37. İstanbul Film Festivali Programı Açıklandı!

Yazan: Gamze Çakan

37. İstanbul Film Festivali dünya sinemasının en yeni örnekleri, kült yapıtlar, usta yönetmenlerin son filmleri, yeni keşifler ve gizli hazinelerin aralarında olduğu 198 uzun metrajlı ve 12 kısa filminden oluşan zengin programıyla festival takipçileriyle buluşuyor. Festival kapsamında 12 günde, 18 bölümde 43 ülkeden 218 yönetmenin toplam 210 filmi gösterilecek. Festivalde gösterimlerin yanı sıra konuk yönetmen ve oyuncuların katılımıyla gerçekleştirilecek sohbetler, konserler ve özel etkinlikler de yer alacak.

Vodafone Red Galaları

İstanbul Film Festivali’nin en sevilen bölümlerinden ve Vodafone Red sponsorluğunda gerçekleştirilen Vodafone Red Galaları’nda geniş kitlelere seslenen, ünlü yıldızları usta yönetmenlerle buluşturan ve sezonun merakla beklenen gişe yıldızı 12 filminin Türkiye’deki ilk gösterimleri gerçekleştirilecek.

Köpek Adası / Isle Of Dogs – Wes Anderson
Oyuncak gibi setlerin, görsel zenginliğin, masalsı hikâyelerin ustası Wes Anderson’ın Berlin Film Festivali’nin açılışında gösterilen, Japonya’da geçen animasyon filmi Köpek Adası, Türkiye’de ilk kez İstanbul Film Festivali’nde izleyiciyle buluşuyor. Wes Anderson’ın sınırsız hayal gücünün yansıması olan aksiyon, macera ve duygu dolu, çocuklarla köpeklerin kahraman olduğu epik bir masal olan filmin kahramanı ise Atari adında 12 yaşında bir çocuk. Film seslendirme kadrosu ise birçok yıldızı barındırıyor: Bryan Cranston, Edward Norton, Liev Schreiber, Greta Gerwig, Bill Murray, Jeff Goldblum, Scarlett Johansson, Courtney B. Vance, Kunichi Nomura.

Sahaf / The Bookshop – Isabel Coixet
Katalan yönetmen Isabel Coixet’in Berlin Film Festivali’nde dünya prömiyerini yapan, Penelope Fitzgerald’ın romanından beyazperdeye uyarladığı son filmi, kitap sevgisini yüceltirken bir yandan da tek başına bir kadının topluma karşı verdiği mücadeleyi anlatıyor. Sahaf, 1950’lerin İngiltere’sinde, eşini kaybetmenin acısını yüreğine gömen ve bir sahil kasabasında kitapçı açan Florence Green’ın çağdaş edebiyata tepki veren kasaba halkının önyargılarını ve dar kafalılıklarını kırma çabasını anlatan cesaret, iyimserlik ve kitap sevgisine dair bir dram.

Mutlu Prens / The Happy Prince – Rupert Everett
En İyi Arkadaşım Evleniyor’dan Âşık Shakespeare’e birçok filmde rol alan ünlü İngiliz oyuncu Rupert Everett, ilk kez kameranın arkasına da geçtiği ve Oscar Wilde’ı canlandırdığı Mutlu Prens, Berlin Film Festivali’nde yaptığı dünya prömiyerinin ardından Türkiye’de ilk kez 37. İstanbul Film Festivali’nde gösterilecek. Efsanevi İngiliz yazar Wilde’ın, eşcinsel olduğu için ahlaksızlık suçuyla atıldığı hapisten çıkışından sonraki son yıllarını izleyen film, düşkün bir birey olarak farklı isimlerle Avrupa’nın çeşitli kentlerine giden, sağlığı ve parası tükenirken zarafeti ve onurunu, ama en önemlisi nüktedanlığıyla yaratıcılığını korumaya devam eden Wilde’ı takip ediyor.

Lean On Pete – Andrew Haigh
45 Yıl ve Weekend / Hafta Sonu ile küçük ve basit öykülere yaklaşımındaki hassasiyet ve zarafetle sinemaseverler tarafından baş tacı edilen İngiliz yönetmen Andrew Haigh, aynı zamanda festivalin açılış filmi olacak son filmi Lean On Pete’de de bu hünerini sürdürüyor. Babası tarafından maddi ve manevi yoksunlukla büyütülen 15 yaşındaki Charley Thompson, yarış atlarının tutulduğu bir ahırda iş bulur. Burada Lean on Pete adında, iddialı olmaktan uzak bir yarış atıyla çok özel bir bağ kurar. Yönetmen Haigh, Willy Vlautin’in çok sevilen romanından uyarladığı filmde, ABD kırsalının melankolik bir portresini çizerken Charley’nin genç ve umut dolu dünyasına duygusal açıdan kayıtsız kalması imkânsız bir atmosfer yaratıyor.

