Herkese merhaba. Bugün, Jean-Pierre Dardenne ve Luc Dardenne’in (Dardenne Kardeşler) uzun yıllar belgesel çektikten sonra kurmacaya döndükleri ve 1999 yılında Cannes’dan Altın Palmiye ile döndükleri filmleri Rosetta‘yı inceleyeceğiz. Aynı zamanda Rosetta karakterini oynayan Emilie Dequnne de ilk filmiyle Cannes Film Festivali’nde ”En İyi Kadın Oyuncu” ödülüne, L’humanite ile ilk filminde oynayan Severine Caneele ile birlikte ortak olmuştu. Güzel tesadüf!
Hayat Mücadelesi
Filmde, 17 yaşlarındaki bir genç kız ve alkolik annesinin yaşam mücadelesi işleniyor. Eski ve camları rüzgar alan karavan parkının içinde, bitik bir hayat yaşanan bir yerde hayatta kalmak -çalışmak- adına bir orman aşması gereken Rosetta’nın hayat şartlarını da yönetmenler ‘orman’ metaforuyla izleyenlerine sunuyor. Genç kızımız Rosetta, bir yandan annesinin alkol problemiyle, alkol için başka erkeklerle yatmasıyla uğraşırken bir yandan da film boyunca hemen hemen üzerinden çıkartmadığı kıyafetleriyle bir ormanı aşıyor, kasabaya iniyor ve çalışmak için sürekli iş kovalıyor. Filmin açılış sahnesinde de yönetmenler, Rosetta’nın hayatına ışık tutacak bir aktüel çekim sunuyorlar bize. Bu aktüel çekimde ana karakterimizin deneme süresi dolan işinden çıkarılması ve işten çıkmamak için verdiği mücadeleyi görüyoruz. Bu mücadele aslında, genç bir kızın yaşam mücadelesi…
Yönetmenlerin, kendi hayatlarından etkilendiğini de söylemek çok mümkün. Zira, Dardenne Kardeşler bu filmi kendi yaşadıkları kasabada çekiyorlar ve kendi aileleri de lüks içinde yaşayan bir aile değil, aksine fakir sayılabilecek bir yaşam tarzına sahipler. Realist olarak adlandırabileceğimiz bu filmde ‘iyi’, ‘kötü’ gibi kavramların da yıkıldığını söylemek mümkün. Rosetta’yı film boyunca hem iş ararken hem de bir büfe önünde waffle yerken görmekteyiz. Karnını waffle ile doyuruyor, çeşmeden su içiyor ve waffle dükkanında tanıştığı gencin (Riquet) de dikkatini çekiyor. Verdiği yaşam mücadelesine, filmin ortalarına doğru bir de karşı cinsten gördüğü ilgi ekleniyor. Her ne yaşanırsa yaşansın, Rosetta’nın amacı hayatını idame ettirebilmek. Riquet’nin, Rosetta’yı evine çağırdığı bir sahnede de bahsettiğimiz iyi ve kötü kavramlarının yıkılabileceğinin sinyalini görüyoruz. Riquet’nin evinde waffle pişirme makinesi gören Rosetta, bu konuyu irdelediğinde Riquet’den kendisine yalan bir cevap gelir. Aslında makine kendisinin değildir, tamir etmek için almıştır.
Rosetta, waffle üretim deposunda çalıştığı sırada patronun, kendi oğlunu işe almasıyla birlikte yine işinden olur. Bir un çuvalına sarılan Rosetta, yönetmenlerin izleyene ‘Hayata sarılmak’ kavramını canlı kanlı halde sunduğu bir sahne olarak sunulur. Bu sahnenin ardından izleyici Rosetta’nın durumuna acır, duygulanır. Fakat, Rosetta’nın karakteri ‘hayatta kalmam gerek’ mottosuna sahip olduğundan dolayı Riquet’yi ele verir. Patrona, Riquet’nin aslında kendi wafflelarını pişirdiğini ve patrondan para çaldığını anlatan Rosetta, kimilerine göre ‘kötü’ bir şey yapmış olsa da hayatta kalmak için yapılan her şeyin mübah olduğunu da izleyiciye kanıtlar nitelik taşır. Bunu destekleyen bir de replik vardır filmde:
-Neden yaptın bunu? Neden yaptın bunu?
Rosetta
– Bir işim olsun diye.
