Cem Özay ’ın ilk uzun metrajlı filmi “Af” dünya prömiyerini Tokyo Film Festivali’nde gerçekleştirmişti. Ardından da Türkiye prömiyerini yaptığı İstanbul Film Festivali’nde En İyi Film dalında aday gösterildi. Senaryosunu ve yönetmenliğini Cem Özay’ın yaptığı “Af”, bir baba ve babanın zorlayıcı karakterinin ailenin üzerine karabasan gibi çökmesi desek yanlış olmaz sanırım. Ataerkil ve erkek egemen yaşamda babanın çocukları ve eşi üzerine kurduğu hegemonyayı ve onun sonuçlarını izliyoruz.
Yönetmen Cem Özay ile filmi üzerine keyifli bir söyleşi gerçekleştirdik.
Sinema yolculuğunuz nasıl başladı?
Uzun bir hikâye. Karmaşıklığını bir kenara bırakıp kısaca bahsedecek olursam, uzun yıllardır idari yapımcılık yapıyorum. Yönetmenliğe geçiş yapmak, hikâye anlatmak istedim. 2017 yılında da “Yolcu” adlı bir kısa film çektim. Kısa film çekmek, yola devam etme konusunda beni cesaretlendirdi. Sonrasında ilk uzun metraj filmim “Af”ileilk adımı atmış oldum.
Af, baba tarafından onaylanmak ve gözüne girmenin erkek çocuk için önemini çokça hissettiriyor. Daha önceki kısa filminiz de bir çocuk ve baba üzerinden kurgulanmış bir hikayeydi. Af’ın hikayesi nasıl gelişti ve nasıl ortaya çıktı?
Bazen ben de iki film arasındaki bu benzerliği düşünüyorum. Ama tamamen bir tesadüf. Her iki filmde de şahidi olduğum gerçek bir olaydan esinlendim.
Af’dan bahsedecek olursam 2015 yılında ön hazırlığını yaptığım bir projede bir mekânın çatısının tamir edilmesi gerekiyordu. Oradaki tavsiyeler üzerine bir usta buldum. Evine gittim. Usta iki küçük çocuğu ile birlikte evin bahçesindeki atölyedeydi. İşi konuştuk. Anlaştık. Orada geçirdiğim 45 dakikalık süre içeresinde iki çocuğu arasında ayrımcılık yaptığını, büyük olana katı ve yerici davrandığını gördüm. Çocuğun ürkek ve hüzünlü hali akılda yer ediciydi. Usta işe başladı. Ancak kısa bir süre sonra yağan yağmurdan dolayı ara vermek zorunda kaldı. Yağmurlar dindiğinde usta işe gelmedi. Aradım ulaşamadım. Çareyi yine evine gitmekte buldum. Evde kimse yoktu. Sonraki günlerde büyük olan çocuğun, küçük kardeşini av tüfeği ile öldürdüğünü öğrendim. Duyduğum bu trajik olay karşısında şaşkına döndüm. Neden oldu? Nasıl oldu? Ve şimdi ne olacak? Bu aile bir daha toparlanabilecek mi? sorularına aradığım cevaplar bu hikâyenin oluşmasına kadar uzadı. Hikâye içinde hikaye geliştiğini söyleyebilirim.
Affetme ve adalet duygusu, babanın adaleti/adaletsizliği özellikle çok vurgulanıyor filmde. Kardeş rekabetini de görüyoruz. Habil ve Kabil’in hikayesinde olduğu gibi ölenin tek seferde acı çekmesi ama hayatta kalanın lanetlenmesini görüyoruz. Kabil’in neler yaşadığına odaklanıyoruz. Bu konu hem mitoloji hem de psikanalizde çokça yer etmiş durumda.
Filmin konusu haklı bir şekilde izleyicisinde ilk olarak Habil – Kabil hikayesini çağrıştırıyor. Diğer bir yönüyle de üçüncü sayfa gazete haberlerinden aşina olduğumuz bir tarafı da var. Belki garip gelecek ama benim bu filmi yapma motivasyonumun bu konularla hiçbir ilgisi yok. Hatta Habil – Kabil benzetmesini senaryo ortaya çıktığında görüşünü almak isteğim bir arkadaşımdan ilk kez duydum. Ve sonrasında açıkçası bu kadim hikâyeyi referans olarak alma açısından benimseyemedim de. Ben daha çok, biraz önce anlattığım gerçek hikâyenin ve kafamdaki soruların organikliği peşinden gitmeyi tercih ettim.
Af’ta çocuk aslında babasının cezasını mı çekiyor? Baba/Tanrı eylemlerin sonucunu mu yaşıyor yoksa?
Beni ilgilendiren kısmı bu trajedi karşısında toparlanması çok zor bir ailenin dağılmasını ve içinden geçtiği psikolojik süreci işlemekti. Amacım da melodramdan arındırılmış psikolojik bir film yapmaktı.
Kabil de aslında burada edilgen gibi. Bu yazgıyı bir anlamda baba mı yazmakta?
Yazgıyı babanın yazdığını düşünmüyorum. Aslında İmran da kendisine davranıldığı gibi davranıyor, gördüğü ataerkil ve zorlayıcı coğrafya şartlarında nasıl büyüdüyse öyle davranıyor.
Yoksa Freudyen bakışla babanın büyük erkek çocuğu rakip olarak görmesinden mi kaynaklanmakta bu adaletsizlik? Neler düşünüyorsunuz?