İtaatsizlik / Disobediance – Sebastián Lelio
Bu yıl Yabancı Dilde En iyi Film dalında Oscar alan, geçtiğimiz yıl da Filmekimi’nin hit filmleri arasında yer alan Muhteşem Kadın’ın yönetmeni Sebastián Lelio başrollerini Rachel McAdams ile Rachel Weisz’ın oynadığı son filmi İtaatsizlik’te zorluklara göğüs geren kadın karakterlere empatiyle bakmayı sürdürüyor. Filmde, New York’ta yaşayan başarılı fotoğrafçı Ronit, babasının ölümü üzerine Londra’ya döner. Uzun yıllar önce terk etmiş olduğu dindar Yahudi cemaati onu soğuk karşılar. Gençlik arkadaşları Esti ile Dovid evlenmiş ve cemaatte saygın yerleri olan birer öğretmen olmuştur. İki kız arkadaş arasında gençlik yıllarında yaşanan yakınlaşma yetişkin kadınlar olarak kimliklerini sorgulamalarına vesile olacaktır. Ortak inanç ve bireysel özgürlüklere hassas yaklaşımıyla nüanslarla bezeli bu çok katmanlı film uzun süre zihninizi kurcalayacak.

İtaatsizlik / Disobediance

Taş Devri Firarda / Early Man – Nick Park
Chicken Run, Wallace and Gromit ve Shaun the Sheep’in yaratıcısı, Oscar’lı canlandırma ustası Nick Park’ın futbolun tarih öncesinde doğuşunu anlatan komedi filmi Taş Devri Firarda, Taş Devri’nde geçen, çok eğlenceli, çok hareketli bir stop-motion film. Ses kadrosu yıldızlarla dolu filmde mağara adamı Dug, bronz aletlerle köy topraklarını kazıp maden çıkarmak isteyen istilacılardan kabilesini korumaya çalışıyor. Yufka yürekli ve biraz şaşkın Dug, hem Bronz adamların elinden kurtulmak hem de istilayı sonlandırmak için Real Bronze futbol takımına meydan okumaya karar veriyor. Taş Devri Firarda hem tüm ailenin birlikte izleyebileceği çok şenlikli bir film.

Canavar / Beast – Michael Pearce
Michael Pearce’ın muhteşem manzaralar ve boğucu toplum baskısı eşliğinde gerilim dozu git gide artan ilk filmi Canavar, dünya prömiyerini Toronto Film Festivali’nde yaptı. Küçük bir adada yerleşik küçük bir toplulukta yaşayan genç bir kadının, adaya dışarıdan gelen bir yabancıya âşık olmasıyla başlayan filmde, baskıcı ailesinden uzaklaşabilmesi için kadına güç ve destek veren adamın seri cinayetler işleyen bir katil olduğu iddia edildiğinde kadın, her şeye ve herkese rağmen adamı savunacaktır.

Transit – Christian Petzold
Alman auteur Christian Petzold’un Berlin Film Festivali’nde dünya prömiyerini yapan son filmi Transit, günümüzün göçmen krizine Avrupa’nın geçmişinden bakıyor. Anna Seghers’in 1942 tarihli romanından uyarlanan filmde Nazi işgalinden kaçan Georg adında bir adam, elinde evrakları bulunan, ölmüş bir yazarın kimliğini üstlenir. Georg Marsilya’dan gemiye binebilmek için beklerken kendi gibi birçok mülteciyle tanışır; ama gizemli Marie ile tanışınca planları değişir. Christian Petzold, tarihten ödünç aldığı bir hikâyeyi günümüz Marsilya’sında çekerek hem 75 yılda çok az şeyin değiştiğini vurguluyor, hem de göçmenlik ve arada kalmışlığa dair sinemasal bir tartışma alanı açıyor.

Dokunma Bana / Touch Me Not – Adina Pintilie
Berlin’de Altın Ayı’ya layık görülen bu ilginç Romen filminin yakınlık ihtiyacı, cinsel fetişler ve estetik güzelliğin farklı tanımları gibi birçok temayı içinde barındırıyor. Kurmaca film, psikoterapi seansı, rol oyunları ile belgesel arasında tanımsız bir noktada duran Dokunma Bana, filmin yönetmeninin de dâhil olduğu ilginç karakterlerini felsefe tartışması, beden egzersizi ve ruhsal sağaltım seansları arasında gözlemliyor. Romen yönetmen Adina Pintilie’nin bu ilk uzun metrajlı filmi, beden algılarını sonuna kadar zorlarken önyargıların ne kadar yıkıcı olduğunu gözlemleyen deneysel bir dram olarak izleyicinin karşısına çıkıyor.

