Rus ve dünya edebiyatının en önemli temsilcilerinden biri olan Fyodor Mihayloviç Dostoyevski, öyküleri ve karakterleri edebiyatın sınırlarını aşarak sanatın diğer dallarını da etkilemeyi başarmış ender yazarlardan. Karakterlerinin gelişim ve dönüşümünde kendi yaşanmışlıklarından yola çıkarak rotalar oluşturan yazar, eserlerinde erişilmesi zor bir dürüstlük ve içgörüyle insanoğlunun varoluşsal ikilemlerini ele alır.
İnsancıklar isimli ilk romanını bitiren usta yazar, 4 Mayıs 1845 tarihli mektubunda(¹) kardeşine şunları yazar: “Eğer ilk roman oturursa, kafamda edebiyat dünyasındaki yerimi sağlamlaştıracak birçok yeni düşünce var.” Bu mektubu yazarken usta yazarın aklında şüphesiz üzerinde Yeraltından Notlar’a kadar sürecek olan Gogol etkisinin en belirgin olduğu eseri olan “Öteki” vardı.
Öteki, özgüvensiz, içine kapanık ve utangaç bir devlet memuru olan Yakov Petroviç Golyadkin’in öyküsünü anlatır. Her şey; sakin ve kendi halinde bir yaşam sürdüren Golyadkin’in, bir gün patronunun kızı için düzenlenen doğum günü partisine davetsiz bir şekilde girmesiyle başlar. Partideki uygunsuz davranışları yüzünden ayıplanan ve kovulan Golyadkin’in, küçük düşmesi ve hor görülmesi onu derinden etkiler. Bu olayın akabinde Golyadkin karşısında ismi de dahil olmak üzere kendine tıpatıp benzeyen bir adam bulur. Kendi iş yerinde çalışmaya başlayan bu adamın yetenekli, zeki ve eğlenceli tavırları Golyadkin’in merakını cezbeder. Başlangıçta ötekiyle yakınlaşmayı deneyen Golyadkin zaman ilerledikçe işlerin sandığı gibi gitmediğini anlar. “Öteki”sinin özgüvenli ve dışa dönük tavırlarıyla kendi çevresini kısa sürede etkisi altına aldığını görmesiyle tedirginliği daha da artan Golyadkin, kimliğinin çalınacağını düşünmeye başlar. İkilinin arasında Golyadkin’i deliliğe kadar sürükleyecek tuhaf bir savaş başlar.
İlk yayımlandığı dönem eleştirmenlerin kafa karıştırıcı ve dağınık bulduğu Öteki, değeri daha sonraları anlaşılan kıymetli bir yapıttır. Dostoyevski’nin kardeşine yazdığı 16 Kasım 1845 tarihli bir diğer mektubunda(²) hakkında “İleride Öteki’den benim başyapıtım olarak bahsedecekler.” dediği eser, kişilik bölünmesi ile ilerleyen paranoid şizofreniyi en iyi anlatan yapıtlardan biri olmuştur. Ki o dönem paranoid şizofreni hastalığının tam olarak tanımlanmamış olması da Dostoyevski’nin içgörü veyahut empati becerilerinin ne denli gelişmiş olduğunun göstergesidir. Zira bireysel psikoloji ekolünün kurucusu Alfred Adler, Dostoyevski hakkında şunları söylemiştir: “[Dostoyevski’nin] bir psikolog olarak başarıları henüz tükenmedi. Bugün bile öğretmenimiz olarak selamlanmalıdır. Yarattıkları, ahlakı ve sanatı bizi insan işbirliğini anlama yolunda çok ileriye götürüyor.”
Tıpkı Adler’in “İnsan Tabiatını Tanıma” adlı kitabında bir insanın hayatının gayesini belirleyen şeyin, aşağılık, yetersizlik ve güvensizlik duygusu olduğunu söylediği gibi Golyadkin’in paranoid sanrıları ya da zulüm saplantısının neden olduğu halüsinasyonları da utanç duygusundan ve patolojik olarak düşük öz saygısından kaynaklanır. İç çatışmaları bu denli yoğun ve derin olan bir roman karakterini ekrana ya da sahneye taşımanın büyük bir meydan okuma olduğu aşikar. Ancak bu bazı tiyatro ve sinemacıları durdurmadı.
“Karşınıza Size Tıpa Tıp Benzeyen Biri Çıksa Ne Hissedersiniz?”