Filmin sonlarına doğru yaklaştığımız bu anlarda artık büfe işi Rosetta’nındır ve Rosetta ilk defa gülüyordur. Gerçek bir işi olmuştur, mutludur fakat bu mutluluğu da Riquet’nin ondan intikam almak istemesiyle fazla uzun sürmeyecektir. Motoruyla birlikte Rosetta’nın etrafında ‘akbaba’ gibi dönen Riquet, hâlâ durumu sindirememiştir. Bu akbaba metaforunu da filmin son sahnesiyle birlikte yönetmenler kırarak, filmi değişik bir son ile bitirmişlerdir.
Fakirlikten Ölememek
Farklı filmlerde, farklı karakterlerin doğaüstü güçleri olduğunu biliyoruz. Bunlardan birisi de del Toro’nun Hellboy karakteri… Kendisi bir ölümsüz. Fakat Hellboy fantastik bir dünyanın, fantastik bir karakteriyken; Rosetta tam tersine, bizden, içimizden bir karakter. Film boyunca güçlü bir tavır sergileyen, hem kendisiyle, hem annesiyle, hem Riquet ile hem de iş aramakla uğraşan Rosetta, filmin sonunda büyük bir kırılma yaşar. Eve döndüğü sırada annesini karavanın önünde yerde, yarı komada görür. Patronunu arar ve o çok kovaladığı ve ‘hayatta kalmak için’ çalıştığı işten ayrıldığını söyler. Rosetta karakterinin bu kırılması, işlerin tersine döneceğinin bir işareti olarak izleyene sunulur.
Yarı komadaki annesini karavanın içine taşır, daha sonra bir tane yumurtayı tencereye koyar ve haşlanmasını bekler. Tek bir yumurtayı alır, soyar ve yemeye başlar. Bu sırada da gazı açık bırakır. Açık bıraktığı gazın eşliğinde soyduğu yumurtaya yemeye başlar ama tüpün bittiğini fark eder. Artık hayatına son vermek isteyen, tüm bunları kaldıramayan karakterimiz fakirliğinden dolayı ölemez bile.
Filmin sonunda ise tüp taşırken etrafında akbaba gibi dönen Riquet’yi görürüz. Akbabalar, henüz ölmemiş avının etrafında döner ve avı öldüğü sırada onu parçalar. Dardenne Kardeşler ise izleyene bir ters köşe yapar ve Riquet’nin yardım eliyle Rosetta ayağa kalkar. “Hayat devam ediyor.” mesajı ile filme son noktayı koyarlar.
Rosetta ve Dardenne Sineması Hakkında Birkaç Ek Bilgi
Rosetta, sadece Dardenne Kardeşler’e Altın Palmiye kazandırmakla kalmadı, aynı zamanda ülkeleri Belçika’da ”Rosetta Yasası” adıyla yoksul çocuk işçilerin haklarını düzenleyen bir yasa da çıkmasını sağlamış oldu. Bu da yaptıkları filmin, ne kadar realist olduğunu kanıtlar nitelikte.
Dardenne Kardeşler, yaptıkları bir söyleşide Rosetta’nın orijinal senaryosunda ‘anne’ karakterinin daha önemli olduğunu fakat çekimler sırasında o kadar da önemli olması gerekmediğini düşündükleri için karakteri biraz daha pasifize ettiklerinden şu sözlerle bahsediyorlar:
“…kimi zaman da olay örgüsü çekimler esnasında tamamen değişebilir. Rosetta’nın orijinal senaryosunda anne karakteri filmin son haline göre çok daha önemliydi ama çekimler sürerken bu önem gitgide azaldı ve sonunda karakter neredeyse yok oldu.”
Jean-Pierre Dardenne
Aynı zamanda, yönetmenler Rosetta’da olduğu gibi diğer filmlerinde de oyuncuların ezbere rol yapmaması, kameraya göre kendilerini kısıtlamaması gerektiğini düşünüyor ve yönetmen sineması yapmaktan da kaçındıklarını, gerçek bir hikayeyi, sade bir şekilde anlatmak gerektiğini savunuyorlar.
“Bir oyuncudan spontanlık beklemek fazla iyimserlik olur. Kayda değer sayıda prova yapılırsa, bu tavır ya da mimikler kendiliğinden oluşacaktır. Bu şekilde oyuncular kendilerini bulur ve rol yapmaz. Amaçladığımız şey de bu: Rol yapmama! …Yazım, diyaloglar, oyuncu yönetimi ve mizansenlerde yönetmen sineması farkındalığından kaçınmak için elimizden geleni yapıyoruz. Ne olursa olsun hiçbir zaman önceden planlanmış bir sahneleme etkisi istemiyoruz.”
Luc Dardenne
Kaynakça: Yönetmenlik, Mike Goodridge, Remzi Kitabevi, 2013