Ex Machina: “Tanrıların Tarihi”

Yazan: Pelin Oduncu

Alex Garland yönetmenliğindeki Ex Machina filmini yazmak için tekrar izlediğimde filmin, “yesterday it was fiction, today it is science” sözünün nasıl somut örneği olduğunu gördüm. Yani dün hayal ettiğimiz şeylerin, bugün bilimin nesnesi haline dönüşebileceği fikri, çağımızda hiçbir şeyin teknolojik açıdan imkânsız olamayacağına dayanıyor: Dün kurmaca olan, bugün bilim oluyor. Birlikte izlediğim arkadaşım da bugün tartışma konusu olan yapay zeka, veribilimi, kişisel verilerimizin büyük şirketlerin pazarlama stratejisinin bir parçası haline gelmesi gibi konuların yıllar önce ne denli öngörülü bir biçimde işlenmiş olduğunu belirtti.

Filmin yapıldığı yıllar oldukça ütopik ve aynı zamanda epey tartışılan bir konuydu yapay zekanın insan bilincine sahip olup olamayacağı sorusu. Bugün her ne kadar haberin yalan olduğu yani yine yapay zekayla oluşturulmuş sahte bir fotoğraf olduğu anlaşılmış olsa da Elon Musk’ ın kendi şirketinde yaratılan robotla yemeğe çıktığı haberini çok da ütopik karşılamadık. Dahası günlük haber akışında öylesine okuyup geçtik belki de. Ancak filmin gösterime girdiği 2015 yılına bakıldığında o zamanlar robot denildiğinde, beynine verilen birkaç komuttan fazlasını yapamayan mekanik bir metal yığını akla gelirdi.

Bugün yapay zekanın bilinç kazanıp kazanamayacağı konusu hâlâ derin bir tartışma alanı olmakla birlikte, günümüzdeki bazı çalışmalar ve yaklaşımlar bu sorunun yanıtına ışık tutmaya çalışıyor. GPT-4 gibi modeller, geniş veri kümeleri üzerinden eğitilerek karmaşık görevlerde insan benzeri metinler üretebiliyorlar. Bu sistemler bilinçli değiller, ancak belirli dil davranışları sergileyerek bilince sahipmiş gibi görünebilirler. Bu, bilincin ne olduğu ve nasıl tanımlanması gerektiği sorusunu da gündeme getiriyor.

OpenAI ve DeepMind gibi araştırma merkezleri, insan zekasına daha yakın bir yapay genel zeka (AGI) geliştirmeye çalışıyor ya da Robot Sophia gibi projeler, daha insan benzeri yapay zekalar geliştirme yönünde adımlar atmaya devam ediyor. Kısacası, bugün hala tartışılan bir konu olmasına karşın, bütün bunlar bizlere artık gerçekleşmesi imkânsız bir hayal gibi gelmiyor. Bu nedenle filmin çıkış tarihindeki bu yoğun teknolojik tartışmaları göz önüne alarak yazıyı, derininde işlediği ama biraz da göz ardı edilmiş olan toplumsal değer ve yargılar, cinsiyetçi söylemler gibi konular etrafında ele almanın daha doğru olduğunu düşünüyorum.

Elysium, Divergent, Gattaca ve türevi olan birçok filmde gördüğümüz üzere, insanlık ne kadar medeniyete yaklaşırsa yaklaşsın hatta Elysium’da olduğu gibi yeni bir gezegene yerleşecek güce bile sahip olsun yine de dünya üzerinde var olan toplumsal sınıf çatışmasını, toplumsal cinsiyet ayrımını, ırkçılığı, etnisiteyi ve bunun gibi pek çok sorunu yeni gezegenlere de taşıyacak gibi duruyor. Kuşkusuz bütün bunlar kurmaca ve fantastik bir anlatıdan ibaret. Ancak şunu unutmamak gerekir;  filmin ait olduğu dünya ile reel dünya etkileşim halindedir. Filmler, yaşamdan beslenirken, çoğu zaman da yaşam da filmlerden beslenir. Bazı insanların izlediği filmlerdeki gibi romantik bir ilişki arama çabası sanırım buna iyi bir örnek olacaktır.

Yazının buradan sonrası filmi izlemeyenler için spoiler içermektedir.

