Bağımsız Sinema Yazarlarından 2024’ün En İyi Filmleri!

Yazan: Bağımsız Sinema

Sean Baker’ın Altın Palmiye ödüllü Anora filminden, Brady Corbet imzalı Brutalist’e, Pedro Almadovar’ın The Room Next Door filminden  Luca Guadagnino imzalı Queer filmine 2024 yılı dünya sinemasına pek çok değerli film kazandırdı. Biz de Bağımsız Sinema ekibi olarak, 2024 yılında festivallerde, vizyonda ve dijital platformlarda izlediğimiz filmlerden en çok beğendiklerimizi derledik.

Berna Balkaya

The Substance yön. Coralie Fargeat
Film, insan doğasının karanlık yönlerini ve bireyin kendini keşfetme çabasını başarılı bir şekilde sunuyor. Görselliğiyle izleyiciyi hipnotize ederken, senaryo bazı yerlerde kendini yetersiz hissettirse de The Substance bu yılın en cesur anlatımlı filmlerinden biriydi. Yönetmenin psikolojik unsurları sembollerle harmanlaması yetisi ise filmi üzerinde düşünülmesi gereken bir zemine oturtuyor.

Thelma yön. Josh Margolin
93 yaşındaki Thelma Post’un telefon dolandırıcılarına karşı verdiği mücadeleyi izlediğimiz film, zaman zaman duygulanmamıza sebep olsa da çok iyi bir kara komedi olarak çekilmiş. Film, aksiyon ve duygusal derinliği dozunda ayarlayarak izleyiciye hem eğlenceli hem de bol bol düşüneceği bir izlencelik sunuyor.

helma

A Different Man yön. Aaron Schimberg
“A Different Man”, fiziksel farklılıkların insan psikolojisi üzerindeki etkisini derinlikli bir şekilde ele alan cesur bir film. Aaron Schimberg, karakterin dönüşüm sürecini duyarlı bir gözle aktarırken, Sebastian Stan ve Adam Pearson’ın performansları hikâyeye duygusal bir yoğunluk katmış. Ancak, yer yer ağır işleyen anlatımı, izleyiciyi ana temadan koparma riskini taşısa da film sonuna kadar kendini pür dikkat izleymeyi başarıyor.

Çisemnaz Çil

How to Make Millions Before Grandma Dies yön. Pat Boonnitipat
Aile dinamiklerini, açgözlülüğü ve sevgiyi derinlemesine ele alan ve bu yıl izlemekten çok keyif aldığım oldukça duygusal bir yapım. Hikaye, üniversiteyi bırakıp ailesiyle birlikte ölmekte olan büyükannesine bakmak için gönüllü olan M’nin etrafında dönüyor. Usa Semkhum’un büyükanne rolündeki etkileyici performansı, film boyunca suçluluk, bağlılık ve karmaşık aile bağları gibi temaları harika bir şekilde yansıtıyor. Kore-eda’nın tarzını anımsatan soğuk renk paleti ve melankolik müzikleriyle de sevgi ve kayıp üzerine biz izleyicilere dokunaklı bir bakış açısı sunuyor.

Brutalist yön. Brady Corbet
Yılın en güçlü yapımlarından biri olan ve Amerikan Rüyası’nı sorgulayan oldukça etkileyici bir film. Adrien Brody’nin canlandırdığı László Toth’un, savaş sonrası Avrupa’dan kaçarak Amerika’da yeni bir başlangıç yapma çabasını anlatıyor. Ancak, bu yolculuk, Harrison Lee Van Buren (Guy Pearce) ile karşılaşmasıyla karanlık bir hâl al almaya başlıyor. Üç buçuk saatlik süresi boyunca göz alıcı sinematografisi ve derinlikli karakter çalışmalarıyla izleyiciyi içine çeken bu film, hayallerin bedelini ve insani hırsların yıkıcı etkisini çarpıcı bir şekilde ele alıyor.

Brutalist

Look Back yön. Kiyotaka Oshiyama
Tatsuki Fujimoto’nun aynı adlı mangasından uyarlanan film, klasik bir büyüme hikayesini derin bir dokunuşla yeniden şekillendiriyor. Ayumu Fujino, manga çiziminde yetenekli bir ilkokul öğrencisidir, ancak sınıf arkadaşı Kyomoto’nun onunla rekabete girmesiyle kendini geliştirmek için takıntılı bir şekilde çalışmaya başlar. Zamanla arkadaşlarını ve ailesini ihmal eden Fujino, Kyomoto’nun standartlarını karşılayamayınca çizimi bırakır. Mezuniyet gününde, Kyomoto’nun diplomasını teslim etmek için evine gittiğinde onun kendisine hayran olduğunu öğrenir ve hikaye burada evrilmeye başlar. Film, canlı animasyonlarıyla Fujimoto’nun hikayesini etkileyici bir biçimde uyarlarken izleyiciyi kahkahalar ve gözyaşları arasında bir ikileme sokmayı başarıyor.

