2021 yapımı İki Şafak Arasında ile dikkat çeken Selman Nacar’ın yazıp yönettiği ikinci uzun metrajlı film olan Tereddüt Çizgisi, özellikle sonbahar-kış döneminde yurtdışı festivallarinde oldukça konuşulmuş, ödüller almıştı. Türkiye’de ilk gösterimini yeni biten İstanbul Film Festivali’nde yapan film geçtiğimiz hafta vizyona girdi.
Hayatındaki çalkantılar yetmezmiş gibi içinde bulunduğu ağır ceza davası nedeniyle memleketi Uşak’a geri dönen ceza avukatı Canan, burada derin yüzleşmeler yaşar ve hem içinde bulunduğu sisteme yönelik tepki vermeye çalışırken bir yandan da özel hayatını düzene sokmaya çalışır.
Yazının buradan sonrası filmi izlemeyenler için spoiler içermektedir.
Selman Nacar’ın Tereddüt Çizgisi Uşak şehrine yavaş yavaş yaklaşmakta olan kadrajla birlikte açılıyor. Başta flu bir görüntü göze çarparken sonrasında şehir tam anlamıyla netleşmeye başlıyor genel görünüm olarak. Ancak baş karakterimiz Canan’ın hayatı bu netliğin tam tersine. Bilinmezlikler, pişmanlıklar, tereddütler ve fluluklarla dolu. Müdahil olduğu davanın bir numaralı katil zanlısı olan Musa’yı savunmaya çalışırken hukuk sisteminin çürüyüp adalet kavramının tamamen içinin boşaltılmış olmasına da şahit oluyor. Savunmasını yaparken hiç beklenmedik bir anda çöken duruşma salonu çatısı elbette sıradan bir kaza olarak değil ülkenin içinde bulunduğu hukuk sisteminin bir resmini çiziyor aslında bizlere.
Sonrasında aynı Canan gibi biz seyirciler de suların temizlenmesini bekliyor ve savunma makamının sözünü tamamlamasını bekliyoruz. Nacar’ın senaryosunun başarısı özellikle bunun gibi anlarda göze çarpıyor. Avukatlık mesleğinin ve mevcut hukuk sisteminin müthiş keşmekeşi içerisinde hayatını idame ettirmeye çalışan Canan her şeyi tek başına yapmaya çalışıyor, sistem tarafından içine sıkıştırıldığı küçük dünyada her şeye yetişmeye çalışıyor. Bir yandan artık beyin ölümü gerçekleşmiş olan annesini hatırlayıp kendi hayatını adalet tartısında tartarken bir yandan da Musa’nın durumuna gömüyor kafasını. Bunlar yaşanırken ciddi bir statü karmaşası ve kişilik krizi de yaşıyor aslında. Adliyedeyken avukat Canan, hastanedeyken statüsüz normal bir insan. Bir de unutmamak gerekiyor ki Uşak sokaklarında dolaşırken bir kadın Canan.
Duruşmalarda hakim ve karşı tarafın avukatı tarafından, hastanede ise kardeşi tarafından yüzüne devamlı çarpılan ‘İngiltere’deki’ eğitim dönemi de bir yafta gibi yapışıyor Canan’a. Yurtdışı sürecinde köklerinden, ailesinden neredeyse tamamen kopmuş olmakla suçlanması, annesinin beyin ölümünün gerçekleşmiş olmasına rağmen organ bağışlama konusunda bir şey yapmayıp hala umut etmesi de geçmişine yönelik bir kendi kendisini vicdanen rahatlatmaya çalışma ama aynı zamanda da bir cezalandırma olarak okuyabileceğimiz hareketler.
Karar duruşmasının hemen başında ise kamera kısa da olsa bir an izleyici sandalyelerinin yerine geçip bizi tam anlamıyla oraya yerleştiriyor. Önceki duruşma sahnelerinde devamlı olarak tam duruşmanın içine yerleştirilmesinin aksine bu sefer seyirci davaya tam anlamıyla seyirci olarak müdahil oluyor. Film içerisinde devamlı olarak yaklaşan seçimlerin propaganda reklamlarının dönmesi, belediye başkan adayının posterlerinin göze çarpması da daha çatısı yerinde durmayan bir adliyenin bulunduğu bir şehirde ayrı bir ironinin oluşmasına neden oluyor.
84 dakikalık film süresinin tamamında 4 duvar arasında Canan’la birlikte gidip geliyoruz. Duruşma salonu, annesinin yattığı hastanenin odası, şehrin kıraathanesinin içi gibi her yerde Canan gibi sıkışıyoruz. Buralarda gidip gelirken adeta ince bir ipin üzerinde gidip geliyor Canan. Bu yolculuğunda ise girdiği tereddütler hayatını tıkanma noktasına gerekiyor ve davayla veya annesiyle ilgili girdiği tereddütlerden çıkması da yine kendisine kalıyor elbette.
Bütün bunların arasında Tereddüt Çizgisi bizi Canan’ın psikolojisine çok başarılı şekilde sokarak bir yolculuğa çıkarıyor ve yolculukta normal bir insan hayatının olasılıklarıyla karşılaşıyor ve kolaylıkla empati kurarak kendi içimizde de muhasebelere giriyoruz. Selman Nacar’ın keskin kaleminin gücü ve güçlü yönetmenliği bize bu güzel filmi keyifle, düşündürerek izletmeyi başarıyor.
Filmi izlerken Canan gibi biz de sürekli adalet tartısında bir o yana bir bu yana sallanıyoruz, tartılıyoruz aslında. Hikayenin içine girdikçe kendi yaşamımızı da tartıyor bulabiliyoruz hatta kendimizi. İşte Tereddüt Çizgisi’nin net bir şekilde başardığı en büyük şeylerden birisi bu. Ciddi bir dramaya veyahut düz bir mahkeme filmine dönüşebilecekken, senaryosu buna çok müsaitken film adalet ve hukuk kavramlarını mahkeme odalarından çıkarıp Canan üzerinden biz seyircilerin karşısına dikiyor. Bunları yaparken de elbette Canan rolündeki Tülin Özen’in solo şovunu es geçmemek gerekiyor sadece hayran kalmak kalıyor.
Görüntü yönetmenliğinde ise özellikle son dönemlerin oldukça ses getiren yönetmenlerinden Cristian Mungiu’nun Graduation, R.M.N. gibi filmlerinde çalışmış olan Tudor Vladimir Panduru’nun da kamerasını unutmamamız gerekiyor. Nacar ile aralarındaki uyum her sahnede göze çarparken Nacar’ın aynı zamanda kurguda da görev alması bir başka önemli artı. Tüm bunlar göz önüne alındığında Tereddüt Çizgisi, tereddüt edilmeden gidip görülmesi, mümkünse sinemada tecrübe edilmesi gereken önemli bir film.