosna’da ve Adana’da gösterildi. Benim için en ekileyici olan olay; Saraybosna’da filmi izleyen bir genç kadının bana Instagram’dan mesaj atıp böyle bir durumu yirmi sene önce yaşadığını ve hiçbir şey yapmadığını, hep içine attığını ama filmi izledikten sonra kızların cesaretinden ilham alıp polisi aradığını söylemesi oldu. Bu mesajı okuduğumda göz yaşlarına boğuldum. Çünkü dünyanın bir yerinde hiç tanımadığım bir genç kadın bu filmi izlemişi ve daha ilk gösterimde, dünya prömiyerinde polisi aramıştı yaşadığı şeyden dolayı. Ve şunu da yazmıştı aynı mesajda; hayatımda ilk kez içimde büyük bir ferahlama hissediyorum. Ne sonuç alırım bilmiyorum ama nihayet bunu yaptım. Sizin filminiz benim hayatıma dokundu. Ve lütfen bunu anonim olarak, ismimi kullanmadan sosyal medyanızda paylaşın demiş. Bu beni çok mutlu etti. Başka bir coğrafyada, başka bir dilde – altyazı ile izlemelerine rağmen – filmin mesajı, filmin duygusu onlara çok fazla geçmiş.
Filminiz hem belgesel hem kurgu, Adana Film Fesivali’nde ben izleyicide şunu gözlemledim; insanların kafası bir mikar karıştı filmi izlerken. Kızları herkes önce oyuncu zannetti, sonra kızlar sahneye çıktıklarında bazı izleyicilerin şaşırdıklarını gördüm. Bekliyor muydunuz bunun anlaşılamayabileceğini?
Bu derece beklemiyordum aslında. Bütün bir filmi izleyip, kızları oyuncu sanıp sonra gerçek olduklarına şaşıracaklarını beklemiyordum açıkçası. Tabii ben tamamen izleyicinin gözünden bakamıyorum çünkü ben filmi çok izledim, o sürecin içindeydim. Keşke ben de anlayabilsem bunu. Bunu anlamakta zorlanıyorum çünkü bir yandan da şöyle bir yerden anlıyorum; gerçek olamayacak kadar güzel, cesur ve samimiler. Belki de bu durum insanların inanmaka zorlanmasına neden oluyor. Mahremlerini bu kadar cesurca açabilmeleri, hikayenin gerçek olması konusunda şaşırıcı oluyor tabii. Bence bu kafa karışıklığı güzel çünkü sonuçta sanatsal bir ifade yaratmaya çalışıyoruz. Bunun, böyle bir yaklaşımın biraz yenilikçi olduğunu düşünüyorum.
Filmi Adana’da ve Saraybosna’da izledik. Bundan sonraki yolculuğu nasıl olacak? Festivalleri mi gezecek, vizyona girecek mi? Nereden izleyebilir izlemek isteyenler?
Öncelikle festivalleri gezecek ve umarım ki uzun soluklu bir festival yolculuğu olsun. Çok güzel bir haber aldık çok önemli bir festivalden fakat şu an için paylaşamıyorum hangi festival olduğunu. Umuyorum ki yakında duyurusunu yaparız. Umarım farklı ülkelerde, farklı coğrafyalarda Asya, Reyhan ve Leyla’yla filmimizi izleyiciyle buluştururuz. Bu durum, çocuk istismarı ne yazık ki dünyanın her yerinde olan bir şey, elbette ki sadece Türkiye’de olmuyor. Hatta Türkiye açısından pozitif tarafı faile pek çok ülkeden daha fazla ceza veriliyor olması. Bildiğimiz, takip ettiğimiz vakalardan gördüğümüz kadarıyla Avrupa’da bile buradaki kadar ağır cezalar verilmiyor. Türk adalet sistemi bunu ciddiye alıyor. Tabii ki her olay bu şekilde sonuçlanmıyor. Burada kızlarımızın hikayesinin inandırıcı olması ve avukatımızın (Birsen Hanım) çok iyi bir avukat olması ve bu suçu işleyenlerin en ağır cezayı alması için ciddi bir mücadele vermiş olmasının da ekisi çok büyük. Avukatımız da filmin çok önemli karakterlerinden biri. Adalete inanarak çok özenli ve titiz bir çalışmayla adaleti yerine getiriyor.