Sing Sing yön. Greg Kwedar
Colman Domingo’nun canlandırdığı Divine G. karakterinin bir hapishane tiyatro programındaki katılımını takip eden etkileyici bir dramadır. Film, geleneksel hapishane hikayelerinden uzaklaşarak, sanat aracılığıyla kendini keşfetmeye çalışan mahkumların yaşamlarını gösterir. Greg Kwedar, hikayeyi geliştirmek için gerçek program katılımcılarıyla röportaj yaparak otantikliğe katkıda bulunurken Domingo’nun karakteri, hapishane hayatının sert koşulları içinde umut ve insanlığı gösterir.

Anora yön. Sean Baker
Cannes’da Altın Palmiye kazanan bu anarşik komedi, günümüzün “Uncut Gems”vari masalsı bir hikayesi olarak değerlendirilebilir. Baş karakter, Mikey Madison’ın canlandırdığı Rus göçmeni seks işçisi, Manhattan’daki bir kulüpte çalışırken zengin bir oligark ailesinin saf oğlu Mark Eydelshteyn tarafından etkilenir ve gerçek bir romantizme kapıldığını düşünmeye başlar. Ancak bu çiftin mutlu bir şekilde yaşayabileceği bir dünya olup olmadığını sorgulatarak bizi bir Rus Cinderella hikayesinin içine çeker.

Conclave yön. Edward Berger
Robert Harris’in romanından uyarladığı, kilise içindeki güç mücadelelerini ele alan bir film. Hikaye, Ralph Fiennes’in canlandırdığı Thomas Lawrence’ın, Sistine Şapeli’nde toplanan kardinalerin yeni bir papa seçme sürecini yönettiği sırada, modern dünyanın etkilerinden izole bir ortamda geçiyor. Tucci, Lithgow ve Msamati gibi güçlü oyuncuların performansları, sinsice birbirlerine tuzaklar kuran kardinaler arasında geçen mücadeleleri gözler önüne seriyor.

Conclave

Didi yön. Sean Wang
Didi, Sean Wang’ın yönetmenlik debutu olan geleneksel bir coming-of-age filmi olarak öne çıkıyor. Chris Wang’ın hikayesi, gençlikte kabul edilme arzusu ve kimlik arayışı etrafında dönerken, izleyici olarak kendimizi Chris’in içsel çatışmalarında buluyoruz. Film, 2008 yılında geçen bu hikaye ile Chris’in kendini başkalarına beğendirmek için sürekli şekil değiştirdiği süreçte kendi kimliğini bulma çabasını, o dönemin sosyal dinamiklerine ve özellikle bu jenerasyonda doğup büyüyen gençlerin karşılaştığı zorluklara ışık tutarak başarıyor.

I’m Still Here yön. Walter Salles
Film 1970’lerdeki Brezilya askeri diktatörlüğü altında geçen bir aile dramını, Paiva ailesinin gözünden anlatıyor. Rubens’in (Selton Mello) bir gün silahlı adamlar tarafından alınıp götürülmesiyle, karısı Eunice (Fernanda Torres) beş çocuğuyla birlikte hayatta kalma mücadelesine girişiyor. Film, bireysel ve toplumsal travmayı ustaca harmanlayarak, Eunice’nin güçlü duruşunu ve ailenin dayanışmasını ön plana çıkarıyor. Salles’in gözünden, özgürlük arayışındaki bu aile, hem mutlu anlarıyla hem de baskıcı rejimin gölgesindeki korku ve belirsizlikle dolu bir hayat sürüyorlar. Film, askeri diktatörlüğün dehşetini ve bunların sağlıklı bir ailenin mental sağlığını nasıl etkilediğini ortaya koymayı başarıyor.

