Ayçıl Yeltan, Ayça Bingöl ve Göksel Kortay ile Fidan Filmi Üzerine

Yazan: Gamze Çakan

Ayçıl Yeltan’ın senaryosunu yazıp, yönetmenliğini yaptığı ilk uzun metraj filmi Fidan 10 Ocak’ta gösterime girdi. 

Fidan’ın parlak geleceğine rağmen girdiği yol ayrımının anlatıldığı filmin zengin kadrosunda Alican Yücesoy, Ayça Bingöl, Göksel Kortay, Leyla Smyrna Cabas, Gürkan Uygun, Ilgın Bingöl, Pınar Tuncegil ve Ömer Asaf Bilgin yer alıyor.

13 yaşındaki Fidan’ı merkezine alan film, erken yaşta olgunlaşmak zorunda kalan bir genç kızın dokunaklı hikayesini anlatıyor. Annesinin ölümcül hastalığı ve içine kapanan babasının suskunluğuyla mücadele eden Fidan, İstanbul’un en prestijli liselerinden birini kazanarak doktorluk hayaline yaklaşır. Ancak annesinin vefatı ve babasının yaşadığı derin boşluk, onu çocuk yaşta zor bir seçimle karşı karşıya bırakır. Film, parlak bir geleceğe sahip olabilecekken ailesini ayakta tutmak için kendi hayallerinden vazgeçmeyi düşünen bir çocuğun iç dünyasını perdeye taşıyor.

İlk gösterimini 61. Uluslararası Antalya Altın Portakal Film Festivali’nde gerçekleştiren Fidan’ın yönetmeni Ayçıl Yeltan ve oyuncuları Ayça Bingöl ve Göksel Kortay’la keyifli ve samimi bir röportaj gerçekleştirdik. 

Gamze Çakan: Sinema ve televizyon kariyerinize oyuncu olarak başladınız ve bu alanda değerli deneyimler edindiniz. Şimdi ise ilk uzun metraj filminiz Fidan’ı yazıp yönettiniz. Oyunculuk tecrübenizin, senaryo yazım sürecini ya da setteki yaratıcı süreçlere ve oyuncu yönetimine bakış açınızı nasıl şekillendirdiğini merak ediyorum.

Ayçıl Yeltan: Senaryoyu aslında oynayarak yazdım diyebilirim. Hikayeyi anlatış biçimini baştan beri bildiğim için bu, yazım sürecinde bana büyük bir yön verdi. Özellikle oyuncularla, daha da önemlisi çocuk oyuncularla çalışırken, aynı zamanda eğitimci kimliğim devreye girdi. Oyunculuk eğitimi verdiğim için, bu süreçte edindiğim deneyimler benim için çok değerliydi ve anlatımı şekillendirmemde önemli bir rol oynadı.

Berna Balkaya: Fidan filmi kişisel bir hikaye gibi birazcık ama toplumsal bir tarafa da dayanıyor. Çıkış noktası neydi? Yani toplumsal olaylardan mı feyz alındı?

Ayçıl Yeltan: Aslında belirgin bir toplumsal olay ya da benim kişisel bir deneyimimden yola çıkmadı. Genel anlamda, bir kız çocuğu için eğitimin önemini vurgulayan bir hikaye anlatmak istiyordum. Birey olma yolunda bir kız çocuğunun çıktığı yolculukta, eğitimin ne kadar kritik bir rol oynadığını göstermek benim için önemliydi. Çıkış noktası tam olarak buydu. Sonrasında ise duyduğum hikayeler, ailemizden gelen bazı anılar ve karakterler yavaş yavaş hikayeye dahil olmaya başladı. Ancak bu kesinlikle kişisel bir deneyim ya da tanıdığım birinin başından geçen bir olay değil. Daha çok birçok farklı hikayenin birleşimi diyebilirim.

Gamze Çakan: Ayça Hanım, sizin filme nasıl dahil oldunuz?

Ayça Bingöl: Ben filme en başından beri dahildim. Ayçıl senaryoyu yazarken zaten beni beni düşünerek yazmış.

Ayçıl Yeltan: Evet, karakter tam olarak oydu.

