Jim Jarmusch’un 14 Haziran’da vizyona girecek olan yeni filmi The Dead Don’t Die ve oyuncu kadrosuna sevinenlerden biri de benim. Bu sevincin etkisiyle, Jarmusch dendiğinde şimdiki ilk beşime rahatlıkla giren ve uzun zamandır da seyretmediğim Night On Earth’e yakından bakacağım.
Jarmusch’un senaryosunu sekiz günde yazdığı 1991 vizyon tarihli filmde, aynı gece dünyadaki beş farklı şehirde iş başında olan beş taksi şoförü ile yolcular arasındaki diyaloglar anlatılmakta. Her biri birbirinden bağımsız kesitler halinde sırasıyla Los Angeles, New York, Paris, Roma ve Helsinki sokaklarında parodi tadında turlarken, doksanların kendine has renklerine bulanacağız.
Night On Earth’de göreceğimiz şey, her bir taksi şoförü ve yolcunun bir diğeri için sürpriz bir hikaye taşıyıcısı olduğu. Aslında bu anlatım yaşamın örnekli taklidi gibi. Ne de olsa, dünyanın neresinde ve her kim olursak olalım, bütününe hayat dediğimiz yaşamlarımızda hepimiz, hem şoför hem de yolcu olabilen birer hikaye taşıyıcısıyız.
Filmle aynı ismi taşıyan, Tom Waits ve eşi Kathleen Brennan’ın birlikte yazdıkları ve birkaçında Tom Waits’in vokal yaptığı soundtrack albüm dinlemeniz için burada.
Girelim içeri…
Los Angeles
Başına buyruk taksi şoförü Corky, havaalanında boşalan taksisine kast direktörü Victoria’yı alır ve Beverly Hills’e doğru yola koyulurlar. Yolda telefon görüşmelerine devam eden Victoria’nın erkek arkadaşından haber alamaması aralarındaki sohbeti başlatır. Victoria Corky’e, taksi şoförlüğünden memnun olup olmadığını sorar. İşi Corky’i idare ediyordur ama asıl istediği şey araba tamirciliğidir. Kendisi “cins” biridir, bir sürü çocuk da yapmak istiyordur ancak bunun için onu tüm ruhuyla sevip olduğu gibi kabul edecek biri şarttır ve bu öyle kolay bulunur bir şey değildir. Bu sözler üzerine karakterleri birbirinin neredeyse zıttı olan bu iki kadın, ‘doğru kişi’ konusunda ortak bir düşüncede birleşir. İş görüşmelerine devam eden Victoria, bir film için aranan oyuncuyu bir türlü bulamıyorken, gözünün önündeki Corky’nin tam da bu role göre olduğunu fark eder. Yolculuğun sonunda Corky’e bu rol için teklifte bulunacaktır ancak; pek çok kişinin hayalini süsleyen bu ciddi teklif, araba tamircisi olmak isteyen Corky için pek bir şey ifade etmez. Bu yanıt Victoria’yı şaşırtığı kadar hayranlık da uyandırır.
New York
Brooklyn’deki evine gitmek isteyen Yoyo, hiçbir taksi durmadığı için yol kenarında çılgına dönmüşken, şehrin yeni taksicisi Helmut onu almak için durur. Yoyo taksiye biner ancak New York sokaklarından bihaber acemi bir şoföre denk geldiğini görünce inmek isteyecektir. Helmut çat pat ingilizcesiyle, müşterisi olmasının onun için çok önemli olduğunu anlatmaya çalışır ve inmesini istemez. Yoyo, arabayı kendisinin sürmesi ve onun da yanında oturması şartı ile kabul eder; taksi ücretini de yine Helmut’a verecektir. Anlaşırlar.
Sürücü koltuğuna geçen Yoyo, taksimetreyi bile açmamış olan Helmut’a yapması gerekenleri anlatır ve yola koyulurlar. Helmut yüzüne yerleşik gülümsemesi ile New York sokaklarını seyre dalmışken, Yoyo’nun ona nereden geldiğini sormasıyla aralarındaki sohbet başlar. Helmut, Çekoslovakya yakınlarındaki Dresden şehrindendir, ailesi yoktur ve geldiği yerde bir sirkte palyaçoluk yapıyordur. Bu şehir ve kültürü hakkında hiçbir bilgisi olmayan Helmut, onu sürekli New York standartları ile kıyaslayarak eğlenen Yoyo’yu her zaman anlamasa da en az onun kadar eğlenir. İkilinin adları üzerine yaptıkları sohbet gerçekten de komiktir. Yoyo’ya göre Helmut ismi şapkaya benzer; Helmut’a göre de Yoyo çocuk oyuncağı demektir.