La Chimera yön. Alice Rohrwacher;
Film, 1980’lerde çalıntı Etrüsk eserleri ticareti yapan uluslararası bir ağa dahil olan Britanyalı bir yağmacı olan Arthur’un hikayesini konu alıyor. Arthur, hapisten çıktıktan sonra İtalya’ya döner ve kaybolan eski sevgilisi Beniamina’nın annesi Flora’nın evini ziyaret eder. Burada Flora’nın kızı Italia ile tanışır ve zamanla aralarında bir bağ gelişir. Ancak, içsel çatışmaları ve geçmişle yüzleşme çabası, Arthur’u zor bir yolculuğa sürükler. Film, etkileyici görselleri ve duygusal derinliği ile öne çıkarken, sanat eseri kaçakçılığı ve kimlik arayışını da sorgulatıyor.

Memoir of a Snail yön. Adam Elliot
Son olarak şimdilerde oldukça popüler olan bu stop-motion filmi de eklemek istiyorum. 1970’lerin Avustralya’sında Grace, annesinin hamilelikte ölümü sonrası, ikiz kardeşi Gilbert ile birlikte felçli ve alkolik babaları Percy tarafından büyütülürler. Percy’nin ani ölümüyle birlikte kardeşler ikiye ayrılır; Gilbert sert bir evangelical aileye verilirken, Grace bir yalnızlık içinde, sahip olduğu salyangozlar gibi içe kapanır. Yıllar geçtikçe yeni zorluklarla karşılaşmasına rağmen, yaşlı bir kadın olan Pinky ile kurduğu dostluk hayatını değiştirir.

Davut Ötgen 

Dargeçit yön. Berke Baş
2024’ün kurmaca filmler açısından kurak geçtiğini yıl sona ererken nihayet kabullenmeye başladık. Öte yandan bakışımızı belgesellere doğru çevirirsek eğer birbirinden değerli filmlere tanık olduğumuz bir seneyi geride bıraktığımızı görebiliriz. Berlinale’den başlayarak yıl boyunca dünyada büyük ses getiren No Other Land’in yarattığı etkinin bir benzerini ülkemizde İstanbul Film Festivali’nden En İyi Belgesel ödülüyle dönen Dargeçit’te yaşadık. 1995 senesinde Mardin’in Dargeçit köyünde aralarında 12-13 yaşlarındaki çocukların da olduğu bir grup insanın kaçırılıp çeşitli işkenceler sonucu öldürülmesi olayları hakkında 2015’te başlayan mahkeme sürecine 2018’den itibaren dahil olan Berke Baş, davanın avukatı ve kurbanların aileleriyle yakın bir ilişki kurarak yıllardır verilen mücadeleyi gözler önüne seriyor. Hafızalardan silinmeye çalışılan devlet şiddetinin günümüzde mahkeme salonlarında devam ettiğini vurgulayan Dargeçit, zorla kaybetmeler ve faili meçhul cinayetlerle dolu 90’lardan bu yana neredeyse 30 yıldır süregelen adaletsizliği yalnızca Dargeçit davasıyla sınırlı kalmadan benzer davalar ve mücadele alanlarını da içinde barındırarak aktarıyor.

Dargeçit

Ces’t Pas Moi yön. Leos Carax
Jean Luc-Godard’ın hayatını kaybetmesinin ardından Leos Carax’ın ilk projesinin Godard’ın son döneminde ağırlık verdiği video-essay formatını takip etmesi çok büyük bir sürpriz olmasa da duygulanmamak imkansız. Aslında tam da -ve belki de yalnızca- Carax’tan beklenecek bir şey bu. Her filminde günümüz sinema alışkanlıklarına meydan okuyan ve kendi sinemasına hep farklı yenilikler getirmekten kaçınmayan Carax, son filminde yalnızca sinema tarihine ve güncel politik gelişmelere bakmakla kalmıyor, kendi sinemasını da yeniden keşfe çıkıyor. Bütün bunların kesişimi ise 42 dakikalık hipnotik bir deneyim ve zihnimizde beliren yeni düşünce ufukları…

All We Imagine as Light yön. Payal Kapadia
Satyajit Ray’in şiirsel gerçekçi sinemasının yıllar sonra yine aynı topraklara döndüğünü müjdeleyen All We Imagine as Light, fazlasıyla içselleştirebileceğimiz bir metropol sıkıntısı olarak başlıyor. Ardından belli bir rutinin dışına çıkılamayan günleri takip ederken yavaş yavaş dile getirilemeyen ve özgürce yaşanılamayan duyguları yakalamaya başlıyor ve en sonunda daha fazla bastırılamayan bu hislerin bütün kontrolü ele geçirmesiyle beraber şehri terk ederek küçük bir sahil kasabasına doğru yol alıyor. Toplumsal ahlak, meslek hayatı ve ekonomik sorunlar yüzünden şehre yenik düşen ve Mumbai’nin bitmek bilmez yağmurlarının altında bütün bir şehri ele geçirmiş gibi gözüken bir melankoliyle hayatlarını sürdüren üç kadının çıktığı bu yolculuk bir kaçış olduğu kadar dayanışmayla kurulan bir meydan okumaya dönüşüyor. Payal Kapadia, ödül sezonunda da adından fazlasıyla söz ettireceğinin sinyallerini veren bu eşsiz filmiyle beraber önümüzdeki senelerde neler yapacağını en çok beklediğimiz yönetmenler arasına adını çoktan yazdırdı.