2013 senesinde beyazperdede “The Double” ismiyle izlediğimiz ve Golyadkin rolünde Jesse Eisenberg’ün yer aldığı “Öteki” çoğunlukla tiyatroya uyarlanan bir eser. Daha önce pek çok ülkede sahne alan oyun, ülkemizde ise “Abluka”, “Tepenin Ardı”, “Kız Kardeşler” ve son olarak “Kurak Günler” filmleriyle tanıdığımız Emin Alper tarafından sahneye taşındı.
Emin Alper’in uyarladığı ve yönettiği ilk tiyatro oyunu olan “Öteki”de, yönetmenin sinema geçmişinin, sahneye taşıdığı yenilikçi ve sinematografik bir yaklaşımı da beraberinde getirdiğini rahatlıkla söyleyebiliriz. “Öteki” oyununda tiyatro sahnesini sıradan bir performans mekânı olmaktan çıkarıp, adeta bir sinema perdesine dönüştüren Alper, tiyatro ve sinema arasındaki sınırların bulanıklaştığı ve izleyiciye geleneksel tiyatro anlayışının ötesine geçen bir sahne deneyimi sunuyor. Tıpkı yönetmen Alexander Mackendrick’in, “İyi bir yönetmen, gerçekte izleyicinin ilgisini yönetir.” sözü gibi, Alper de oyun boyunca izleyicinin ilgi ve algısını ustaca yönlendirerek, sahnedeki her detayı izleyiciyle etkileşime geçiriyor ve onları oyunun içine çekiyor.
Gelelim oyunculuklara…
Dostoyevski’nin eserinde yer alan dokuzuncu dereceden devlet memuru St. Petersburg’lu Yakov Petroviç Golyadkin, Alper’in özgün yorumunda Kayseri’den İstanbul’a göçen Burak Çıplak adlı bir banka memuruna dönüşüyor. Burak’ları Erdem Şenocak ile Cem Yiğit Üzümoğlu’nun ustalıkla canlandırdığı oyunda Golyadkin’in uşağı Petruşka’yı Derya Karadaş’ın muazzam performansıyla Hayriye olarak izliyoruz. Burak’ın bankadaki iş arkadaşını canlandıran Gökhan Yıkılkan’ın ise yer aldığı tüm sahnelere dinamizm kattığını ve Derya Karadaş ile birlikte oyunun mizah yükünü üstlendiğini açıkça görebiliriz.
Seyircinin hikâyenin ne kadarının kahramanın zihninde olduğundan asla emin olamaması Dostoyevski’nin hikâyesinin dehasını gösterir. Ki bu durum Emin Alper’in uyarlamasında da derinden hissediliyor. Erdem Şenocak ve Cem Yiğit Üzümoğlu’nun kimi zaman birbiriyle çatışan kimi zaman ise birbirini tamamlayan muazzam performansları ile keskin duygu geçişleri oyun süresince izleyiciyi algıları hakkında tetikte olmaya zorluyor. Ki bu bana göre oyunun başarısındaki en önemli etkenlerden biri. Özellikle Erdem Şenocak, kontrolden çıkan bir insanın histerik şamatasını ve tutkulu bir hikâye anlatıcısından kayıtsız bir iş arkadaşına ışık hızıyla dönüşen keskin değişimi ustalıkla sahneliyor.
“Öteki” adlı tiyatro oyunu, teknik olarak da etkileyici bir yapıya sahip.
Deniz Göktürk Kobanbay’ın çarpıcı set tasarımı ve sahnedeki aynaların akıllıca kullanımı, Burak’ın parçalanmış kimliğinin görsel olarak çarpıcı bir temsilini sunarak izleyicinin onun iç çatışmalarını çeşitli perspektiflerden keşfetmesine olanak tanıyor. Ahmet Sesigürgil’in ustaca kurguladığı ışık ve gölge oyunları, hikayenin temposuna katkıda bulunarak gerçeklikten giderek uzaklaşan Burak’ın dağınık ve değişken psikolojisini vurguluyor. Okan Kaya’nın etkileyici ses tasarımı, sahnenin canlandırıcı ya da ürkütücü atmosferini güçlendiriyor ve izleyicilere titiz bir zamanlama ile unutulmaz bir deneyim sunuyor. Bu teknik detaylar, “Öteki” adlı tiyatro oyununun Dostoyevski’nin klasik eserine getirdiği modern yorumun derinliğini gözler önüne sererek atmosferi güçlendiriyor.
Özetle, sahnedeki her detayın titizlikle işlendiği, karakterlerin derinlikli bir şekilde hayat bulduğu Emin Alper imzalı “Öteki” oyunu, izleyicinin saçma olanı anlamlandırma çabasını tetikleyen ve kendisine sunulmuş gerçekliği kabul etme isteğini sınayan bir inançsızlık egzersizi olarak öne çıkıyor.