You Were Never Really Here – Lynne Ramsay
Lynne Ramsey’nin Kevin Hakkında Konuşmalıyız’dan 6 yıl sonra çektiği ilk film olan Were Never Really Here, küçük bir kızı seks tacirlerinin elinden kurtarmaya çalışırken her türlü şiddete başvurmaktan çekinmeyen bir tetikçiyi izliyor. Eleştirmenler kadar izleyicilerin de sözbirliğiyle beğenisini kazanan You Were Never Really Here, Cannes’da Lynne Ramsey’ye En İyi Senaryo ödülünü getirirken, unutulmaz bir anti- kahraman portresi çizen Joaquin Phoenix de En İyi Erkek Oyuncu ödülünü hakkıyla aldı. Müziklerini Radiohead gitaristi Jonny Greenwood’un yaptığı, özellikle usta yönetmenliği, klasik anlatımı reddeden yaratıcı kurgusu ve karanlık atmosferiyle dikkat çeken film, Jonathan Ames’in öyküsünden beyazperdeye uyarlandı.

You Were Never Really Here

Saplantı / Unsane – Steven Soderbergh
Steven Soderbergh’in dünya prömiyerini Berlin Film Festivali’nde yapan son filmi Saplantı, tamamen iPhone ile çekildi. Başrolünde Breathe / Nefes filminin yıldızı Claire Foy’un yer aldığı Saplantı, geçmişte peşine takılan eski sevgilisinin onu izlediği hissinden kurtulmak için psikolojik destek almaya giden, ancak arzusu dışında hastanede tutulan bir kadını izliyor. İzleyiciyi sıkça ters köşeye yatıran bu psikolojik gerilim, hem Soderbergh’den geldiği için hem de teknik özellikleriyle çok ilginç.

Siyah Nehir / Fleuve Noir / Black Tide – Erick Zonca
Festival izleyicisinin Le petit voleur / Küçük Hırsız ve La vie rêvée des anges / Meleklerin Düş Yaşamı ile hatırlayacakları yönetmen Erick Zonca’nın Wisdom of the Crowd dizisinin senaristi Dror Mishani’nin romanından uyarladığı Siyah Nehir, hareketli bir polisiye. Arnault ailesinin ergen oğlu Dany ortadan kaybolur. Çocuğun eski öğretmeni Bay Bellaile, durumu öğrenince polise gider ve vakaya bakan bıkkın komiser Visconti’ye işbirliği yapmayı teklif eder. Vincent Cassel, Sandrine Kiberlain ve Romain Duris’li sağlam kadrosuyla Siyah Nehir, hem polisiye hem aile trajedisi türlerini bir uyuşturucu mafyası hikâyesinde bir araya getiriyor.

Yıllara Meydan Okuyanlar

Dünya sinemasına yön vermeyi sürdüren, yıllara meydan okuyan, örnek alınan, ödüle doymayan usta yönetmenlerin en son filmleri ATV sponsorluğunda gerçekleşen bu bölümde.

12 Gün / 12 Jours / 12 Days – Raymond Depardon
2017 Cannes Film Festivali’nde özel bir gösterimde dünya prömiyerini yapan 12 Gün, hâkimlerin verdiği kararları ve sonuçlarını psikiyatri ile adaletin kesişim noktasında konu alıyor. Fransız bürokrasisine göre, isteği dışında psikiyatrik denetim altına alınanların hâkimin karşısına çıkmak için 12 günü vardır. Bu 12 günün sonunda hâkimin vereceği karar, psikiyatri hastalarının geleceğini belirleyecektir. Gazeteci, fotoğrafçı, usta belgeselci Raymond Depardon, kurumların ve bürokrasinin insanların hayatları üzerindeki etkilerini ve sorumluluklarını ele alırken Fransız adalet sistemine tartışmalı bir açıdan bakarak ışık tutuyor. 12 Gün, sinema tarihinde çok az filmin başarıyla kayıt altına alabildiği “deliliği” tüm yanlarıyla belgeliyor; toplumun ötekilerinin, sesi olmayanlarının sesini duyuruyor.

Şeria Nehri’nin Batısı / West Of The Jordan River – Amos Gitai
Muhalif bakışıyla tavizsiz İsrailli usta sinemacı Amos Gitai, son filmiyle ses getiren belgeseli Journal de Campagne / Savaş Günlükleri’nden 35 yıl sonra bir kez daha Batı Şeria’ya dönüp kariyerinde sıklıkla irdelediği İsrail-Filistin meselesine bakıyor. Gitai, Cannes Film Festivali’nin Yönetmenlerin On Beş Günü bölümünde gösterilen filminde kamerasını bazen sokaklarda bu köklü sorunun etkileriyle nefretin dilini konuşanlara çeviriyor. Ancak asıl vaktini barış getirmeye çalışanlara ayırıyor: İnsan hakları ihlalleri hakkında konuşan İsrailli askerlerden, yakınlarını kaybeden İsrailliler ile Filistinlilerin birlikte çalıştığı bir derneğin mensuplarına uzanan ve kadınların öne çıktığı söyleşilerin sonunda barışın nasıl geleceğini ve uzlaşma sağlanıp sağlanmayacağını soruyor.