Enes Altınok

Nosferatu yön. Robert Eggers
The Witch, The Lighthouse ve The Northman filmleriyle tanınan Robert Eggers, bu sefer de “tutku projesi” olarak nitelendirdiği bir filmle karşımıza çıkıyor. F.W. Murnau’nun klasik Nosferatu filmini bu sefer kendi yorumuyla ve pandemi geçirmiş 2020’ler perspektifiyle uyarlıyor.  Eggers, seyirciyi tekrar 1838 Almanya’sına sürükleyerek Thomas ve Ellen Hutter’in, sadece karanlıkta ortaya çıkabilen Kont Orlok ile imtihanını bu sefer psikoseksüel unsurları öne çıkararak ele alıyor. Gerilimi yükselten ses kurgusu, kasvetli Almanya tasvirini destekleyen sinematografi ile renk tercihi ve Bill Skarsgaard ile Lily-Rose Depp’in oyunculuklarıyla bilindik hikayenin özgün yoruma hala açık olduğunu Eggers, göstermiş oluyor. Nosferatu, yurt dışında gösterime girse de ülkemizde 3 Ocak Cuma günü sinemalarda gösterime girecek.

Başlangıçlar yön. Ozan Yoleri
Ozan Yoleri’nin Aysin Kadirbeyoğlu ile yazdığı senaryosundan yola çıkarak yönettiği Başlangıçlar yirmili yaşların sancılarıyla boğuşan genç bir resim restoratörünün hikayesini ele alıyor. Defne, Paris’te ev arkadaşının ölümü, Türkiye’de restore edilmeyi bekleyen bir tablo ve annesiyle gel gitli ilişkisi arasında mekik dokurken seyircinin de kendi yirmilerine dönmesi veya yirmilerindeyse kolaylıkla bağ kurabilmesini sağlıyor. Ahsen Eroğlu, Zeynep Dinsel ve Hazal Subaşı’nın baş rolleri paylaştığı Başlangıçlar, Türkiye Sineması’nın aşina olduğu bunalım temasını gerek biçim gerek içerik bakımından özgün bir şekilde ele alıyor. 

Başlangıçlar

Mukadderat yön. Nadim Güç
Kocasını kaybeden Sultan, tekrardan kendisine hayat arkadaşı aramaya başlar. Ancak muhafazakar oğlu Nevzat, annesinin yaşadıkları yerde nasıl tepki çekeceğini düşünmekten karşı çıkar. Kızı Reyhan da aynı şekilde buna karşı çıkar. Ancak Sultan, amacına doğru hareket eder. Lakin Sultan esasında kendi varlığını bir başka erkekte aramak yerine varlık amacını kendi bireysel eylemlerinde aramaya başlar. Erdi Işık’ın yazdığı ve Nadim Güç’ün yönettiği Mukadderat, Nur Sürer, Osman Sonant, Aslıhan Gürbüz, Şerif Erol gibi oyuncuların oyunculukları ile güçlü senaryosuyla yılın öne çıkan filmleri arasında yer alıyor. 

Faruk yön. Aslı Özge
Aslı Özge’nin yönettiği Faruk, 90’lı yaşlarındaki Faruk’un gitgide filmin baş kişisine büründüğü bir filmdir. İstanbul’daki kentsel dönüşümü merceğine alan film, aynı zamanda zikzaklı baba-kız ilişkisini de irdeleyip Faruk’un 90’lı yaşlarındaki serüvenlerini de ele alarak gerçek ve kurmaca arasındaki çizgiyi bulanıklaştırıyor. Faruk, belgeselin kurmaca yönüyle barışan ve belgesel dilini özgün bir şekilde kullanan filmler arasında yerini alıyor.