İkili yolu yarıladıkları sırada Yoyo, kardeşinin eşini yol üzerinde tek başına yürürken görür ve onu da eve götürmek üzere taksiye binmeye zorlar. Küfür kıyamet bir aile atışmasını sitkom gibi seyreden Helmut’un sadece varlığı bile bu hararetli ortamı bir güldürmeceye çevirir. ‘Brookland”a vardıklarında, Yoyo taksi ücretinden daha az bir miktarı Helmut’a uzatır. Helmut parayı saymadan cebine koyduğunda Yoyo, burasının New York olduğunu ve parayı daima sayması gerektiğini söyler. Kendisinin bir palyaço olduğunu, paraya ihtiyacı olabileceğini ama onun için önemli olmadığını söyleyen Helmut, gidiş yolu gibi dönüş yolundan da habersiz yoluna devam eder.
Paris
Aynı gece Paris’te, Fildişi Sahili’nden bir taksi şoförü sarhoş iki diplomatın kendisiyle dalga geçmesine dayanamaz ve onları yol ortasında indirir. Diplomatlardan yol ücreti de almamış ve kötü bir gece geçiriyorken; kavşaktaki kaldırımda kör asası ile taksiye işaret eden, ‘kendisine sorun çıkarmayacak biri’ olarak gördüğü bir başka yolcuyu alır. Muhtemelen Paris sokaklarındaki en iyi gören kör insana denk geldiğini fark etmesi uzun sürmez. Görmüyor olması ile kendi içinde tam bir anlaşmaya varmış bu sıra dışı kadından adeta ders almaya başlar. Tüm yolları avucunun içi gibi bilen ve bildiği körler gibi görünmeyen bu kadını durmadan dikiz aynasından izleyen taksici, ona körlük hakkında sorular sormaya başlar.
-Körler genelde siyah gözlük takmazlar mı?
-Öyle mi? Bilemem, ben hiç kör görmedim ki.
-Körüm ama senin gibiyim. Yiyorum, içiyorum, her şeyin tadına bakıyorum. Müzik dinliyorum, müziği hissediyorum. İstediğim her şeyi yapıyorum.
-İyi de yemek yediğinizde ne yediğinizi görmüyorsunuz. Havuçlar mavi olabilir örneğin. Müziğe gelince, müzisyenleri göremiyorsunuz, bir gitarın şeklini bile bilemezsiniz.
-Hayır. Gitarın şeklini biliyorum, senin hiç hissedemeyeceğin şeylerin farkındayım ben.
Kör kadının kendini sakınmadan verdiği cevaplardan rahatsızlık derecesinde şaşkınlık duyan Taksici, ardı arkası kesilmeyen sorulara yol boyunca devam eder.
-Yatakta nasıl oluyor? Bir erkekle sevişirken hiçbir şey görmediğinize göre, yanınızdaki hakkında yanılmaz mısınız? Seviştiğiniz kişinin kim olduğunu görmüyorsunuz ki.
-Dinle zavallı! Ben vücudumun her zerresi ile sevişirim. Tenimin her noktasıyla. Sen böyle yapamazsın eminim. İnan bana seviştiğim erkeği iyi bilirim. Daha merdivenlerden gelenin o olduğunu anlar, kokusunu 100 metreden alırım.
-100 metre öteden mi? Gerçekten kötü kokuyor herhalde.
-Tam bir salaksın. Seni görmediğim için mutluyum.
İneceği yere geldiğinde taksi ücretini olandan az söyleyen Taksiciden iyice sıkılan kör kadın tahmin ettiği normal ücreti üstü kalacak şekilde verir ve iner. Daha birkaç adım atmışken bir çarpışma sesi duyar. Taksici görmediği başka bir arabaya çarpmıştır, kadın yoluna devam eder.