Lafı çok uzatmadan Ex machina’ya gelirsek, filmde varlık, bilinç, yapay zeka gibi kavramların yanı sıra iktidar, gözetim, transhümanizm, toplumsal cinsiyet, bilim ve etik gibi alt temalara da sık sık vurgu yapıldığını görürüz.  Film, genç bir programcı olan Caleb Smith’in (Domhnall Gleeson) büyük bir teknoloji şirketinde (Bluebook adında bir arama motoru) çalıştığı sırada yaşadıklarını anlatır. Caleb, şirketin CEO’su Nathan Bateman’ın (Oscar Isaac) düzenlediği bir yarışmada kazanan olarak seçiliyor ve Nathan’ın oldukça uzak, izole bir dağ evinde bir haftalık bir süre geçirmek üzere davet edilir. Caleb, bu ıssız ve izole eve geldikten kısa bir sonra Nathan, genç adama araştırmakta olduğu büyük bir projeyi tanıtır: Bir yapay zeka yaratmıştır: Ava (Alicia Vikander) ve bu yapay zekayı test etmesi (Turing Testi) için Caleb’in yardımına ihtiyaç duyar. Bu testin amacı, Ava’nın gerçek bir insan gibi düşünebildiğini ve hissedebildiğini ispatlamaktır.

Turing testi, bilgisayarların insan benzeri düşünme yeteneğine sahip olup olmadığını değerlendirmek için Alan Turing tarafından önerilen bir testtir. Test, bir insan denek ile bir bilgisayarın, başka bir insanla yapılan bir iletişimde birbirinden ayırt edilip edilemeyeceğini belirler. Denek, bilgisayar ve insan ile yazılı olarak iletişim kurar; eğer denek, hangi yanıtın bilgisayardan hangi yanıtın insandan geldiğini doğru bir şekilde ayırt edemiyorsa, bilgisayar testi geçmiş sayılır. Nathan’da, Caleb’den tam olarak bunu ister ve onu bir denek olarak kullanır. Sürecin sonunda ise, -artık izlemeyen kalmamıştır diyerek spoiler veriyorum- Ava’nın, bu cam duvarlı kafesin içinden kurtulmak için, Caleb’e aşık olmuş gibi yaparak onu bu kurtuluş için bir araç haline getirmesiyle sonuçlanır. Yani evet, Ava, insan gibi davranıp, hem “yaratıcısını” hem de Caleb’i manipüle edebilmiştir. Cam duvarlarla kaplı bir hücreyi andıran bu mekânda üç ana karakter etrafında dönen filmin, buna rağmen son derece sürükleyici olduğunu söylememe gerek yoktur sanırım.

Öncelikle film başlar başlamaz dikkatimizi çeken şey mavi renginin baskınlığı. Ve biliyoruz ki sinemada mavi aklı, zekayı, çalışkanlığı, teknolojiyi, sanal dünyayı, inovasyonu ve yapay zekayı temsil eden dinamik bir renk. Filmin konusu da bilim olunca yönetmenin niçin bu rengi kullandığı anlaşılıyor.  Kişilerin kostümlerinden, kadraj içinde yer alan diğer nesnelere ve hatta parlak alanların yansımalarına kadar baskın olan bu mavi, teknolojinin steril ve soğuk doğasını vurgulamak için kullanılır. Nathan’ın yüksek teknoloji ürünü olan laboratuvarı ve yaşam alanlarında, özellikle cam yüzeyler ve dijital ekranlarda yoğun bir şekilde mavi renk hakimdir. Bu durum, mekânın insanlardan uzak, yapay bir ortam olduğunu ve Caleb gibi beyaz yakalıların içinde bulunduğu soğuk iletişim ortamını ve daha da önemlisi çağımız dijital dünyasını temsil eder.

İkinci sahnede karlarla kaplı dağların üzerinden geçen bir helikopter Caleb’i kazanmış olduğu tatili yapacağı o izole yere götürür. Dağların tepesinde Caleb’le birlikte uçarken, pilotun “2 saattir onun arazisindeyiz zaten” demesi, bize patron Nathan’ın gücünü de göstermiş olur. Bu kadar uçsuz bucaksız bir araziye sahibi olması bile genç adamın patronunun sahip olduğu gücü görmesi için yeterlidir. Tabi bizlerin de. Nathan’ın evine baktığımızda yine grilerin, koyu mavilerin, siyahların hâkim olduğu, son derece teknolojik ve modernize edilmiş bir yapı görürüz. Bilimin, modernizmin standardize ve sistematik yapısının bir örneğidir Nathan ve yaşadığı bu ev -ya da laboratuvar-.