Zehirli Köylere Yolculuk / Viaje A Los Pueblos Fumigados / A Journey To The Fumigated Towns – Fernando E. Solanas
Arjantinli militan sinemacı Fernando E. Solanas, bu kez ülkesinde sayısı hızlıca artarak kendi çapında bir endüstriye dönüşen soya fasulyesi tarlalarını merceği altına alıyor. Arjantin’de farklı bölgelerde endüstriyel tarım yapılan alanları ziyaret eden Solanas, tarım kimyasallarıyla zehirlenen bebeklerden çokuluslu tarım şirketlerinin yerinden ettiği küçük çiftçilere dek bu üretim tarzının ülkesinin toprakları ve insanı için yıkıcı olduğunu gösteriyor. Berlin Film Festivali’nde özel bir seansta gösterilen Zehirli Köylere Yolculuk’ta Solanas yerli çiftçiler, doktorlar, uzmanlarla konuşuyor, hatta kendine kan testi de uygulatıyor; bir yandan da bu fasit daireyi kırmak için alternatifler araştırıyor.

Zehirli Köylere Yolculuk / Viaje A Los Pueblos Fumigados / A Journey To The Fumigated Towns

Hesaplaşma / Una Questione Privata / Rainbow (A Private Affair) – Paolo Taviani, Vittorio Taviani
İtalya’nın en saygın yönetmenlerinden Taviani kardeşlerin ilk gösterimini Toronto’da yapan son filmleri, hem İkinci Dünya Savaşı’nı hem de İtalyan iç savaşını fon alan bahtsız bir aşk üçgeni hikâyesi anlatıyor. İtalyan yazar, çevirmen ve partizan Beppe Fenoglio’nun romanından esinlenen Hesaplaşma, direnişçilere katılan Milton, âşık olduğu ama karşılık göremediği Fulvia ve Fulvia’nın âşık olduğu, Faşistler tarafından tutuklanan arkadaşı Giorgio’yu izliyor. 2001’de festivalin Yaşam Boyu Başarı Ödülü’nü alan Taviani kardeşlerin 2015 tarihli Muhteşem Boccaccio’dan sonra çektikleri Hesaplaşma aşk ile masumiyetin bir araya geldiği zarif bir dönem ve savaş filmi.

Çılgın Yıllarımız / Nos Annees Folles / Golden Years – Andre Techine
Festivalde daha önce Yaş 17 filmini izlediğimiz yönetmen André Téchiné’in yeni filmi Çılgın Yıllarımız, Birinci Dünya Savaşı sırasında cephede savaşan bir erkekken 1920’lerin bohem Paris’inde sahnelerin aranan kadın yıldızına dönüşen bir adamın hikâyesini anlatıyor. Téchiné, Cannes Film Festivali’nde dünya prömiyeri yapılan ve gerçek olaylardan esinlenen filminin “bir cinsel kimlik yolculuğu ve olağandışı bir aşk hikâyesi” anlattığını söylüyor.

Ex Libris: New York Halk Kütüphanesi / Ex Libris: The New York Public Library – Frederick Wiseman
Kariyerini kurumların iç yüzüne, işleyişlerine ışık tutan gözlemci belgesellere adayan efsane belgesel yönetmeni Frederick Wiseman’ın yeni belgeseli, prömiyerini yaptığı Venedik Film Festivali’nden bu yana çok konuşuldu ve övgü topladı. Ex Libris: New York Halk Kütüphanesi, adını aldığı, dünyanın en büyük şehir kütüphanelerinden birinin içyüzünü mercek altına alıyor ve ritüellerini perdeye taşıyor. Özgün bakışıyla sinema tarihinde kendine sağlam bir yer edinen Wiseman, yine meselesine müdahil olmadan, mesafesini koruyarak, sinemasına has bir “tanık olma” hissi yaratıyor izleyen üzerinde. Ex Libris: New York Halk Kütüphanesi, günümüzde tehdit altında olan kültürel tarihe ve gerçekliğe dair çok özel bir belgesel.

Dünya Festivallerinden

Uluslararası film festivallerinde öne çıkan, dünyanın dört bir yanında çoğu ödüllü filmlerden oluşan bu bölüm Sabah Gazetesi sponsorluğunda, en son sinema akımlarını yansıtarak dünya sinemasının en yeni yapıtlarını bir araya getiriyor.

Sara Ve Selim Hakkında / The Reports On-Sarah And Saleem – Muayad Alayan
Kudüs’ün dar sokaklarında İsrailli bir kadın ve Filistinli bir adamın ilişkisi üzerinden yol alan ve bize bu kadim kentin gece halini ustalıkla sunan Sara ve Selim Hakkında, Filistinli yönetmen Muayad Alayan’ın ikinci uzun metrajlı filmi.

