“Gerçeklikle yüzleşmek zordur, buna rağmen ondan kaçmayız. Çünkü gerçeklik yalnız olmadığımız tek yerdir.”
Jaron Zepel Lanier
The Matrix’den iki yıl ve Christopher Nolan’ın Inception’ından on üç yıl önce çekilen Alejandro Amenabar’ın 1997 yapımı Abre Los Ojos filmi, izolasyon temalarını ve gerçekliği tam olarak neyin oluşturduğunu araştırıyor. Abre Los Ojos, eğildiği konuları The Matrix ve Inception’da olduğu gibi saf bir kurgu ve teorilerle değil, bir “büyülü gerçekçilikle” anlatıyor. Zaman zaman odak karakterin narsistliği solipsist bir varoluşla Rene Descartes’in rüya ve gerçeklikle ilgili felsefesini anımsatıyor bize, zaman zaman da Jean Baudrillard’ın simülasyon teorisine götürüyor.
Yazının bu noktadan sonrası filmle ilgili ağır spoiler içermektedir.
Filmin odağındaki karakter, Eduardo Noriega’nın canlandırdığı Cesar’dır. Film, Cesar’ın geçirdiği bir kaza sonucu yüzü tanınmayacak bir hale gelmesiyle başlıyor. Birkaç olay dahilinde Cesar, insanları uyutarak yapay ve sunucuların dileğine göre dizayn edilmiş bir hayat vadeden programa katılıyor ve kaza ile ilgili olan her şeyin bir rüya olduğuna inandığı yeni bir hayata başlıyor.
Sanal dünyaya adımını atmadan önceki Cesar, kazadan öncesi ve sonrası olarak ikiye ayrılır. Bu nedenle kaza bir uyanıştır, çünkü karakterde hem eski hem de yeni fiziki benliğine karşı bir farkındalık gelişir. Fiziksel görünüşü değişen Cesar’da değişmeyen tek bir şey varsa o da istediği her şeyi elde ettiği mükemmel hayatında dahi bilinçaltında gizlenen daimi bir uyanış beklentisidir.
Cesar’ın bilinçaltı uyanış dürtüsü, insanın, insandan önce var olan ve ölümünden sonra da var olmaya devam edecek olan şeyleri gerçek olarak adlandırıp onlara kelepçelenme ihtiyacından doğar. Ancak bu sadece iyimser bir yaklaşım olur. Kelepçelenen ve ismi konulan gerçekliğin kişiden önce ve sonra değil, sadece o anlık ve kişi tarafından yaratılıyor olma ihtimali de gözden geçirilmelidir.
Cesar’ın yüzüne maskeyi yerleştirmesi filmdeki bir diğer farkındalık anıdır. Gerçeğini gizlemeye çalışmasıyla kabullenişe doğru giden kapı aralanır. Kabulleniş için maskenin altındaki yüzü tanımak şarttır. Uyanışı beklediğimiz sürece yaşama gücüne sahip oluşumuzu Cesar, asla uyanmayacağımız gerçeğiyle gizliyor maskesinin altında. O yüzle yaşayamazdı, çünkü bu gerçeğin ta kendisiydi ve utanç vericiydi:
Filmde gerçek ve rüyanın karakterde olduğu kadar izleyicide de karışması için ayna sahnelerine sıkça yer verilmiştir. Cesar’ın sanal dünyadayken bilinçaltını tetikleyen şey, etrafında gördüğü “sanrı”lardan çok, aynaya baktığında gördükleridir. Ayna burada sanal ve gerçeğin arasındaki çizginin ne kadar kolay yansıtılıp geri alınabileceğini vurgular. Ayna, gerçekliğin ne kadar kırılgan olduğunun sembolüdür. Genelleştirecek olunursa gerçeklik algısını sarsacak bir şey gören kişi, kelepçelendiği fiziki dünyaya sımsıkı sarılmak için hayal gördüğünü veya delirdiğini söyler.
Cesar, delirmediğini kabul ettiği zaman -bir insan için yapılması çok güç olanın yapmış demektir-ahlaki olanı anlamıştır. Yaşadığı bu deneyime biz “metafiziksel” bir deneyim diyoruz, çünkü bu eylemin öznesi biz değiliz, Cesar. Cesar için gerçeklik, yaşadığı deneyim. Biz seyirciler içinse gerçeklik, geçirdiği kaza ve kazanın hayatını nasıl kötü yönde etkilediği… Her ne kadar bu kazanın yansıtılan ve tanık olunan (Biz, bize yansıtıldığı sürece tanık, seyirci olarak var oluruz.) bir “gerçek” olduğunu fark etsek de, ayrımı yapabilmemiz için bu deneyimi yaşamamız gerektiği, yönetmen tarafından ortaya konuyor.
Blade Runner ve Abre Los Ojos
Blade Runner’daki fotoğraf sahneleri Abre Los Ojos’daki ayna sahnelerinin karşılığıdır. Replikant denen, hem fiziki hem zihinsel özellikleriyle insanlardan ayırt edilemeyen robotların olduğu bir dünyadır Blade Runner. Uyarlandığı “Androidler Elektrikli Koyun Düşler mi?” isimli romanda sıkça yer verilen “Androidlerle insanların arasındaki uçurum, düşünüldüğü gibi büyük müdür? Eğer öyleyse insanı insan yapan nedir?” sorusunu sordururken fotoğrafları kullanır. Ridley Scott, Replikantlardan biri olan Rachael’in fotoğraflarına bakarken baktığı şeyin Rachael’in yapay dünyası olduğunu bilir ve bunu ona anlatmaya çalışır. Ancak çabaladıkça sözlerinin fotoğraflar karşısındaki çaresizliğinin farkına daha çok varır. Fotoğraflar benlik dışı ancak kendi bilinçlerine sahip nesnelerdir. Hayatı, arayıştan ibaret olan insan için bu nesneler daima ‘hatırlanan’ın önünde bir engeldir: Hatırlanan, fotoğrafa her bakışta değişmekte, dönüşmektedir.
“Fotoğrafın icadı, ayağımızı bastığımız yerin toprak mı yoksa harita mı olduğunu sorduğumuz yüzyıllara doğru götürdü bizi…”
Simülakrlar ve Simülasyon, Jean Baudrillard
1 yorum
Yorum değil sorum var, hatırlanan fotoğrafa her bakışta neden değişip dönüşüyor?
Aslına geri dönüyor anlamında bir ifade midir bu? Tşk