Bir Asghar Farhadi Filmi ve Kadın Olmak Üzerine
Toplumsal hayat Bourdieu’cu tabirle bir oyun alanları bütünüdür. Girdiğimiz pek çok oyun alanında çeşitli rollere bürünürüz ancak ‘rol yapıyor’ da değilizdir çünkü büründüğümüz her bir rol zaten içselleştirmiş olduğumuz bir parçamızdır. Bazen anne oluruz, bazen ‘kadın şoför, kadın yazar, kadın sunucu, kadın öğrenci.’
Pek çok rolümüz vardır aynı anda taşıdığımız içimizde ama bambaşka kişilikler gibi ayrıdır bunlar birbirinden. Her birinin sınırı bellidir, her bir rolün sergileneceği sahne ayrıdır ancak tüm rollerde bazı ortak noktalar da vardır; kadınsan, oyun alanlarında hangi rolü oynaman gerekirse gereksin öncelikle kadınsındır. ‘Kadın’ olmak rolü diğer tüm rollerini keskin sınırlarla belirler.
Kadın öğrenci olmak, öğrenci olmak değildir artık. Çalışan kadın olmak sadece çalışan olmaktan çok farklı deneyimleri, zorlukları, süreçleri beraberinde getirir. Gece yalnız başına sokakta yürümek bile kadın olduğun zaman başka bir maceradır, ona salt yürümek eylemi diyemezsin. Hissettiğin korkular, tüm yol boyunca sana eşlik ederken, yanında yalnızlığın ve gerginliğin dışında hiçbir şey yok sanırken aslında hiç de yalnız değilsindir; ‘kadın olmak’ rolün ve onun üzerine inşa edilmiş tüm toplumsal normlar, seninledir.
İranlı bağımsız yönetmen Asghar Farhadi
İranlı bağımsız yönetmen Asghar Farhadi’nin ‘Elly Hakkında’ (‘About Elly’) filmini izlerken tam da bu düşünceler geçti aklımdan. Kabul etmek gerekir ki; Asghar Farhadi bize bir kadın filmi sunmamış veya toplumsaal cinsiyet üzerine bir eser çizmemiş ancak sanat, çoğu zaman yaratıcısının tahayyül yetisini de aşar ve ondan bile bağımsız bir anlama dönüşür.
Zaten sanat bu yüzden en aşkın alan değil midir? Filmde, bir tatil serüvenini izliyoruz aslında. Almanya’dan kısa bir süre önce dönen Ahmad, çocuklu çiftler olan arkadaşları ile bir tatil planına dahil olur. Arkadaşlarından biri olan Sepideh, bu küçük tatile Ahmad gibi yalnız olan Elly isimli bir başka arkadaşını da davet eder, amacı bu ikisini yakınlaştırmaktır.
Elly, fazlasıyla sessiz kendi halinde hoş bir kadındır ve kısa zamanda Ahmad’in dikkatini çeker, diğerleri de sürekli bu ikiliye takılır ve keyifli bir zaman geçirirler. Ancak Elly, tüm bunlardan rahatsız görünür, tatilin 2.gününde evine dönmek ister, ailesinin daha fazla kalmasına izin vermeyeceğini söyleyerek dönmeye çalışır ancak Sepideh ona engel olur ve çocukça bir hareketle Elly’nin çantasını ve telefonunu saklar. Ancak yine de Elly’yi durduramaz, Elly bir anda kaybolur ve bundan sonrası tam bir muammadır; Elly nerededir?
Asghar Farhadi
Elly’nin kayboluşunu yetişkinlerin beyaz yalanlarını bir bir açığa çıkartarak aydınlatmaya çalışıyor, hatta bu yalanlara öyle odaklanıyor ki birden olay; Elly’nin bulunma macerası olmaktan çıkıp, birbirine bu derece yakın olan insanların aslında birbirini hiç tanımadıkları yönleri üzerine çevriliyor.
Peki, ben bu filmin neresinde ‘kadın olmak’ rolünü sorguluyorum? İlerleyen sahnelerde Sepideh’in diğerleriyle yüzleştiğini görüyoruz, Elly’nin nişanlı olduğunu ancak adamdan ayrılamadığını itiraf ediyor Sepideh.
