Geçtiğimiz haftalarda, Tim Miller ve David Fincher ikilisinin birleşiminden oluşturulan animasyon antolojisinin sekiz bölümlük ikinci sezonu, Netflix’te izleyicisiyle buluştu. İlk sezonda bizleri inanılmaz bir tatmin seviyesine çıkarttıktan sonra, ikinci sezonu heyecanla bekliyorduk ki izleyince pek de karşılığı olmadığını gördük diyebilirim. Diziyi bitirdikten sonra birinci sezon için yazdığım yazıyı tekrar okumaya karar verdim. Okumayanlar için link aşağda.
İlk sezonda bahsettiklerimin birçoğunu maalesef ki ikinci sezon için sarf edemeyeceğim. Tabii ki yine teknolojinin üzerimizdeki etkilerinin distopik evrenlere ayrıştırılması ve her defasında insanlığımızın neresinde olduğumuzu bize sorgulatma kısımlarına diyecek lafım yok. Ama biraz tekrara ve sıradanlığa mı düştünüz acaba bu sezonda demeden de geçemiyorum. O halde bölümlere biraz daha yakından bakmaya başlayabiliriz. Dizinin ikinci sezonunu henüz izlemediyseniz spoiler ile karşılaşabilirsiniz.
Bölüm 1: “Automated Customer Service”
Sunset isimli bir şehirde kendimizi buluyoruz. Şehir biraz böyle çöllerin arasına yerleştirilmiş gibi fakat teknolojisi ve düzeniyle insanları kendine hayran bırakabilecek de bir yapıya sahip. İnsanların ve AI teknolojilerin artık tamamen iç içe geçtiği, hatta o kadar iç içe geçtiği ki birbirleriyle anlaşmazlığa bile girebilecekleri bir şehir burası. Evi temizleyen robotlar günümüzde bile artık çok sıradanken orada her şeyin bir robotu ve dolayısıyla da kendine ait özel bir alanı var aslında. Ya da olsunlar istiyorlar! Nasıl mı? Şöyle; köpeğiyle birlikte yaşayan yaşlı bir kadın Vacuubot isimli bir robotun kullanıcısı. Belli ki uzun zamandır da bu robota sahip. Hatta evde bir çerçevenin yerini değiştirdiğinde bile robotla zıtlaşabilecek kadar. Bir gün yine böyle bir şey oluyor ve robotu yeniden başlatmaya çalışırken, robot birden onu ve köpeğini tehdit olarak algılayıp tüm evi kitleyip ikisini yok etmeye çalışıyor. Teknolojiye farkında olmadan bağlı olduğumuzu artık hepimiz biliyoruz, evde bir wifi olmasın bakın neler oluyor. Üzerine bir de robotonuzun belki – bozularak, belki artık teknoloji seviyesinden – sizi ihlal etmeye çalışması, gelecek de çok da uzak bir senaryo değil ha? İnsan icadı bir şeyin insanı ortadan kaldırabilme ihtimali artık çok da uzak değil. Senaryosu sıradan gibi gözükse de anlatımdaki mizahi duygudan dolayı; 7/10.
Bölüm 2: “Ice”
Dünyaya ait olmayan bir yerdeyiz, dünyadan belki de kaç X ışık hızıyla uzak bir alan. Burada Hasatçılar var işçiler var ve yabancılar var. Onlara modifiye olmayanlar diyorlar. Ve bir ailenin içinde de herkes modifiyeli değil. Sedgewick de bunlardan biridir ve bu konuda ciddi bir yalnızlık çekmektedir. Modifiye olan kardeşinin ortamlarına girememekte, sokakta yürüdüğü zaman modifiye değil diye dışlanmaktadır. Kısacası akran zorbalığına uğrayan ve ötekileştirilen bir gençten pek de bir farkı yoktur. Sedgewick bir gün küçük kardeşine eşlik edeceğini, çok tehlikeli olsa bile bunu yapacağını söyler ve onu ikna eder. Kardeşi Fletcher ile birlikte, kardeşinin arkadaşlarıyla bir maceraya katılır ve orada modifiye olmadığı için ciddi bir ölüm tehlikesi ile karşı karşıya olması beklenirken, o modifiye kardeşi Fletcher’ın hayatını – sıradan bir varlık olmasına rağmen– kurtarır. Buraya kadar her şey aslına bakarsanız oldukça sıradan. Modifiyeyi burada bir metafor olarak kabul ettiğiniz dünyada, hikayenin hiçbir farklılığı kalmıyor. İnsana “Ee insanın olduğu her yerde bu ayrım olacak arkadaş, bunu zaten biliyorduk. Ne oldu ki şimdi burada?” dedirtiyor. Fakat el çizimi animasyonlara, kullanılan ışık tekniklerine baktığınızda ve işler biraz daha güzelleşiyor. Fakat yine de beni çok tatmin ettiğini söyleyemeyeceğim; 6/10.