Ona İyi Bak / Hjertestart / Handle With Care – Arild Andresen
Bir deniz platformunda petrol işçisi olarak çalışan Kjetil, karısının ölümünden sonra evlat edindiği oğlu Daniel ile ilişki kurmakta zorlanmaya başlar. Büyük bir çaresizlik içinde, oğlunu doğduğu Kolombiya’ya getiren adam, çocuğun biyolojik annesini aramaya koyulur. Norveçli yönetmen Arild Andresen, travmayla zedelenmiş bir baba-oğul ilişkisini odağına alırken, meselesini yalnızlık üzerine kuruyor. Kristoffer Joner’ın başroldeki kusursuz performansından gücünü alan film, baba-oğlun birbirlerinden ve ülkelerinden “uzakta” oluşlarını da ele alan oldukça çarpıcı bir dram.

Ona İyi Bak / Hjertestart / Handle With Care

Kelimelerin Ötesi / Pomiedzy Slowami / Beyond Words – Urszula Antoniak
Festival izleyicisinin Mavi Kod ve Özel Hayatlar filmleriyle tanıdığı Urszula Antoniak’ın son filmi, aile, kökenler, yurt ve yurtsuzluk üzerine sorular soran, dokunaklı bir baba-oğul hikâyesi anlatıyor. Siyah-beyaz sinematografisi ve gayet stilize tarzıyla göz dolduran Kelimelerin Ötesi, Almanya’da yaşayan Polonyalı avukat Michael’ı merkezine alıyor. Göçmen davalarıyla ilgilenen karizmatik avukat Michael, bir gün, öldüğünü sandığı babasıyla karşılaşır. Baba-oğul birlikte zaman geçirdikçe Michael yalnızca aile bağlarının değil göz ardı ettiği kökenlerinin de ona acı verdiğini hatırlayacaktır. Kelimelerin Ötesi yalnızca bir aile dramı değil, dil üzerinden milliyetçiliği sorgulayan özgün bir göçmen filmi.

Atölye / L’atelier / The Workshop – Laurent Cantet
Fransız sinemasının en önemli yönetmenlerinden Laurent Cantet, Cannes’da Belirli Bir Bakış bölümünde gösterilen yeni filminin senaryosunu, Kalp Atışı Dakikada 120 ile dikkat çeken Robin Campillo ile birlikte yazdı. Marsilya yakınlarındaki küçük bir kasabada gerçekleşen yazarlık atölyesi sırasında romanında yarattığı katil karakterle kendini rahatsız edici şekilde özdeşleştiren bir genci anlatan film, kurgu ve yaratıcısı arasındaki ilişkiyi masaya yatırıyor.

Hasret / Ga’agura / Longing – Savi Gabizon
Dramatik hikâyeleri mizahi dokunuşlarla bezeyen, gişe rekortmeni filmleriyle tanınan İsrailli yönetmen Savi Gabizon’un on dört yıl aradan sonra çektiği Hasret, kendi sözleriyle “ebeveynlik kurumunu masaya yatıran son derece hüzünlü bir komedi”. Filmin başkahramanı Ariel’e üniversitedeki kız arkadaşı bir buluşmada yirmi yıl önceki beraberliklerinden, Ariel’in hiç bilmediği bir oğlu olduğunu söylüyor. Hayatı kökünden değişecek olan Ariel ile birlikte izleyici de bu kendini ve dünyayı yeniden tanıma sürecini gözlemliyor. Venedik Film Festivali’nin Venedik Günleri bölümünün açılış filmi Hasret, insan ruhunun kırılganlığını aile kavramı üzerinden işleyen, sıcak, sürprizlerle dolu, melankolik bir film.

Dovlatov – Aleksey German Jr.
Under Electric Clouds’un yönetmeni Alexey German Jr, Berlin’de dünya prömiyerini yapan yeni filminde Ölümünden sonra ünlenecek Rus yazar Sergei Dovlatov’un hayatından altı günü anlatıyor ve 1971 yılında Leningrad’da geçen bu hikâye üzerinden dönemin entelektüel çevresi ve onların Brejnev zamanı Sovyetler Birliği’yle ilişkisinin de portresini sunuyor. Yönetmen, John Steinbeck’ten Vladimir Nabokov’a uzanan referanslarla dolu senaryosunu, koreografileriyle büyüleyen sahnelerle aktarıyor.