Ayça Bingöl: Evet, zaten “Ben yazdım, şu gün çekiyoruz” diyerek beni filme dahil etti. (Gülerek) Teklif etmeye mecbur kaldı. 

Ayçıl Yeltan: (Gülerek) Estağfurullah, mecbur kalmadım.

Ayça Bingöl: Hayır, ama onun bir senaryo yazdığını zaten biliyordum. Bu arada pandemi buna vesile oldu diyebiliriz. Bence pandeminin, bu senaryoyu yazmasındaki en önemli pozitif etkisi, ona böyle bir kapanıp yazma süreci sağlamasıydı. Zaten o filmde olacaktım. Filmin en başından beri hem fiziksel olarak hem de duygusal olarak içindeydim. Ayrıca hayatımızdaki mesleki yolculukta da birbirimize yoldaşızdır, hep yan yanayızdır.

Ayçıl Yeltan: Ama senaryoyu okuduğunda beğenmesi benim için çok büyük bir artı oldu. Tabii ki arkadaşım olduğu için “Tamam, oynarım” diyebilirdi ama severek ve isteyerek dahil olması benim için çok daha anlamlıydı.

Berna Balkaya: Filmde Nesrin büyük bir fedakarlık gösteriyor aslında. Bir yandan izlerken şunu görüyoruz: O da aynı acıyı yaşıyor olmasına rağmen, sanki onu atlatmış gibi sürece dahil olup çocuklarla daha farklı bir iletişim kuruyor. Bu, role çalışırken size nasıl hissettirdi?

Ayça Bingöl: Bu, aslında bizim toplumumuzda kadınların sırtına yüklenen ve bir noktada o baskıyla zaten böyle olması gerektiği düşünülen bir varoluş biçimi. “Kadın güçlüdür, kadın her şeyi halleder” mottosundan çıkan bir durum bu. Nesrin de bu anlayışla şekillenmiş bir karakter. Filmde anlattığımız her şey de onu bu yönde besliyor. Nesrin, bir yandan kendi içinde, derinlerinde acısını taşıyor ve belki de kendi hayatında gerçekleştiremediği rüyalarını bir kenara koyup başka birileri için hayatından vazgeçen kadınlardan biri oluyor. Çevremizde böyle çok kadın var, değil mi? Ama Nesrin’i farklı kılan şu: Bir kız çocuğunun var olması için ona destek oluyor.

Berna Balkaya: Acaba biraz kendi hikayesinden de kaynaklanıyor olabilir mi bu durum?

Ayça Bingöl: Evet. Zaten yaşayamadığımız, yapamadığımız şeyleri çocuklarımızın yapmasını isteriz. Bizden sonraki jenerasyona olabildiğince destek olmaya çalışırız. Kendi hayatımızda gösteremediğimiz gücü, bazen başka birinin hayatına destek olarak gösteririz. Nesrin’de de böyle bir durum var. Bir anlamda kendi hayatını temize çekmek diyebiliriz buna.

Gamze Çakan: Göksel Hanım, tekrardan tebrik ederim. 60. sanat yılınız kutlu olsun. Ayçıl Hanım’la çalışmak nasıldı? Siz projeye hangi aşamada dahil oldunuz?

Göksel Kortay: Çok güzeldi, çok keyifliydi. Hep öyle denir ama öyleydi. Özellikle bir şey söylemek istiyorum: Bence bu film bir yere kadar Ayçıl’ı anlatıyor. Ayçıl kim? Ben en başından beri böyle düşündüm. Ayçıl, eğitimini almış ama büyük bir azimle rüyalarının ve hedeflerinin peşinden gitmek için, dilini bilmediği bir ülkeye birdenbire…

Ayça Bingöl: Bir bavulla.