Bölüm 3: “Pop Squad”
Sezonun sanırım en sevdiğim bölümlerinden biri olan Pop Squad isimli bölümde, nüfusun kontrol edildiği bir evrene yakından bakıyoruz. Briggs isimli karakter, nüfus kontrol biriminin başında ve çocuk sahibi olan aileleri yok etmekle görevli. Öyle bir evren ki burası, çocuk yapmamayı kabul etmeniz şartıyla, bulutların üzerinde ölümsüzlüğe kavuşacak bir şehre yerleşebiliyorsunuz. Orada her şey harika, partiler, 20 sene boyunca alınan şan dersleri sonunda hala gencecik kalıp sahnelere çıkmalar, seks, alkol ve dahası. Ama bulutların altı, berbat bir vaziyette ve orada gizlice çocuk sahibi olanlar korku içinde yaşıyor. Sadece çocuk sahibi olmak gibi bir niyetleri de yok üstelik, ölümsüz olacak kadar kendilerini ya da formlarını kutsallaştırmıyorlar o kadar! Fakat Briggs, artık bu ölümsüzlükten mutlu değil. Her gün bir sürü ailenin yaşamına son veren kişi olmanın Briggs üzerindeki etkisi büyük ve o da artık bunu sorgulamaya ve dur demeye niyetli; 8/10.
Bölüm 4: “Snow in the Desert”
Gerçekten bölüm yapmak için bölüm yapmışsınız diye düşüneceğim ama elbet kaçırdığım bir şeyler vardır, benim de ne haddime deyip sustuğum bir bölümle karşı karşıyayız. Snow DNA’sındaki madde dolayısıyla da yenilenebilen hücrelere sahip olan ve bu sebeple de yüzyıllardır yaşayan biridir. Bu sebeple de onun DNA’sındaki hücrelere sahip olarak ölümsüzlüğü elde etmek isteyen avcılar peşindedir. Avcılar neredeyse amaçlarına ulaşacakken, Hirald adlı kadın Snow’un hayatını kurtarır ve mutlu mesut hayatlarına devam etmeye yakın, bölüm sonlanır. Yeniden canlanıp ölümsüzlükle ilgili yazıp çizilecek başka bir şey kalmadı mı gerçekten pek bilemedim doğrusu; 5/10.
Bölüm 5: “The Tall Gras”
Neden var dediğim ama sonlarına doğru fena da olmamış dediğim bir bölüm beşinci bölüm. Tren yolculuğunda gazetesini okuyan, muhtemelen trende sanırım sadece o var dediğimiz karakterimizle giriyoruz evrene. Tren birden duruyor ve görevli gelip adamımıza, ”burada biraz bekleyeceğiz ama çok uzaklaşmayın, sadece 2 kere sesleneceğim size” diyor. Adamımız sigara içmeye vakti olduğu için sevinirken, ki burasını çok sevdim çünkü o sigara molaları hem çok kısadır, hem de o kısa süre zarfında birçok şeyle de karşılaşabilir insan. Ve hepsini de o 2 dakika içerisinde çok merak edebilir. Karakterimizin merak duygusu da işte burada tetiklenir. Karşısında duran boyundan büyük otların arasında parlayan ışığı görmek isterken birden farklı formlara sahip şeylerin etrafını kaplamasıyla dehşete kapılır. Otların arasından trenin sesini duymasıyla ve görevlinin onu kurtarmasıyla neredeyse ölmekten kurtulur fakat aklında yine binlerce soru vardır. Merak duygusunu fena olmayan bir şekilde işlediğini söyleyebilirim ama yine de ‘eh’; 6/10.