Düğün Davetiyesi / Wajib – Annemaria Jacir
Filistinli yönetmen Annemarie Jacir, Düğün Davetiyesi’nde Nasıra’daki Hıristiyan Arap cemaatini sevecen bir bakışla merceğine alıyor. 60’lı yaşlarındaki huysuz Abu, oğlu Şadi ile beraber Nasıra sokaklarında dolaşmakta ve kapı kapı eşe dosta kızının düğün davetiyesini dağıtmaktadır. Uğradıkları her durakta bu binlerce yıllık cemaatin birbirinden renkli yüzleriyle kimi zaman tatlı tatlı şakalaşırlar, kimi zaman da hararetle atışırlar. Jacir’in daha önceki filmlerinde de rol alan Saleh Bakri bu kez gerçek babası Muhammed’le beraber baba-oğulu canlandırıyor. İncelikle yazılmış karakterleri ve halktan esprileriyle içinizi ısıtacak tatlı, küçük bir film Düğün Davetiyesi.

Düğün Davetiyesi / Wajib

Tarihsiz, İmzasız / Bedoune Tarikh, Bedoune Emza / No Date, No Signture – Vahid Jalilvand
İlk filmi 9 Mayıs, Çarşamba daha önce festivalde gösterilen Vahid Jalilvand’ın son filmi, 8 yaşında bir çocuğun ölümüne sebep olan suçluluğun pençesinde kıvranan bir doktorun trajik günlerini mercek altına alıyor. Korkaklık, şüphe ve dürüstlük gibi kavramları ahlaki bir ikilem üzerinden sorgulayan Tarihsiz, İmzasız, oyuncularının çarpıcı performansları ve senaryosuyla dikkat çekerken İran sinemasının son yıllardaki yükselişinin nedensiz olmadığını gözler önüne seriyor.

Dua / La Priere / The Prayer- Cedric Kahn
Şubat ayında Berlin Film Festivali’nde yarışan ve başrol oyuncusu Anthony Bajon’a Gümüş Ayı kazandıran Dua, Bajon’un canlandırdığı, dua yoluyla kurtuluşu arayan genç bir eroin müptelasını izliyor. Bağımlılığını sonlandırmak isteyen Thomas, Fransız Alplerinde herkesten izole bir tesiste, dua yoluyla terapi uygulayan bir topluluğa başvurur ve bu yolda disiplin, sadelik, çalışma, dostluk ve (inançlı olmasa da) duanın dönüştürücü gücünü keşfeder. İnsancıl ve dokunaklı son filminde Cédric Kahn inanç, din ve bağımlılık konularına çok farklı bir noktadan yaklaşıyor. Kahn’ın bir önceki filmi Vie sauvage / Vahşi Yaşam 2015’te festivalde Uluslararası Yarışma’da yer almıştı.

Kısmet, Sevgilim: İlk Şarkı / Mektoub, My Love: Canto Uno – Abdellatif Kechiche
2013’te Filmekimi’nde gösterilen Blue is the Warmest Color / Mavi En Sıcak Renktir’in yönetmeni Abdellatif Kechiche’nin beş yıldır beklenen son filmi, prömiyerini Venedik Film Festivali’nde yaptı. Sınıf filminin uyarlandığı kitabın yazarı François Bégaudeau‘ın romanından uyarlanan film, yaz tatili boyunca Amin adında genç bir senaristi izliyor. Amin, tatilini geçirmek üzere Paris’ten güney sahillerindeki memleketi Sète’e döner ve barlarla plajlar arasında vaktini geçirmeye başlar. Tam da Jasmine adında bir kadına âşık olmuşken, ilk filmini hayata geçirmesini sağlayacak bir yapımcıyla tanışır. Kısmet, Sevgilim: İlk Şarkı, yaz mevsiminin tüm sıcaklığını üzerinde taşıyan, müzikle dolu bir film.

Namme – Zaza Khalvashi
Gürcistan dağlarında yaşayan Ali, yüzlerce yıllık aile geleneğini devam ettiren yaşlı bir şifacıdır. Üç oğlunun bu taraklarda hiç bezi yoktur ama o, kızı Namme’nin meşaleyi devralacağına inanmaktadır. Ali’nin şifa dağıtmak için suyunu kullandığı tarihi kaynak ise yakınlarda kurulan barajın tehdidi altındadır. Günden güne kuruyan kaynağı canlandırmak için bir kurban vermek gerekmektedir. Taşra yaşantısına ağıt niteliğindeki, muhteşem manzaralarla bezeli bu çocukluktan yetişkinliğe geçiş hikâyesi, hızla yitip gitmekte olan bir hayat tarzına tanıklık etmenin iç burkan hüznünü taşırken binlerce yıldır süregelen bir ikileme, gençlerin büyüklerinin izinden gidip gitmemelerine dair sevecen bir bakış açısı sunuyor.