Crossing yön. Levan Akın
Levan Akin’in yönettiği Geçiş, ulus-ötesi sinemanın özgün örneklerinden birini sunuyor. Gürcistan’dan başlayıp İstanbul’da noktalanan hikayede emekli öğretmen Lia’nın delikanlı Achi’yle Gürcistan’dan İstanbul’a gelip uzun zamandır kayıp olan trans yeğeni Tekla’nın izini sürüyor. İzini sürmekle de birlikte İstanbul’un tekinsizliği, göçmenlerin ve alt sınıflardaki insanların yaşadıkları zorluklarla da karşılaşıyorlar. Film, göçmenlik, toplumsal cinsiyet, toplumsal hafıza üzerine seyirciyi sorgulamaya teşvik ediyor. 

Crossing

Bildiğin Gibi Değil yön. Vuslat Saraçoğlu
Tahsin, Yasin ve Remziye uzun zamandır birbirleriyle görüşmeyen kardeşlerdir. Farklı hayat çizgilerinde yürüyen kardeşler, babalarının ölümü nedeniyle memleketlerinde tekrar bir araya gelirler. Ancak kardeşler, birbirleriyle sürekli sürtüşme halindedirler. Bu esnada kendi geçmişleri hakkında birtakım konuları gündeme getirirlerken Tahsin ve Yasin, Remziye’nin bastırmak zorunda olduğu sarsıcı bir olayı öğrenirler. Vuslat Saraçoğlu’nun yazıp yönettiği Bildiğin Gibi Değil hem kardeş dinamiklerini doğal bir şekilde ele alıp hem de mekan olarak Tokat’ın yaşayan ve konuşan bir karakter haline gelmesini sağlıyor. 

The Girl with the Needle yön. Magnus von Horn
Magnus von Horn’un yönettiği Şişli Kız, genç bir fabrika işçisi olan Karoline’in Birinci Dünya Savaşı ertesi hamile kalması ve terk edilmesi sonucunda fırıncı bir kadınla beraber yaşamasını ele alıyor. Fırıncı kadınla birlikte kendi çocuklarına bakamayan ailelerin çocuklarını başka ailelere vermek üzerine çalışıyor. Ancak bu süre zarfında Karoline işin karanlık yüzünü öğrenmekte gecikmiyor. Gerçek bir hikayeden hareketle yazılan Şişli Kız, seyirciyi rahatsız eden görsel dili ve çarpıcı senaryosuyla senenin hafızalara kazınan filmleri arasında yerini alıyor. 

The Room Next Door yön. Pedro Almodovar
Pedro Almodovar’ın ilk uzun metraj İngilizce filmi Yandaki Oda, kanser hastası Martha’nın arkadaşı Ingrid’den ölümü sırasında yanında olmasını istemesini ele alıyor. Film, ölüm, intihar, arkadaşlık temalarını Almodovar’ın kendine has görsel diliyle işliyor. Bu kavramları olumsuzlayan bir yöndense şefkatle kucaklayan bir üslupla ele alıyor. Ayrıca Julianne Moore ile Tilda Swinton’ın birbirlerini tamamlayan doğal oyunculuklarıyla da yılın öne çıkan filmleri arasında yerini alıyor. 

The Room Next Door

The Apprentice (Ali Abbasi, 2024)
Ali Abbasi’nın yankı uyandıran ve Trump’ın kendisinin filmi yasaklatma çabalarına dahi neden olan The Apprentice, Donald Trump’ın  kirli işlerle ilişkisi bilinen avukat Roy Cohn’un sayesinde nasıl yükseldiğini ele alıyor. 1980’ler estetiğini görsel diline yediren ve cinema-verite üslubuyla bir biyografi filminin ötesinde duruyor. The Apprentice, “hatalarını inkar etme”, “başarıya giden her yolun mubah” söylemlerinin tehlikesinin altını da çiziyor. Sebastian Stan, Saturday Night Live ve muhtelif skeçlerdeki Trump temsillerine nazaran Trump’ı “kopyala-yapıştır” tarzı taklitten ziyade Trump’ın temsil ettiği kavramlara odaklanarak canlandırıyor. Jeremy Strong’un Roy Cohn temsili de, oyuncunun Succession sonrası kariyerinde başarılı bir grafik çizdiğine de işaret ediyor. Ezcümle, The Apprentice Trump üzerinden Amerikan Rüyası’nın içinin ne denli oyulduğu ve yolsuzluğun, Makyavelizm’in acı sonuçlarıyla yüzleştiren bir film. 