Roma
Sabaha karşı Roma sokaklarında adeta çizgi filmden fırlamış gibi yol alan bir Taksi şoförü, yolcu olarak bir rahibi alır. Gece yarısı bir rahiple takside baş başa olduğu için günah çıkarmak ister. Rahip her ne kadar bunun yerinin Taksi olmadığını söylese de boştur. Çocukluğundan yetişkinliğine, cinsel yaşamında toplum tarafından garipsenen ama ona göre harika anlar olan günahlarını bir bir anlatmaya başlar. Rahip ilk başlarda belirli rahatsızlık duysa da dinlemeye devam ediyordur ancak; yetişkinlik günahlarını açıkça detaylandırmaya başladığında fenalaşmaya başlar. Taksici günahlarını anlatırken adeta olanları yeniden yaşıyor ve soluksuz konuşuyor olduğu için rahibin durumunu fark etmez. Çantasından ilaçlarını almaya çalışan rahip, arabanın hareketi ile onları elinden düşürür ve taksici konuşmaya devam ediyorken kalp krizi geçirip oracıkta hayatını kaybeder. Rahibin öldüğünü ancak kendi konuşması bittiğinde fark eden taksicinin eli ayağına dolaşır ve ne yapacağını bilemez. Aklına gelen tek şey, ölen rahibi bir banka bırakıp yola devam etmektir.
Helsinki
Bir taksi şoförü, karla kaplı Helsinki sokaklarında aynı gece, gelen çağrı üzerine zil zurna sarhoş üç adamı alır. Bir tanesi yürüyemez halde olan adamlar taksiye binerler. Taksici dağılmış olanın iyi olup olmadığı sorar. Arkadaşı, bugün onun hayatının en kötü günü olduğunu söyler. Diğer ikisi de hiçbir şeyde netleşemediği için taksiciye adamları hizaya sokmak düşer. Hepsi evlerine gidecektir, yola çıkarlar.
Taksici, arkadaşlarının başına gelen kötü şeyin ne olduğunu sorar ve sohbet başlar. Dağılmış yolcu işe sürekli geç gitmesinden dolayı kovulmuştur. Tazminatını alıp binadan çıktığında, ödemesini yeni bitirdiği arabasını hurda olmuş vaziyette bulur ve eve gittiğinde de 16 yaşındaki kızının hamile olduğunu öğrenir. Karısına işten kovulduğunu ve arabalarının hurda olduğunu söylediğinde, kadın sinir krizi geçirip, ne iyi bir baba ne de iyi bir koca olamadığı için ondan boşanmak istediğini söyleyip evden kovmuştur.
Mülayim taksici bundan daha kötü şeyler de olabileceğini söyler. Arkadaşları bundan daha kötüsü varsa anlatmasını söyleyeceklerdir. Anlatmaya başlar.
Taksici ve eşi bir sene boyunca çocukları olması için uğraşmışlar ve sonunda eşi hamile kalmıştır. Hamileliğin altıncı ayında eşi rahatsızlanmış ve bebek erken doğmuştur. Doktor, bebeğin yaşama şansı olmadığını söylediğinde, onu kaybetme acısına dayanamayacağı için içindeki sevgiyi bastırmaya karar veren taksici, bebeğin beklenenden çok daha uzun süre yaşaması üzerine, bebeklerine ihtiyacı olan sevgiyi vermesi gerektiğini düşünerek içindeki büyük sevgiyi serbest bırakmıştır. Bu karardan hemen sonra umutla hastaneye gittiklerinde bir süre önce bebeklerinin öldüğü haberini almışlarıdır.
Gözleri yaşlı iki sarhoş, avantacı olduğunu söyledikleri dağılmış arkadaşlarının boş şeyleri dert ettiğini, bazılarının gerçekten ızdırap çektiğini söyleyeceklerdir kendi aralarında.
Hikayelerin mutlu veya mutsuz bir sonu olması gerektiğine dair yaygın bir düşünce vardır. Oysa gerçek olan bunun her zaman böyle olmadığı; bazı hikayelerin başı sonu açıktır, ortada sadece olagelen bir durum vardır. Night On Earth’de de bütün kesitlerde bir durum vardır ve bunun farkındayızdır fakat olaylar, onlardan evrensel bir sonuç çıkarılacak boyutta büyütülmez. Bu hikayeler ya herkese aittir ya da farklı olana dairdir. Olaylar olur ve herkes yoluna devam eder. Kısacası bu bir “Jarmusch” filmidir, farkın farkında.
Görüşmek üzere…