İmran rakip olarak görmüyor Aziz’i aksine zayıf bulup onun gibi olmasını istediğinden zorluyor. Biraz da küçük olanı kendi gibi atak, başarılı, hırslı bulduğundan kendine yakın hissediyor. Duygusal ve sessiz olan Aziz’i ise zayıf görüyor. Ona göre bu karakter özellikleri zayıflık göstergesi; kendi yapısı gereği belki erkekliğine belki babalığına yakıştıramıyor. Zorlayınca da olacağını inandığından daha çok üzerine gidiyor. Daha önce de söylediğim gibi, böyle görmüş o da.
Mekân seçiminde önemsediğiniz unsur var mıydı? Nasıl karar verildi?
Baba karakteri İmran, mekân seçiminde belirleyici bir unsurdu. İmran’ın yaptığı (tomrukçu) mesleği ve ataerkil dağ yaşamını yansıtabilecek özellikte bir mekân arıyordum. Hayalimde hep doğa içinde yüksek rakımlı ürkütücü sert bir vadi vardı. Uzun arayışların sonunda Macahel Vadisi’ni bulduk. Vadinin izole ve zorlu koşulları ile az nüfuslu bir yer olması hoşuma gitti. Kısıtlı imkanlarımız özellikle bu zorlu yerde filmi çekmemizi daha da zorlaştırıyordu. Yapımcım Ömür Güner büyük zorluklarla uğraşarak filmi burada çekmemizi sağladı.
Filmde dikkat çeken bir unsur da karakterlerin aksansız konuşuyor olmaları. Emin Alper’in Kız Kardeş filmi bu konuda çokça eleştiri almıştı hatırlarsınız belki. Karakterlerin yerel aksanla konuşmaması bilinçli yaptığınız bir tercih miydi?
Karakterlerin birbiri arasında iletişimsizlikleri ve sıkışmışlıklarını vurgulayan görsel anlatı üzerine kurulu az diyaloglu bir film. Çekim yaptığımız bölge bir Gürcü köyü idi. Herhangi bir aksanı film için uygun görmedim. Elbette göze batıyor ama diyalogdan ve aksandan bilerek kaçındım açıkçası. Bunun yanı sıra seçtiğim mekan zorluğu açısından İmran’nın karakterini destekleyen bir mekandı, özellikle bir coğrafya filmi olmasını da istemedim açıkçası.
Senaryoyu Tuğçe Hanım ile yazmışsınız. İki kişinin yazması çalışmayı kolaylaştıran bir unsur mu? Senaryo yazım aşaması nasıldı?
Sevgili Tuğçe gerçekten çok yetenekli bir yazar. İki kişinin yazması kolay ya da zor diyemem. Çünkü bu durum kişilere göre değişebilir. Ama biz büyük sorunlar yaşamadık. Seçenekler ve tercihler arasında işbirliğimizin elbette ciddi zorlukları oldu. Bunları işin doğası gereği olduğunu biliyorduk. Uzun bir zamana yayılan yazma sürecinde birbirimizi diri tutmaya çalıştık. Süreç daha çok benim tercihlerim doğrultusunda ilerledi.
Af, Tokyo Film Festivali’nde yaptı dünya prömiyerini. Festival nasıl geçti? Filme gelen tepkiler nasıldı?
O dönemde başka festivallerden davet almıştık ama Tokyo Film Festivali bizi dünya prömiyeri şartı konusunda zorladı. Filmin kariyeri için diğer festivallerden çekilmek zorunda kaldık. Dünya prömiyerini Tokyo’da gerçekleştirdik. Pandemi nedeniyle online katıldık. Tokyo’ya seçilmekten dolayı mutluyduk ama o festival heyecanını yaşayamadık. Film hakkında yorumları takip etmeye çalıştık. Film eleştirmenlerinin görüşleri ile pek karşılaşmadık. Daha çok festivali takip eden seyirciler tarafından sosyal medyada oldukça olumlu/olumsuz yorumlar yapılmıştı. Genel olarak; “filmin zor ve acı verici olduğu ama kötü hissettirmediği” vurgulanıyordu. “İlk film olarak uzun boylu bir işe kalkıştığımı ve film ile ilgili her türlü sorunları olduklarını ama kesinlikle festivallerde göstermeye değer bir film olduğu” söyleniyordu. Film eleştirmenlerinin tepkisini 40. İstanbul Film Festivali’nde yaptığımız Türkiye prömiyerinden sonra görebildik. Bu eleştirilerin birçoğu daha çok yorum düzeyinde olumsuz nitelikteydi, baya sopa yediğimizi düşünüyorum.J Film hakkında, dramatik yapı sorunu, yeterince derinleşmemesi, düz gitmesi, iki kritik sahnenin zayıf yönetimi, Habil- Kabil benzetmeleri vb. türde eleştiriler var.
Dağıtım süreci pandeminin de etkisiyle değişmeye başladı. Filmlerin gösterimi açısından dijital platformlara bakış açınız nedir? Af’ı dijital platformlarda görme ihtimalimiz var mı?
Sinema perdesinde film izlemekle dijital platform üzerinden film izlemek arasında izleyici açısından farklı deneyimler olduğu aşikâr. Sinema filmi sinema perdesinde izlenir. Ama ne yazık ki şu an içinde bulunduğum koşullarda seyirci için en pratik ve ekonomik film izlemenin yolu dijital platformlar. Bizim amacımız da filmimizi çok sayıda seyirciye ulaştırmak adına dijital bir platformda ulaşılabilir olmasını sağlamak olacak.
Son olarak aklınızda sonraki projelere dair fikirler var mı?
Şu an için pek çok fikir var aslında ama net karar verdiğim bir fikir yok.