Göksel Kortay: Evet, bir bavulla kendini attı. O zaman dedim ki, “Ayçıl, ne yapıyorsun? Dili bilmiyorsun, paran var mı?” Yok. “Orada nasıl geçineceksin?” Ama gitti. “Gidiyorum, Göksel Abla,” dedi ve gitti. İşte o Ayçıl ve onun gibi kadınlar, çok önemli. Şimdi buradaki Fidan da öyle olacak. O kadınlar, vazgeçmeden, pes etmeden, mücadele ederek, uğraşarak, ter dökerek, çoğunlukla acı ve zorluklarla dolu bir süreçten geçerek emellerine ulaşan kadınlar. Üstelik kimseden yardım almadan, hep dimdik durarak başaran kadınlar. Biz o kadınları istiyoruz. Ve benim için Ayçıl, bunun yürüyen bir örneği. Gitti, yıllarca mücadele etti, dil öğrendi, orada ekstra eğitim aldı, uğraştı, çabaladı ve sonunda pes etmedi. Hep dimdik durdu ve kendi başına başardı. Bu yüzden benim için çok önemli bir kadın. Ayçıl’ı hep bu çerçevede gördüm. Fidan’ı da ilk günden beri çok sevgili arkadaşımda gördüm. İşte maksat, o Ayçıl’ların, o Fidan’ların çoğalması. Hep bunu hissediyorum.

Berna Balkaya: Aslında sizin rolünüz de biraz Ayça Hanım’ın ki gibi. Bir taraftan oğlunuzun büyük bir acıyla baş etmesini izliyorsunuz ama diğer taraftan çocuklara bakılması gerektiğini düşünüyorsunuz. Hem annelik yapmaya çalışmak hem de o acıyı aslında siz de yaşamak istiyorsunuzdur büyük ihtimalle. Ama yaşayamıyorsunuz.

Göksel Kortay: Benimki normal, her Anadolu kadını gibi. Üstlendiği görevi çevirip bir şeyler yapmaya çalışan, ortalığı sütliman etmeye uğraşan klasik, tipik bir Anadolu kadını, bir babaanne. Yani onu anlamaya çalışmak gerekiyor; bazen kızarak, bazen severek.

Gamze Çakan: Filmdeki duygusal derinliği yakalamak için oyuncularla iletişiminiz nasıldı? Ayça Hanım’la olan iletişiminizi biliyoruz. Leyla Cabas ile Alican Ulusoy’la nasıl bir diyaloğunuz oldu?

Ayçıl Yeltan: Şimdi ben bu anlamda kendimi çok şanslı hissediyorum. İlk uzun metrajında bu kadar profesyonel oyuncuyla çalışan çok az yönetmen arkadaşım var. Bu şansım, oyunculuktan gelmemden kaynaklanıyor. Yani arkadaşlarım olduğu için böyle oldu. Keza işte Göksel Abla ile yıllarca sahneye çıktık, Ayça’yla, Gürkan’la. Ayça ve Gürkan zaten sınıf arkadaşım. Biz hepimiz sınıf arkadaşıyız. Oyunculuklarını çok iyi bildiğim ve zaten rolü kendilerine yazdığım insanlar. En büyük mücadelem aslında çocuklarla nasıl olacak, nasıl ilerleyecek diye düşündüğüm kısımdı. Çünkü ilk uzun metrajımdı. Alican sonradan katıldı. Tanımadığım tek oyuncu oydu, çocuklar dışında. Ama Alican da çok iyi bir oyuncu. Duygusal anlamda bir zorluk yaşamadım diyebilirim. Ama hep şöyle bir şey oldu; hep konuşarak, anlatarak ilerledik. Gerçekten çok şanslıyım. Profesyonel oyuncularla çalışmak çok başka bir şey. Leb demeden leblebiyi anlamaları işimi çok kolaylaştırdı. Birlikte uzun zaman çalıştığımız için mesela, “Daha çok şöyle yaparsın, oradan git,” demem yeterli oluyordu. O açıdan şanslıyım. Çocuklarla ilgili tabii bazı zorluklar oldu. İlk tecrübeleri, mesela beş yaşında bir çocuğun set ortamını anlaması. Bir de pandemide büyümüş bir çocuk, tamamen izole bir şekilde. Bu yüzden bazı zorluklar yaşadık ama onları çok doğal karşılıyorum. Eğitimimle birazcık da olsa bu zorlukları aşmaya çalıştım.

Berna Balkaya: Bir nevi oyuncu koçluğu da yapmışsınız aslında.

Ayçıl Yeltan: Evet, bir anda öyle oldu gibi. Çok güzel bir denge sağladığımızı düşünüyorum. Herkes işine gerektiği gibi sarıldığında, herkes kendi üzerine düşeni doğru şekilde yapınca, ortaya çok daha güzel bir şey çıkıyor. Ben bunu yaşadım ve bunun keyfini çıkardım.