Öldürücü / Armomurhaaja / Euthanizer – Teemu Nikki
Ruh hali ve estetik yaklaşımıyla ilham bulduğu John Carpenter ile Kirli Harry filmleri arasında bir yerde duran Öldürücü, B-filmlerinden ödünç sivri kara mizahıyla hem rahatsız ediyor hem de güldürüyor. Hayvanları delicesine seven, asosyal, hatta düpedüz psikopat Veijo, Finlandiya’da rengi solmuş, tatsız bir orman köyünde, sahiplerinin talebiyle hasta ya da yaşlı ev hayvanlarını öldürmektedir. Hayvanlara duyduğu sevgi insanlara sevgisini aşıp, bir de güzel bir hemşireyle tanışınca Veijo çizgiyi aşar. Çocukluğu bir domuz çiftliğinde VHS kasetler arasında geçen alaylı yönetmen Teemu Nikki’nin bu üçüncü uzun metrajlı filmi, dünya prömiyerini Toronto Film Festivali’nde yaptı.

Öldürücü / Armomurhaaja / Euthanizer

Hannah – Andrea Pallaoro
Bol ödüllü ilk uzun metrajlı filmi Medealar ile 2014’te festivale konuk olan Andrea Pallaoro, dört yıl aradan sonra çektiği ikinci filminde başrolü usta oyuncu Charlotte Rampling’e teslim ediyor. Rampling filmde, hapse giren eşinin arkasında durmayı seçen ama bu yüzden kendi oğlu tarafından bile dışlanan, Hannah adında yalnız bir kadına hayat veriyor. Pallaoro bu çok katmanlı karakteri sakin bir sinema diliyle analiz ederken, sade ama aynı zamanda son derece ayrıntılı tasarlanmış mizansenleri, Haneke ya da Akerman gibi yönetmenlerle karşılaştırılıyor.

Pororoca – Constantin Popescu
Adını Amazon nehrindeki dev gelgit dalgalarından alan, Romen Yeni Dalga sinemasının yeni başarılı örneklerinden Pororoca, beş yaşındaki küçük kızlarının ortadan kaybolmasıyla hayatları alt-üst olan bir aileyi gözlemliyor. Yönetmen Constantin Popescu, bu üçüncü uzun metrajlı filminde özellikle 18 dakikalık kesintisiz park planıyla teknik kusursuzluğu yakalıyor. Babayı oynayan Bogdan Dumitrache’ye dünya prömiyerini yaptığı San Sebastian Film Festivali’nde ödül getiren Pororoca, öfke, keder, suçluluk, çaresizlik ve takıntı gibi insani duyguları bir kayıp olayı üzerinden ele alarak belki de her anne-babanın aslında korkup çekindikleri bir olguyu perdeye taşıyor.

Pembe Dizi / La Telenovela Errante / The Wandering Soap Opera – Raul Ruiz, Valeria Sarmiento
Şili’nin en önemli sinemacılarından Raúl Ruiz, 2011’de hayatını kaybettiğinde ardında 100’ü aşkın film ve bir de bitirilmemiş film projesi bıraktı. Pembe Dizi adındaki bu projeyi tamamlayan, Ruiz’in eşi, sinemacı ve kurgucu Valeria Sarmiento oldu. Ruiz’in 1990’da Şili’de çektiği 16mm’lik ham filmlere Sarmiento yeni sahneler ekledi, kurguladı ve müzikle bezedi. Ortaya çıkan yapıt, Ruiz’in 121. filmi olarak 2017’de Locarno Film Festivali’nde dünya prömiyerini yaptı. Birer günde çekilen yedi sekans/gün’den oluşan film, Şili’deki en popüler kültürel fenomenlerden pembe dizi formatını izliyor; ülkede Pinochet ertesi dönemi hicvediyor.

Yüzbaşı / Der Hauptmann / The Captain – Robert Schwentke
Red, Insurgent ve Allegiant filmleriyle tanınan Robert Schwentke’nin bambaşka bir tarzla Almanya’ya dönüş filmi… Yüzbaşı, İkinci Dünya Savaşı’nın bitişine haftalar kala, Herold isimli bir Nazi askerinin kaçarken bulduğu bir subay üniforması ile hem hayatının hem de kişiliğinin nasıl değişime uğradığını anlatıyor. Gerçek kişiler ve olaylardan esinlenen film, askeri düzen içerisinde ezilen bir adamın gücü eline aldığı anda neler yapabileceğini gösterirken belki de hepimizin yüreğinin derinliklerindeki karanlığın bir resmini çiziyor. İzleyicinin zihnine kazınan çarpıcı siyah-beyaz görüntüleriyle Yüzbaşı, savaşın ve güç şehvetinin soğuk ve vahşi yüzünü büyük bir dinginlikle sergiliyor.