The Substance yön. Coralie Fargeat
Bu senenin belki de en çok sansasyon yaratan ve sosyal medyada epey karşımıza çıkan filminin Cevher olduğunu söylesek abartmış olmayız. Coralie Fargeat’ın yazıp yönettiği Cevher, eski yıldız Elizabeth Sparkle’ın yapımcıları tarafından kovulması ve gizli bir örgüt tarafından Cevher ilacıyla karşılaşmasını ele alıyor. Bu ilacı almasıyla beraber yeni ve genç personası olan Sue doğuyor. Ancak her yedi günde bir persona değiştirme kuralına uymayan personalardan biri felaketlere de yol açıyor. Psikolojik gerilim ve body-horror unsurlarını başarıyla harmalayan Cevher, kapitalist kültürün pompaladığı beden ve gençlik algısını alaşağı edercesine hicvediyor. Yer yer seyirciyi rahatsız eden ve yer yer keyifli anlar yaşayan Cevher, yarattığı sansasyona yaraşır bir film haline geliyor. 

The Substance

Esra Kars

Crossing yön. Levan Akın
Crossing, sinemamızda örneğine az rastlanan bir temayı, teyze- yeğen ilişkisini konu alıyor. Bunu yaparken de Gürcistan’dan Türkiye’ye bol müzikli ve toplumsal mozaiklerin bulunduğu bir yolculuk fırsatı sunuyor. Duygu yüklü, içten ve otantik bir hikaye anlatımını barındıran bu film, uzun yıllar boyunca konuşulacak bir etkiye sahip.

The Room Next Door yön. Pedro Almadovar
Almadovar’ın en son filmi, Yandaki Oda iki eski dostun, yıllar sonra kesişen yaşamlarını ele alıyor. Kadınların ruh dünyasına her zaman doğru ışık ve açıyla yaklaşan Almadovar, bu filmiyle de yeni kadın karakterlerin yollarını açmış. Diğer filmlerine göre daha farklı bir dünya ve görünüm barındıran bu film, 2024 yılının en iddialı yapımları arasında yer alıyor.

The Substance yön. Coralie Fargeat
Bu senenin en çok ses getiren filmi olan “Cevher” şimdiden feminist body horror yapımlarının en önemlisi haline geldi.  Bir kadın için omurganın ve dik duruşun ne denli kıymetli olduğunu anlatan film seyircilerine bedenlerini sevme fırsatı verirken şekilci zihniyeti cezalandırmaktan da geri durmuyor. 

Furkan Yurt

I fell fine. yön. Hailey Spicer, Austin Spicer
Sevilen birini kaybetmenin bıraktığı derin boşluğu etkileyici bir şekilde işleyen film, güçlü oyunculuk ve başarılı müziklerle iz bırakıyor. OKB ve intihar gibi zorlayıcı konulara dair izlemeye değer, dokunaklı bir yapım olan I feel fine; yönetmenliğini, yapımcılığını ve kamera kurgusunu üstlnen Hailey ve Austin Spicer çiftinin künyesinde zirveye oturmuş durumda.

Savrulan Zaman yön. Selim Evci
Modern insanın içsel çatışmalarını ve yeni başlangıç arayışlarını ele alan fılm; Alper’in iş hayatındaki bir olay sonrası vicdanıyla yüzleşmesini konu alıyor. Kiyarüstemi, Jafar Panah ve Panah Panahi gibi İranlı yönetmenlere çalışan İranlı ünlü sinema kurgucusu Mastaneh Mohajer kamera arkası ekipte yer almakta. Antalya Altın Portakal Film Festivali’nde yarışan filmin başrolünü yönetmen Selim Evci üstleniyor.

When The Light Breaks yön. Rúnar Rúnarsson
İlk uzun metrajlı filmi Volcano, 2011 yılında Cannes’da Yönetmenlerin 15 Günü’nde gösterime giren Rúnar Rúnarsson’un son filmi When The Lights Breaks; İzlanda’nın doğasında yas ve sırlarla boğuşan Una’nın büyüme hikayesini anlatıyor. Cannes Belirli Bir Bakış bölümünde açılış filmi olarak gösterilen yapım; izleyiciye tutkuyu, hüznü ve heyecanı bir araya getiren duygu dolu bir yolculuk sunuyor.