Gamze Çakan: Film çekimleri sırasında zorlandığınız anlar oldu mu? Sizin açınızdan nasıl geçti çekimler? Demirciköy’de çekildi sanırım?

Ayçıl Yeltan: Evet, pek belli olmuyor ama aslında İstanbul’da çektik. Yazarken bir yer düşünerek yazmadım. Mekansız bir filmdi. Nerede olursa olsun çekecektik. Hatta çok fazla mekan düşündük; Ege’de mi çekelim, orada mı, burada mı? Sonra bir arkadaşım beni bir yere götürdü, “Burası nasıl?” dedi. Evin olduğu yerdi ve ben dedim ki, “Kesin burada olmalı.” Ama çok zor oldu orası.

Ayça Bingöl: Zor bir mekandı, yani mekan zordu.

Ayçıl Yeltan: Mekanı elde etmek de çok zordu. Bekledim o mekanı. Onaylanması 8 ay sürdü. Çok zor bir süreçti ama o mekanı istedim. Tutturdum, “Burası olacak,” dedim.

Gamze Çakan: Ama gerçekten ev de filmde bir karakter gibiydi.

Ayçıl Yeltan: Orayı görünce zaten filmin içinde yaşıyormuş gibi oldum. Hani hissedersiniz ya… “Burası,” dedim ve oldu. Sabırla bekledim. Araya insanlar sokuldu falan.

Gamze Çakan: Azimli olduğunuzu Göksel Hanım da söylemişti.

Göksel Kortay: Azimle ama tatlı tatlı. “Bu böyle olacak,” demiyor, “Onu öyle yapsak acaba?” diye düşünüyor, “Ne güzel olur.” Hep güler yüzlü, sinirini, asabiyetini hiç göstermedi.

Berna Balkaya: Güler yüzlü olmanız çalışma ortamını da etkilemiştir.

Göksel Kortay: Yani, yansıtmıyor bize. 

Ayçıl Yeltan: (Gülerek) Bana sorsanız içimde fırtınalar kopuyor. Hani, “İnşallah öyledir,” diyorum. Zaman zaman delirmiş olabilirim.

Göksel Kortay: Tabii, şey diyoruz, hissediyoruz. “Eyvah, Ayçıl sinirlendi,” gibisinden ama bize hiç yansıtmamaya çalıştı. Hep sakin kaldı.

Ayçıl Yeltan: Zaten bütün setler gergindir. Zamanla yarışıyorsunuz. Ama bence önemli olan, bir yönetmenin, her şeye hakim olan birinin herkese güvendiğini hissettirmesi. Benim için en önemli olan buydu. Yani sinirli olduğumu anlasalar bile onlara güvendiğimi, baştan koyduğumu düşünüyorum aslında.

Göksel Kortay: İşte o yüzden herhalde biz de sana güvendik. Ben kendi adıma söyleyeyim, ben çok güvendim Ayçıl’a. İçinde ne olursa olsun, genelde itiraz ederim, “Ama bu böyle olmaz,” derim. Ama ona güvendim, kendimi bıraktım.

Ayçıl Yeltan: O çok önemli bir şey, oyuncuların teslim olması.

Gamze Çakan: Bir de Nesrin’le Fidan arasında bayağı güçlü bir ilişki var ve bu hikayenin aslında merkezinde. Leyla’yla nasıl bir işbirliği içindeydiniz? Ya da kamera arkasında nasıl bir süreçti?

Ayçıl Yeltan: Leyla’nın ilk kamera tecrübesi. İlk oyunculuk deneyimi ve bir uzun metraj filmde oynuyor. Ama çok enteresan bir durum. Az önce de bahsettim, Leyla’nın yaradılışında bir kamera sevgisi var. Bu tamamen doğuştan gelen bir şey. Yüzündeki ifade, gözlerindeki ışık, bakışındaki derinlik ve duruşuyla bence zaten Fidan’ı yansıtıyordu. Biz de onunla, tıpkı öyle iletişim kurduk. O durdu, ben de durdum ve karşılıklı durarak çok doğal bir iletişim sağladık.  