Teknoloji Tiranlığı: Tanrılar, İnsanlar ve “Yapay Olanlar”

Filmin tüm sahneleri tek tek açmak hem gereksiz hem de konudan uzaklaştıracağı için bazı önemli diyaloglar, temalar ve sahneler üzerinden gideceğim. Nathan, kısa süre içerisinde buranın bir araştırma tesisi olduğunu ve Turing testi için Caleb’i seçtiğini söyleyerek, genç adamdan izin formunu imzalamasını ister. Caleb’in yapması gereken tek şey Ava isimli bir robot ile yüz yüze görüşerek, onun vücudunun bir kısmının mekanik olduğunu görmesine rağmen bilinci olup olmadığını test etmektir. Bu noktada şunu belirtmek gerekir: Turing testi normalde yapay zeka ile insanın birbirini görmeden yaptığı bir testtir ki bu sayede kişi bir yapay zekayla mı, insanla mı konuştuğunu gerçekten test edebilsin ama filmde Caleb ve Ava birbirilerini görür ve Caleb, Ava’nın bir yapay zeka olduğunu baştan bilerek onun bilincini sorgular.  Eğer Ava testi geçerse, Caleb biyolojik olarak farklı olan ve teknik olarak inşa edilmiş yapay bir varlığın da bilince sahip olabileceğini bizzat görecektir böylece. Yani insani bir bedene ihtiyaç kalmayacaktır.

İlk karşılaşmalarında Caleb Ava’nın mekanik vücuduna rağmen insansı davranış ve tepkilerine oldukça şaşırmış görünür ki bunu alttaki diyalog da destekler:

-Senden önce başka birisiyle tanışmamıştım hiç. Sadece Nathan vardı.
+Öyleyse ikimiz de oldukça aynı durumdayız.
-Sende mi başkasıyla tanışmadın hiç?
+Senin gibi birisiyle tanışmadım. Biraz yakınlaşmalıyız o yüzden. Ne demek istediğimi anladın mı?
-Evet, sosyal yabancılığı ortadan kaldırmak.

Ex Machina

Ava, Caleb’e ne kadar yabancı geliyorsa, Caleb de Ava’ya o kadar yabancı gelir. Türler arasındaki ilk karşılaşmadır bu. Ava daha önce Nathan’ı tanımıştır evet ama Nathan onun yaratıcısıdır. Yani Tanrısıdır. Tanrıdan sadece emir ve boyunduruk alır. Tıpkı insan gibi. Onunla iletişime geçemez, sohbet edemez. Onu merak edemez. İnsan olması için ona bir “Adem” gerekir. O kişi de Caleb’dir. Tam da bu noktada filmde Nathan’ın Tanrı olarak varlığını sorgulamak gerekir. Bunu Caleb’in şu sözünden de anlamak mümkündür: “Bilinçli bir makine yaratırsan, insanlık tarihi olmaz. Tanrıların tarihi olur”.

Onun Tanrılığı, üretim gücünden yani bilimden gelir. Özellikle modernizmin başlarında insan hayatını kolaylaştırmak, evreni anlamak ve kavramak, medeniyete ve çağdaş dünyaya ilerlemek vaatleriyle sayısız icat ve buluşa imza atan bilim insanlarının yüceltilmesiyle aynıdır bu durum. Bilimin insan hayatını daha ileri taşımak maksadıyla çıktığı bu yolda sayısız felakete yol açan, cezalandıran, kasıp kavuran bir Tanrı’ya dönüştüğünü de unutmamak gerekir. Tıpkı atom bombasının babası Julius Robert Oppenheimer gibi. Geçtiğimiz yıllarda filmi de yapılan bilim insanına, Ex machina filminde de atıfta bulunulduğunu görüyoruz. Nathan, Oppenheimer’ın Manhattan Projesi’ni yönetirken hissettiği sorumluluk duygusundan ve onun ünlü sözünden bahsediyor: “Şimdi ben ölüm oldum, dünyanın yok edicisi”. Bu alıntı, Oppenheimer’ın atom bombası geliştirilirken duyduğu içsel çatışmaları ifade eden bir cümle kuşkusuz. Bu söz filmde, Nathan’ın kendi yapay zeka yaratma süreciyle ilişkilendirilip teknoloji ve etik sorumluluk konularını tartışmaya açıyor.