All Shall Be Well yön. Ray Yeung
Angie ve Pat 40 yılı aşkın bir zamandır birlikte yaşamaktayken Pat’in beklenmedik ölümü sonrası evlerini ve tüm anılarını kaybetme riskiyle karşılaşan Angie; yasal boşluklar ve toplumsal kabullerin sınırlarında sevginin kırılganlığını deneyimlerken bu dokunaklı hikâye aracılığıyla seçilmiş ailelerin şefkatini, kaybın derin yankılarını ve hak mücadelesinin bitmeyen gerekliliğini şiirsel bir gerçeklikle izleyicinin gözleri önüne seriyor.

All Shall Be Well

Sebastian yön. Mikko Mäkelä
Genç bir yazar ilk romanı için araştırma yapabilmek adına seks işçisi olarak çifte bir hayata adım atıyor. Film kimlik ve kendini keşif temalarını çarpıcı görseller ve güçlü performanslar arasında sunarken queer sinemada değinilmemiş hayatlara bir pencere açıyor. Görsellerdeki güçlü ton ve şehir yaşamının yalnızlığı da karakterler kadar hikâyeye hayat veriyor. Özellikle baskın karanlık/yeşil teması altında film, izleyiciye banliyö yaşantısına ve şehrin arka sokaklarında yaşama tutunmak için çalışmak zorunda kalan seks işçilerinin hayatına bir pencere açıyor.

Queer yön. Luca Guadagnino
William S. Burroughs’un aynı adlı romanından uyarlanan, yalnızlık, kimlik ve bağımlılıkla ilgili çarpıcı bir hikâye sunan Queer: Mexico City’de Eugene’e (Drew Starkey) duyduğu saplantıyla başa çıkmaya çalışan William Lee karakteri çarpıcı bir gerçeklikle Daniel Craig ustalığı altında işlenerek izleyiciye sanki bir belgesel sinema deneyimi sunuyor. Luca Guadagnino’nun yönetimi, güçlü görseller ve Trent Reznor’un dokunaklı müzikleriyle film; oldukça dikkat çekerken MUBI FEST İstanbul 2024’ün açılış filmi olacakken Kadıköy Kaymakamlığı tarafından gösterimin yasaklanması sonrası büyük ses getirdi.

Crossing yön. Levan Akın
Dünya prömiyerini 74. uluslararası Berlin Film Festivali Panorama seçkisiyle yapan, Levan Akın’ın çok kültürlü bakış açısını derinden hissettiğimiz Crossing, trans yeğeni Tekla’yı ararken kendini yeniden keşfeden Lia’nın dokunaklı hikâyesini anlatıyor. Gürcistan ve İstanbul’da geçen film; aile, kabul ve dayanışma gibi umut dolu konuları gerçekçi performanslarla ele alırken bu hikayelerin pek çok özne tarafından deneyimlendiğini hatırlatarak izleyicinin zihninde yer edinmekten geri durmuyor.

H. P. Çılgın 

Sleep with Your Eyes Open yön. Nele Wohlatz
Tavyanlı Kai sevgilisinden ayrıldıktan sonra Brezilya’ya gelir ama kaldığı odada Çince yazılmış ve hiç tanımadığı birine ithaf edilmiş mektuplar bulur. Bu mektupların yazıldığı kişiyi bulmaya çalışan Kai, aslında kendi kimliğini ve geçmişini de arıyordur. Kai üzerinden temsil edilen “üçüncü kültür çocuğu” kavramı özellikle günümüzün kozmopolit yapısı için oldukça önemli ama bir o kadar da temsili az bir noktaya parmak basıyor. Özellikle dil ve kültür bağlamının insan ilişkileri tarafından nasıl doğduğunu, bazen de unutulabildiğini, Brezilya’nın sıcak atmosferine sararak deneysel bir kurguyla izleyiciye sunuyor. Film, bu yıl Berlinale’de dünya prömiyerini yaptı.

Sleep with Your Eyes Open

Mononoke The Movie: Phantom in The Rain yön. Kenji Nakamura
Aynı adlı 2007 tarihli anime serisinden baz alan bu anime filminin hikayesi orta çağ Japonya’sında geçiyor. İmparatorun sarayında çalışmaya gelen Asa ve Kame’nin işe başladıkları ilk hafta içinde yaşadıkları korkulu anlar ve doğaüstü gizemi ise esrarengiz bir büyücü çözüyor. Saykodelik desenler ve renk kombinasyonlarının birleşimini deneysel sayılabilecek bir kurguyla birleştiren Mononoke, örneği çok sık karşılaşılmayan türden bir psikolojik doğaüstü korku filmi. Azılı anime izleyicileri, büyücü karakterini seslendiren ünlü seslendirme sanatçısı Kamiya Hiroshi’yi fark edecektir. Güncel olarak Netflix’te yayınlanan film, Japonya’da vizyona girdiği ilk hafta en çok izlenen filmlerden biri oldu.