Gamze Çakan: Konuşmadan söylenenlerle.  

Ayça Bingöl: Evet, konuşmadan söylenen şeylerle. O yüzden mesela Leyla ile hiç prova yapmadık. Sahneyi çekerken onun gözlerinin içine baktım. O an çok gerçekti ve bence çok işimize yaradı. O anlar filme çok hizmet etti.  

Ayçıl Yeltan: Zaten o konuda hiç şüphem yoktu. Leyla’yı bu kadar donanımlı oyuncularla çevrelemenin, ona güven vereceğini biliyordum.  

Ayça Bingöl: Setlerde bazen tecrübesiz genç oyuncularda içe kapanma, telaş, gerginlik olabiliyor, bu çok anlaşılabilir bir şey. Ama bence Leyla, yapısal olarak kendine güvenen, özgüvenli bir çocuk. Ne yaptığını bilen biri.  

Göksel Kortay: Akıllı, iyi yetişmiş.  

Ayça Bingöl: Evet, iyi yetiştirilmiş. Bunlar gerçekten çok önemli.  

Ayçıl Yeltan: Bir de çok severek yaptı işini. Bu çok önemli bence. Çok severek, hevesle geldi. Hatta şöyle söyleyeyim, çocuklarla çalışma saatlerimiz yetişkinlerden farklıdır. Onun erken gitmesi gerekiyor. Bir sahnemizde çok iyi hatırlıyorum, gece sahnesi ve çekim saatinin bitmesine çok az kalmıştı. Geldi, kulağıma “Ailem yarım saat daha izin veriyor,” dedi. Bu, çok değerli bir şey. O yaşta bir çocuğun bu kadar istekli olması, durumu kavrayıp annesinden izin alması çok kıymetliydi.  

Berna Balkaya: Yani aslında burada olmadığı için bu süreci size sorabiliriz. O senaryoyu okuduğunda nasıl bir çalışma yöntemi benimsedi, nasıl hazırlandı?  

Ayçıl Yeltan: Leyla’yı hiç zorlamadım. Onun çalışması gereken bir şey varmış gibi davranmadım. Çünkü bunu sevmesini çok istiyordum. Heyecanla beklemesini, ne olacağını bilmemesini istiyordum. O yüzden çalışma sürecimiz hep sohbetle geçti. Fidan’la, yani karakterle ilgili sohbetler yaptık. Diğer karakterlerin nasıl olduğunu düşündüğüyle ilgili sohbet ettik. Leyla’ya “Şöyle yap, böyle yap,” demedim hiç. Çekimlerde de önce onun ne yaptığını görmek istedim. Çünkü doğallığı yakalamak istiyordum. Tabii ki bazı yerlerde üzerine koymam gereken şeyler oldu ama çok iyi bir dinleyiciydi. Mesela filmde Leyla’nın diyaloğu yok, hareketler zinciri var. Bir şeyler yapıyordu, “Bunun üzerine bir şey ekleyelim, şurada şunu yapsak nasıl olur?” diye önerilerde bulundum ve hiçbirini unutmadan tek tek yaptı. Beni şaşırtıyordu. Gerçekten çok güzel bir çalışma oldu.  

Berna Balkaya: Göksel Hanım, peki sizin set arkasında çocuklarla iletişiminiz nasıldı?  

Göksel Kortay: Leyla çok şeker, çok efendi bir kız. Yolu açık olsun inşallah. Gerçekten çok sevimli. Ama küçük çocuk beni biraz gerdi.  

(Gülüşmeler)  

Ayçıl Yeltan: Onun çok sahnesi vardı.  

Göksel Kortay: Sahnenin ortasında, çekim tam yapılırken, “Sıkıldım, bırakıyorum,” diyor, gidiyor.  

Ayçıl Yeltan: Ama 5 yaşındaki bir çocuk için bu çok normal.  

Göksel Kortay: “Oyuncak oynayacağım, sonra geleceğim,” diyor. Biz bekliyoruz.  

Ayçıl Yeltan: Öyle bir süreç yaşadık tabii, ama bu çok olağan bir durum. Ben zaten tahmin ediyordum.  

