“Matruşka” anlamına gelen Russian Doll’da, “Orange is the New Black”ten bildiğimiz Natasha Lyonne tarafından canlandırılan Nadia Vulvokov arkadaşının kendisi için düzenlediği doğum günü partisine katılıp ilerleyen saatlerde kaybolan kedisinin peşinden giderken ölür. Ve öldükten sonra kendini yeniden arkadaşının kendisi için düzenlediği doğum günü partisinde bulur. Böylece kendisinden başka kimsenin olan bitenden haberi olmadan birçok kez tekrarlanacak bir döngünün içine düşer. Neden ölemediğini ya da neden ölüp de geri geldiğini sorgularken maruz kalınan bu döngünün, ortalama otuz dakikadan oluşan sekiz bölüm boyunca sıkıcı gelmemesinin sebebi klasik bir “Groundhog Day”den ayıran birçok elementi içinde eritmiş olmasıdır.
Russian Doll’a komedi desek az kalır, ölüp geri gelme mefhumu haricinde kesinlikle bir fantastik dizi değil, duygu yüklü bir dram dizisi özelliği de taşımıyor, bilimkurgu hiç değil. Tek bir alanda olmaktan ziyade garip bir biçimde güldürüp, üzüp, düşündürüp, hafiften bir korkutup, şaşırtıp sürekli ilgiyi canlı tutabiliyor ve bunu yaparken de tıpkı sorduğu soruların net bir cevabı olamaması gibi tek bir türe de ait hale getirilemiyor. Adeta kalıpları yıkan bir havası var.
Kalıplar demişken yapımcı ve senarist kadrosuna da muhakkak değinilmesi gerekiyor. Zira dizinin kadrosu #MeToo ve Time’ Up hareketleri ile eş zamanlı gerçekleşen eşit hak arayışında oldukça vokal olan, Sleeping with Other People ve Bachelorette gibi filmlerle bilinen Leslye Headland, Natasha Lyonne ve de şahsen efsanevi olduğunu düşündüğüm Amy Poehler başta olmak üzere büyük çoğunlukla kadınlardan oluşmakta. Bu durumun diziye en büyük katkısı ise birçok dizide görmeye alıştığımız hayatı romantik düşünceler ve iş/ev hayatı dengesi tarafından domine kadın tiplemesini kaldırıp varoluşsal soruları, etik konuları, insan doğasını düşünen ve tartışan kadın bir karakteri oldukça başarılı bir şekilde sunması diye düşünüyorum.
Nadia oldukça şahsına münhasır, toplumun ona dayatmaya çalıştığı kalıplar tarafından baskılanmayı kesinlikle kabul etmiyor. Gayesi birileri tarafından sevilmek, gerçek aşkı bulmak ya da oldukça iyi olduğu aşikar olan işini hayatının merkezi haline getirip duygusuz, başarı odaklı bir iş kadını olmak değil. Nadia’nın tek istediği yaşamak, kendi bildiği gibi, istediği gibi. Bu durumun getirdiği bencillik, yardım almayı reddetmek ve burnunun dikime gitmek gibi davranışların doğurduğu handikapları ise bir kadın değil, bir birey olarak yaşıyor ve düzeltmeye çalışıyor. Dolayısıyla bu noktada da klasik bir dizi olmadığını bir kez daha altını çiziyor.
***Yazının burdan sonrası spoiler içermektedir***
Sezonun irdelemesini yapacak olursak eğer; diziyi izleyen birçok insan ilk etapta Newyork hipsteri Nadia Vulvokov’un oldukça itici, bazen kaba ve hatta gerçek dışı tavırları olduğunu rahatlıkla fark edebilir. Bu durumda günde iki paket sigara bitiren, yeryüzündeki her uyuşturucu maddeyi denemiş olduğunu dile getiren, kendine öz saygısı şaibeli olan bu karakterin ölmesi ve de sürekli geri dönmesi neden bu kadar önemli ki? Kısacası neden Nadia? Çünkü dizinin odak noktası anladığımız kadarı ile insanın kendisi ile yüzleşmesi, kendini ve çevresini iyileştirme çabası. Dolayısıyla bu odak için Nadia’dan daha iyi kim olabilirdi ki?!