Bir yandan insanlığın robotik çalışmalardaki en büyük endişelerinden biri olan, robotların bilinçlenip, insanlığı yok etmesi endişesi ve bilimin bu endişeyi körükleyen çalışmalar yapması, diğer yandan Blade Runner’da da gördüğümüz gibi siborg gibi teknolojinin ürünü olan varlıkların, yaratıcıları tarafından tekrar ortadan kaldırılması meselesi. Ex Machina filminde Nathan’ın bu sözü kullanması, yapay zekayı yaratma sürecinde hissettiği büyük gücün ve sorumluluğun bir ifadesidir. Nathan, tıpkı Oppenheimer gibi, bilimsel bir keşfinin hem potansiyel faydaları hem de yıkıcı sonuçları olabileceğini biliyor. Oppenheimer’ın atom bombasıyla yaptığı gibi, Nathan da yaratıcı olarak büyük bir güç elde etmiş olacak.

Üstelik filmde kendisi üzerine hakimiyet kurulan ve Tanrısı olunan tek kişi Ava ya da diğer robotlar değildir. Nathan’ın kendi türü olan Caleb üzerinde de Tanrıcılık oynanmaktadır. Kendisinin iyi bir yazılımcı olduğu ve bu testi ondan başkasının yapamayacağı yalanıyla kandırmıştır genç adamı.  Aslında  Caleb, kimsesi olmayan, işinden ve tekdüze hayatının içine hapsolmuş, “aciz” bir ötekidir, emri altında çalışan bir beyaz yakalıdır Nathan’ın gözünde. Yani Nathan hem yarattığı robotlar hem de Caleb’in patronu olması sebebiyle de Tanrıdır.

Miss AI: Toplumsal Cinsiyet Ayrımının Sürdüğü Bir Yapay Zeka Dünyası

Ve Tanrı bir yandan da endişe duyar: Yaratılan teknoloji gücünü kötüye de kullanabilir, kontrolden de çıkabilir ki filmin finalinde kötüye kullandığını görmesek de Ava’nın kontrolden çıktığını görürüz.  Ava, Caleb’e aşık olmuş gibi onun duygularını manipüle ederek bir kurtuluş planı tasarlamıştır. Kurtulmak istemesinin sebebi camdan yapılmış bir hücrede hapis hayatı yaşamasıdır.  Her şeyi gözetim ve kontrol altındadır. Tıpkı filmde suskunluğu ve işlevsizliğiyle köle hayatı yaşayan Kyoko gibi. Kyoko karakterinin başlangıçta bir insan mı yoksa robot mu olduğunu çok da anlamayız. Ancak Caleb’in, Nathan’ın gerçek yüzünü görmesiyle birlikte Kyoko karakteri de aslında Ava gibi bir robot olduğunu gösterir Caleb’e. Kusursuz bir yapay deriyle kaplı bu kadın robot, Nathan’ın istek ve arzularını karşılamak üzere üretilmiştir. Tek bildiği şey dans etmek, seks yapmak, susmak, hizmet etmek kısacası itaat etmektir. Oldukça feminen bir görünüme sahiptir yaptığı çoğu robot. Ki bu noktada Caleb, Nathan’ın ürettiği bu yapay zekalara cinsiyet biçmiş olmasını da eleştirse de Nathan insanlar arasındaki toplumsal cinsiyet ayrımını sürdürerek, kadınların halihazırda zaten bu görevleri yerine getirmek üzere var olduklarını ima eden açıklamalarda bulunur.

“Genel olarak insan erkektir, kadın farklıdır. Yalnızca farklı ve tuhaf değil, aynı zamanda eksiktir, bedenine indirgenmiştir”, der Pierot Kadınların En Güzel Tarihi[1] kitabında. “İnsan, erkektir” ifadesi oldukça dikkat çekicidir ki bu noktada “human” kelimesi de eleştirilir. Oysa toplumsal cinsiyet dediğimiz şey inşa edilmiştir. Yapaydır. Kadınlar, gerçekliği yansıtmayan rol ve stereotipler içine hapsedilmiştir. Kyoko’nun, Nathan’ın bakımı ve arzularının karşılanmasından sorumlu pasif bir konuma hapsedilmesi gibi.