I Saw The TV Glow yön. Jane Schoenbrun
Amerikan banliyölerinde doksanların ortasından günümüze uzanan geniş bir zaman dilimini kapsayan filmin odağı içe dönük genç Owen. Bir gün okulda üst dönemlerden Maddy’nin popüler dizi The Pink Opaque’ın bölüm rehberini okuduğunu görün Owen, zamanla Maddy ile arkadaş olup beraber diziyi izlemeye başlarlar. Fakat zaman hızla akar ve ikilinin gerçeklik algısı buğulanmaya başlar. Schoenbrun’un işlemeyi sevdiği temaları burada da görüyoruz: kimlik arayışı ve medya. Kuir metinli filmin özellikle son sekansları oldukça vurucu ve izleyicilerin aklında uzun süre yer edineceği kesin. Film veya televizyon ile kendisini keşfeden modern gençlere adayabileceğimiz bu başarılı korku drama filmi, Sundance’teki dünya prömiyerinin ardından Berlinale gibi diğer birçok önemli festivalde de izleyiciyle buluştu.

Chime yön. Kiyoshi Kurosawa
Yemek kursunda öğretmenlik yapan bir şefin bir gün nereden geldiği bilinmez bir çan sesini duymasıyla delirmeye başlamasını konu edinen bu gerilim ve cinayet filmi sadece 45 dakika sürüyor. Japon sinemasında özellikle gerilim ve korku türünde yerini edinmiş Kurosawa’nın yönetmenlik tarzını bu filmde de görmek mümkün. Yönetmenin özellikle “Cure” veya “Pulse” gibi filmlerine aşina olanların fark edebileceği gibi “Chime” için de inanılmaz bir gölge ve ışık kullanımı söz konusu. Kısa süresine rağmen tekinsizliği ve doğaüstü kötülüğü soğuk renkleriyle tasvir eden bu film de dünya prömiyerini Berlinale’de yaptı.

Chime

Yaren Çay

All of Us Strangers yön. Andrew Haigh
Sevginin ve de kaybın zamansızlığı bu kadar etkileyici anlatılmamıştı uzun zamandır. Bu yıl benim filmim All of us Strangers oldu. Anıların yankılandığı gerçeklikte sevdiklerimizi kapımıza gelen vampirlerden koruma isteğimize yönelik… Andrew Haigh’ın şiirsel yönetiminde şehir ışıklarının melankolik parıltısında, belirsizliğin sisinde, kendi benliğini bulmaya çalışan bir yazarın ve tüm kaybolmuşların hikayesi.

There is Still Tomorrow yön. Paola Cortellesi
There’s Still Tomorrow, siyah-beyazın melankolisinde parlayan bir umut ışığı. Delia, hikayesinde her adımda, toplumsal normların ağırlığını omuzlarında hissederken, bir mektubun fısıldadığı özgürlük fikriyle nefes alıyor. Film, sadece bir kadının değil, bir dönemin ve bir toplumun aynası; acının ve cesaretin iç içe geçtiği bir direniş hikâyesi. There’s Still Tomorrow, her şeye rağmen yarının mümkün olduğunu hatırlatan, zarif bir devrim gibi akıyor perdeye.

There is Still Tomorrow

Another End yön. Piero Messina
Sevdiğiniz kişiye kaç defa veda edebilirsiniz? Another End, ölümün ötesine geçmeyi ve kayıpları geri getirmeyi vaat eden bir teknolojiyle şekillenen, varoluşun anlamını sorgulayan bir hikâye. Kişinin bilinci, başka bir bedene aktarılırken, film yalnızca bilim kurgu unsurlarını değil, yas sürecinin adımlarını  derinlemesine inceliyor. Kaybın ardından gelen umudu ve bunun getirdiği etik çatışmaları işlerken, karakterler kimliklerini, ilişkilerini ve varlıklarını yeniden tanımlamaya başlıyor. Another End, yaşam ve ölüm arasındaki ince çizgiyi, zamanın ve mekânın ötesinde bir arayış olarak sunmasıyla dikkat çekici. Kaybın, yeniden doğuşun ve varoluşun anlamını ararken, her sonun, başka bir sonun başlangıcı olduğunu hatırlatır; belki de en derin sorular, ölümün ötesinde değil, yaşamın tam da içindedir.

Yorum Yapın

Bunlar da İlginizi Çekebilir