Ölümden her geri dönüşünde kendini aynaya bakarken bulan Nadia, sorunun kendisi, kendi seçimleri olduğunu reddedip o gün aldığı kokain olduğunu ya da evrenin sadece kendisi ile kafa bulmasından kaynaklandığını düşünür. Oysaki olayların başladığı tarih bile başlı başına ipucu vermektedir. Nadia sürekli ölüp dirildiği gün 36. yaşına girmiştir. Yani resmen mental sorunları olan, alkolik ve uyuşturucu bağımlısı annesinin öldüğü yaştadır ve yarını görememesini saymazsak daha da yaşayacak gibi durmaktadır. O yüzden herhangi bir gün yerine yaş gününün sürekli tekrarlanması senaryo açısından ince ve güzel bir detay teşkil etmekte.
Kendisi gibi sürekli ölüp aynı günü baştan yaşamak zorunda kalan Alan ile karşılaşana kadar Nadia mümkün olan her anda kendinden kaçar ve sorunun kendisinden kaynaklandığını kabul etmek istemez. Ancak Alan ve Nadia birbirlerine bir sebepten ötürü bağlanmıştır. Biri öldüğünde diğeri de ölmektedir ve her şey yeniden başlar. Dolayısıyla birinin ölmemesi için diğerinin de yaşaması gerekir. Başta kendisi için endişelense de zaman içerisinde Nadia’nın bencilliğinden kurtulup Alan’ın da hayatta kalması için çabalamasına sebep olur. Nadia, tasarladığı oyunların aksine hayatın “tek bir karakterin her şeyi tamamen tek başına” çözmesi üzerine kurulu olmadığını hatırlar. Alan ise oldukça sabit doğru-yanlış fikirlerine sahip, takıntılı ve kuralcı bir insanken Nadia ile birlikte zaman geçirdikçe kendisini salmayı, her şeyi kontrol edemeyeceğini ve de farklı bakış açılarına sahip olmanın insanı delirtmek yerine dinginliği, bir çeşit olgunluğu da beraberinde getireceğini öğrenir. Nihayetinde her ikisi de birçok kez ölüp dirilerek, birbirlerine destek olarak bir insanın aynı anda hem iyi hem de kötü düşünceleri, hem ölümü hem de yaşamı içinde barındırabileceğini öğrenir. Hayattan edindikleri düalite dersi bir gün mucizevi bir şey yaşamalarına, yarını görmelerine imkan tanır.
Nihayetinde zaman döngüsünde sıkışıp kalmak, alternatif evren düşüncesi ilk defa işlenen konular olmamakla birlikte (ayrıca hangi konu daha önce işlenmedi ki?), konuların ele alınış biçimi “Russian Doll”u kesinlikle izlenilmesi gereken yapımları arasına sokmayı başarmış bulunmakta. Karakterlerin kendileri ile yüzleşememeleri, mükemmel olmadıkları gibi sorunları, korkuları, travmaları ve eksiklikleri yokmuş gibi davranmamayı var olmamanın dayanılmaz ağırlığı ile öğrendikleri her küçük kıyamette izleyici de kendisi ile yüzleşmeye zorlanıyor.
Bir yandan ilk anlarda çoğumuzun katlanamadığı Nadia Vulvokov sempatik ve insani gelmeye başlarken kendi hallerimiz de “normal”leşiyor. Şahsen dizinin en zevk aldığım yerlerinden biri yaşamın daimi mutluluğu vadedebilecek noktada olmamasına rağmen yalnız olmadığımız kimi anlarda en azından keyifli olabileceğini hatırlatmasıydı diyebilirim. 3 sezon olacağı “Russian Doll”un yeni bölümlerine en kısa zamanda kavuşmak dileğiyle dizinin severleri olarak beklemedeyiz.