Bu düşünce yapısı, çağımızda ilerleyen teknoloji ve bilime rağmen hala varlığını sürdürüyor. Geçen gün okuduğum bir habere göre her ülkeyi temsil eden AI arasında bir güzellik yarışması yapılmış: Miss AI. “İçlerinde 2  Türk güzelin de bulunduğu” gibi söylemler bile yer alıyor haberlerde. Bu durum zaten çözümü aranılan ve iyileştirmek için çaba gösterilen toplumsal cinsiyet ayrımının insanlık Mars’a yerleşse dahi devam edebileceği düşüncesini getiriyor akla. Yani aslında yapay olmayan dünyada kadınlar nasıl bedenleri üzerinden metalaştırılıyor ve kendilerinden bu yapay cinsiyet rollerine uygun davranması bekleniyorsa, yapay zekâ dünyasında da kadın bedeni teknoloji aracılığıyla nasıl metalaştırılıyor. Yani maalesef, toplumsal cinsiyet ayrımı ve yapay zekâ konusu filmle sınırlı kalmadan, yıllar sonra fiziksel dünyada da gerçekleşmiş oluyor. İşte tam da bu nedenle filmlerde inşa edilen dünyalar ve karakterler, fikirler ve söylemler oldukça önemli.

Nathan’ın Ava’yı ve Kyoko’yu yaratma ve kontrol etme arzusu, erkeklerin kadın bedeni üzerindeki kontrolünü teknoloji yoluyla sürdürme çabasını temsil eder. Bununla birlikte Ava’nın zekası, bedeninin ötesinde bir varlık olduğu halde, bir kadın bedeninde sunulması, onun toplumsal olarak kadınlıkla ilişkilendirilen özelliklere bürünmesine yol açar. Caleb’e daha “güzel” görünmek için mekanik olan bedenini kapatacak feminen kıyafetler giymeye başlar. Belki de erkeklerin kadınları yalnızca bedenleri üzerinden değerlendirdiklerinin farkında olduğu için onları, onların silahıyla vurmaya çalışmıştır.  Filmin bu noktada finalde Ava’yı özgürleştirmesi, üstelik ona zarar vermemiş dahi olsa Caleb’i de o camdan hapishaneye hapsederek insanların içine karışması bana kalırsa patriarkal düzene bir eleştiriyi ifade ediyor. Zekâsı yapay dahi olsa bedenine ve cinsiyetçi rollere hapsedilmiş kadınların (Kyoko ve Ava), farkındalıkları arttığında özgürleşebileceklerine dair bir umut da var nihayetinde.

Diğer bir okuma da tabi, Ava’nın kadınlık rollerini benimseyerek kurtulmasının bu özgürleşmeyi yine toplumsal cinsiyete uygun gerçekleştirmesi üzerinden daha negatif bir bakış açısıyla yapılabilir. Ava’nın güzelliği ve masumiyetinin, Caleb’i manipüle etme gücü haline gelmesi, toplumsal cinsiyet normlarının kadınlar üzerindeki etkilerini ve bu normların insanlar arası ilişkilerdeki rolünü gösterir diğer yandan. Eleştirel bakış açısıyla bu tür temsiller, kadınların sadece hizmet eden, itaat eden ya da cinsellik aracı olarak görüldüğü cinsiyetçi yaklaşımların teknoloji alanında da sürdüğünü gösteriyor.

Nihayetinde Ex Machina, bilimkurgu türünün felsefe ve eleştirel alanı içine alarak, salt aksiyon yaratmak ziyade toplumsal değer, etik, ahlak, cinsiyet gibi kavramları tartışmaya açan önemli ve unutulmaz bir film olarak hafızalara kazınıyor. “Bir makine varlığının bilincinde olabilir mi?” sorusundan yola çıkarak, bilimin ideolojik yanını da sorgulatıyor.


[1] Heritier F., Perrot M., Agacinski S., Bacharan N, (2014). Kadınların En Güzel Tarihi. (Y. A. Dalar, Çev.), İstanbul: Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları

Yorum Yapın

Bunlar da İlginizi Çekebilir