Bölüm 6: “All Through the House”
Sezonun en kısa bölümlerinden biriydi. Fakat vermek istediği şeyi bence gayet tatlı vermiş. Bölümün oluşturulduğu kurgu yapısının farklılığı da aslında “Noel Baba gerçek mi değil mi?” nin ötesinde yer alıp Noel babayı bir araç olarak kullanarak, çocukların tarafından olaya bakıyor olması. İki küçük kardeş, odalarında yatarken, salonlarında bir ses duyarlar ve merakla Noel babanın onlar için ne bırakacağını görmek isterler. Fakat Noel Baba onların gözünde canlandırdığı, onlara kodlanan yapıdan çok uzaktadır. Salyalı, onları yese yer bir tip olarak görünen Noel Baba –ne babası bayağı canavar– figürü akıllıca bir eleştiri olmakla birlikte yine amacını gerçekleştiren de bir göreve sahiptir; hediyeleri ‘eğer uslu çocuklarsa’ dağıtmak. Gecenin sonunda korkudan bir hal olan çocukların akıllarında ise bir soru vardır “Peki ya uslu olmasaydık?”; 7/10
Bölüm 7: “Life Hutch”
İlk bölümde ev robotunun, sahibine saldırması durumunun bir benzerini bu bölümde görüyoruz. Tekrarlıyorum, bunun için bölüm yapmanıza gerek yoktu. Bir yandan da bu lafımı geri almak istiyorum çünkü çizimler, animasyonlar ve tüm evren yaratımı harika! Kafamı çok karıştırdınız. Neyse bu bölümde iki pilot oksijen seviyeleri azaldığı için Life Hutch diye bir yerden bakım robotu almaya çalışıyor. Fakat robot arızalanıyor –artık arıza mıdır bu yoksa hür irade midir şüpheliyim– ve pilota saldırmaya başlıyor. İnsanın robota karşı gücünü ve çözüm üretme becerilerini izliyoruz fakat bunu neden izlediğimize dair elimizde hiçbir bilgi yok. Karakterlerin geçmişlerine dahil durumlarını bir iki cümle ile bölümün başında vermiş olsalardı belki kafamızda bir şeyler oturacaktı. Bu arka planı kendi hayal gücüme bırakırsam da çok standart kaçıyor çünkü evet ileride pilotların yine oksijen eksiklikleri olacak ve yine teknolojik denilen formlar arızalanabilir. Yani so what? 4/10
Bölüm 8: “The Drowned Giant”
Dizinin yaratıcıları da biz bu sezonu çok iyi yapmadık ama izleyicilerin akıllarında “Ay bu sezon harikaydı” diye kalması için ne yapabiliriz demişler ve sezonun en en en iyi bölümünü sona saklamışlar. Kıyıya vuran devasa bir devin hikayesini izlediğimiz bu bölüm, J.G. Ballard’ın öyküsünden uyarlanmış. O yüzden de ayakları yere basan bir hikaye karşımıza çıkıyor. Kasaba kıyıya vuran dev ile ilgili kasıp kavrulurken, herkes merakla devin üzerinde sanki bir turistlik alanmış ya da tüketilmeye mahkum bir formmuş gibi dolanırken, bilim insanı olan Steven, tüm bu olan biteni kendi gözlerinden ve iç sesinden aktarmaya başlıyor. Steven devin yanına bile yaklaşmaya cesaret edemezken, onu tüketen, reklam objesi haline getiren tüm insanlığı gördükçe aslında ne kadar küçük bir forma sahip olduğunu, dünyada ne kadar küçük bir yer kapladığını bir kere daha görmüş oluyor. İnsanın önce kendisine, sonra bulunduğu mekana, sonra çevresindekilere yabancılaşmasını bu kadar güzel verebildiği için evet bu bölümü çok sevdim; 8/10.