Buraya onu kafasını dağıtmak ve Ahmad’la tanıştırmak için çağırdığını söylüyor. Bu sözlerin doğruluğunu, Elly’yi aramak için peşine düşen ve tatil evlerine kadar gelen nişanlısını görünce anlıyoruz. Adam, Elly’nin bekar bir erkeğin de dahil olduğu bir tatile gelmesini, üstelik onunla gönül ilişkisi kızgınlıkla karşılarken bir yandan da Elly’ye ayırdığı zaman ve sevgisi için üzülüyor.
Tüm bunlar olurken Elly nerede? İşte benim anlatmak istediğim yer, tam da burası. Elly yok. Elly başından beri yoktu aslında. Sepideh, Elly’yi binbir türlü ikna ile davet ettiğinde, onun nişanlı olmasını sır gibi sakladığında zaten hem onun söz hakkını yok saymış hem de nişanlısından ayrılmak isteyip de ayrılamaması durumunu Elly’nin suçu gibi, gizlenmesi gereken bir günah gibi meşru kılmıştı.
Oysa, Elly bunu söylese ne olurdu?
Birinden ayrılmak isteyip de ayrılamıyor hatta tabiri caizse kurtulamıyor olmak, kimin suçuydu? Bunun yanı sıra bu travmayı daha aşamamışken, bir başka erkekle yakıştırılmak, onunla ilişki kurmaya teşvik edilmek de bir tür zorbalık değil miydi? Yine Elly’ye söz hakkı verilmemiş, yine yok sayılmıştı. Nişanlı olduğu ortaya çıktıktan sonra, “hem nişanlı hem de Ahmad’la görüşüyor öyle mi!” diye suçlanması da işin cabasıydı.
Peki ya, -kurtulamadığı- nişanlısının hakaretleri, kızgınlığı? Neden kimse ona tepki göstermemiş, bir kadınla zorla birlikte olamayacağını anlatmamıştı? Elly kayboldu ama tatilin 2.günü birden bire değil, Elly aslında hiç var olmamışçasına yok olmuştu. Açık uçlu biten film, Elly’nin kayboluşuna ışık tutmuyor, son sözü seyirciye bırakıyor.
Elly nasıl kayboldu
Elly nasıl kayboldu sorusunun cevabını filmi izledikten sonra belki siz verebilirsiniz. Ben bu soruyla pek ilgilenmiyorum çünkü ben şunu gördüm, Elly aslında hiç var olmadı. Filmden çarpıcı bir sahne ile demek istediğim şeyi netleştirmek istiyorum; polis memuru kayıp şahsın adını sorduğunda “Elly” derler. Oysa Elly, bir isim değil, bir isim kısaltmasıdır.
Mesela “Nesli” gibi. Neslihan mı yoksa Neslican mı? Polis buna benzer bir soru yönelttiğinde, Sepideh dahil kimsenin kadının gerçek ismini bilmediği ortaya çıkar.
Bu sahne bence çok vurucudur çünkü söz hakkı olmadığı gibi Elly’nin bir adı bile yoktur.
O hiç var olmamıştır. Varlığının önünde hep ‘kadın olmak’ rolü vardır ve bu rol, çoğu toplumunda altından öyle kolay kalkılabilecek bir rol değildir.
Filmde, Elly çoğu kez sadece susan sessiz sakin bir insandı ama toplumun onun varlığı üzerine inşa ettiği tüm normlar, sonunda onu yok oluşa götürdü ve bundan sonra bile suçlanmaya devam etti.
Asghar Farhadi’nin anlatmaya çalıştığı şeyin bu olduğunu sanmıyorum ancak benim gördüğüm şey, tam olarak buydu. İranlı kadın yazar Shahrzad Mojab, feminizmin batılı kadınlar için akademik alandaki bir uğraş, entelektüeliteye dayalı bir disiplin olduğunu, oysa doğulu kadınlar için yani bizim için feminizmin yaşam mücadelesinin ta kendisi olduğunu söylüyor.
O zaman, biz bu mücadelede ‘kadın olmak’ rolüne yüklenen tüm olumsuz normlarla mücadele etmeye devam etmeliyiz. Ötekilerin değil, kendimizin belirlediği kimliklerle, kendimiz olarak kutladığımız nice 8 Mart’lara!