Göksel Kortay: O durumu tolere ediyordu, ama ben biraz sıkıldım doğrusu. Ancak şimdi filmde görünce, o ruh halinin filme yansımadığını fark ettim.  

Ayçıl Yeltan: Ben filmde beğeneceğini söylemiştim. Küçük bir çocuğu, o durumun içinde hissettirmek çok zor bir şey. Ayrıca bazı şeyleri söyleyemiyoruz, mesela “Anne ölüyor,” gibi bir şey diyemiyorduk, durumu ona anlatamıyorduk. O yaşta bir çocuğa bunu söyleyemeyiz. Zaten setimizde pedagogumuz vardı, ona danışarak ilerliyorduk.

Gamze Çakan: Son bir soru sorayım. Fidan’ın eğitim hayali bir yanda, ailesine olan bağlılığı diğer yanda. Aslında bu, Türkiye’de hepimizin karşılaştığı bir ikilem. Türkiye’deki aile yapısı ya da toplumun özellikle kız çocuklarından beklentisi hikayeyi nasıl etkiledi?

Ayçıl Yeltan: Ben de bu ülkede doğdum, büyüdüm. Hatta taşrada doğmuş biriyim. Büyük şehre gelip yavaş yavaş sanatla ilgilenmeye başladım, daha sonra hayatım farklı yönlere evrildi. Bizim gerçeğimiz bu. Yani 13 yaşında olsanız da, 63 yaşında olsanız da değişmez. Bizim topraklarımızda, ülkemizde sorumluluk hep kadınların omuzlarındadır. Yani iki iki daha dört eder kadar net bir şey bu benim için. Erkekler hep kadınlara yaslanır; başaramadıklarında da yaslanırlar, başardıkları zamanda da yaslanırlar. Kadının rolü her zaman büyüktür. Aslında ailenin reisi de hep kadındır. Erkekler lidermiş gibi gözükür ama bizde aslında kadınlar taşır her şeyi. Ben de bu toplumda büyüyen, bu topraklarda yetişen bir kız çocuğuyum. Mutlaka etkileri olmuştur. Ve anlatmak istediğim de tam olarak buydu zaten: Kadınlara artık destek verin. Bizler de biraz rahat edelim. Her şey hep bizim omuzlarımızda olmasın. Bu yükü paylaşın ve bize yardım edin. Mesela ben şunu düşünüyorum: Filmde Fidan 13 yaşında, ama aslında şu anda tüm dünyada kadınların 13 yaşında olduğu bir dönemi yaşıyoruz. Biz de bir şeyleri kırmaya çalışıyoruz. Yani hepimiz, tüm dünya kadınları olarak genç kızlığa adım atıyoruz,.

Göksel Kortay: Aslında Fidan’ın hikayesi, hemen hemen hepimizin başına gelmiştir. Yani eğitimi engellemek değil, ama meslek seçiminde “bunu oku, şunu yapma” gibi engellerle karşılaşmak.

Ayça Bingöl: Ben gizlice konservatuvar okumuş biriyim.

Göksel Kortay: Ben de okulumu o engelleri aşarak bitirdim. Ama sonuçta, babam Amerika’da eğitim görmek istediğimi ve tiyatrocu olmak, oyuncu olmak istediğimi söylediğimde evde kıyamet koptu. Ne demek, duyulmamış bir şey bu yaşta. Üstelik benim oyunculuğa merakım babam yüzündendir, çünkü beni 5 yaşından itibaren çocuk tiyatrosuna götürdü. O yüzden tiyatroyu sevmişimdir. Ama oyuncu olacağım deyince kıyamet koptu. Aynı engellerden geçtim.

Ayçıl Yeltan: Yani bu durum ya da benzerleri bir şekilde herkesin hayatında var. Hepimizin hayatında var.

Göksel Kortay: Meslek seçiminde var, eş seçiminde var. Yani illa ki bir engel çıkıyor, ailemizin beklentileri oluyor. Hepimiz bir noktada Fidan’ın yaşadığını yaşamışızdır.

Gamze Çakan – Berna Balkaya: Çok teşekkür ederiz hepinize.

Ayçıl Yeltan: Bir teşekkür ederiz.

Yorum Yapın

Bunlar da İlginizi Çekebilir