Yüz / Twarz / Mug – Malgorzata Szumowska
W imie… / …adına’yla Teddy ve Beden’le En İyi Yönetmen ödüllerini kazandığı Berlin Film Festivali’nden Yüz’le Jüri Büyük Ödülü alan Polonyalı yönetmen Malgorzata Szumowska, yüz nakli ameliyatı üzerinden derin bir kimlik ve toplum eleştirisi yapıyor. Filmin ana karakteri, Polonya’da bir kasabada yaşayan ve buradan kaçma hayalleri kuran, metal müzik hayranı Jacek. Dünyanın en büyük İsa heykelinin inşaatında çalışan Jacek’e geçirdiği iş kazasının ardından Polonya’nın ilk yüz nakli uygulanır. Ameliyatın ardından herkesin Jacek’e karşı davranışı değişir. Kimlik, beden ve toplum politikalarına ciddi ancak kara mizahı ihmal etmeyen bir bakışla yaklaşan Szumowska, filmini “yetişkinler için bir masal” olarak tanımlıyor.

Yüz / Twarz / Mug

Mavili / In Blue – Jaap van Heusden
Hollandalı yönetmen Jaap van Heusden’in üçüncü uzun metrajlı filmi Mavili, yönetmenin sözleriyle “ilk kez kabuklarını kırarak biraz annelik, güven ve sevgi için kendilerine yer ayıran”, hiç durmadan hareket eden iki insanın filmi. Maviler içindeki Hollandalı hostes Lin ile Bükreş sokaklarında yaşayan 15 yaşındaki Nuci’nin yolları, Lin’in içinde bulunduğu taksinin Nuci’ye çarpması ile kesişir. Bir kaza ile birbirlerinin hayatına dâhil olan ikili, giderek daha da karmaşıklaşan beklenmedik, tanımsız bir ilişkiye doğru sürüklenir. Gerçekçi sinematografisi ile Bükreş sokaklarını keşfe çıkan Mavili, tekinsiz atmosferiyle izleyicinin merakını her an canlı tutuyor.

Gençlik / Fang Hua / Youth – Feng Xiaogang
Gençlik, 1970’lerdeki Kültür Devrimi sırasında Çin Halk Ordusu’nun sanat topluluğunda yer alan bir çiftin aşk, ihanet ve keder dolu hikâyelerini ilk gençliklerinden yetişkinliklerine ele alıyor. Mao iktidarının son yıllarında geçen, dönemin dansları ve şarkılarıyla bezeli Gençlik, 2017 yılında Çin’in en çok gişe yapan filmi oldu. Ben Madam Bovary Değilim’i de çeken Yönetmen Feng Xiaogang, Çin’in Spielberg’ü olarak anılıyor.

Üç Tepe / Drei Zinnen / Three Peaks – Jan Zabeil
Aile bağlarının ne kadar da zor kurulduğunu kâbusa dönen bir tatil üzerinden inceleyen Üç Tepe, sevgilisi ve onun küçük çocuğuyla dağda tatile giden bir adamın çocukla yakınlaşma çabalarının aniden basan sisle yarım kalışını anlatıyor. Babacan niyetli adam rolünde Inglourious Basterds / Soysuzlar Çetesi, Labyrinth of Lies / Yalan Labirenti ve Homeland’den tanıdığımız Alexander Fehling’in parladığı Üç Tepe, dünya prömiyerini Toronto Film Festivali’nde özel bir gösterimde yaptı. Görüntü yönetmenliğinden yönetmenliğe geçen, festivalde daha önce, başrolünde yine Alexander Fehling’in yer aldığı Nehir Bir İnsandı filmini izlediğimiz yönetmen Jan Zabeil’in bu son filmindeki hassas aile dinamikleri herkese tanıdık gelecek.

Genç Ustalar

İlk veya ikinci filmlerini çekerken dünya sinemasına farklı bir soluk getiren, özgün yaklaşımlarıyla beğeni toplayan genç yönetmenlerin uluslararası festivallerde dikkat çeken, geleceğin klasikleri olmaya aday yapıtları bu bölümde yer alıyor. Genç Ustalar NESCAFÉ Gold sponsorluğunda seyirciyle buluşacak.

Manuel – Dario Albertini
Dünya prömiyerini Venedik Film Festivali’nde yapan Manuel, fotoğrafçılık ve belgesel sinemacılıktan gelen yönetmen Dario Albertini’nin ilk uzun metrajlı kurmaca filmi. Gençliğin umursamaz rahatlığı ve tazeliğine hayatında yer olmayan 18 yaşındaki Manuel’in hikâyesini anlatan film, büyüme ve özgürlük kavramlarını merkezini alıyor.

Kaybolma / Napadid Shodan / Disappearance – Ali Asgari
Daha önce kısa filmleriyle Cannes, Venedik ve Sundance Film Festivallerinden ödüllerle dönen yönetmen Ali Asgari, filmlerindeki karakterlerin günlük sıkıntılarında yaşamın güzelliğini ve acılarını keşfetmeyi sürdürüyor. Uzun ve soğuk bir gece boyunca geçen Kaybolma, hastane hastane dolaşan çaresiz iki genç âşığın peşinde Tahran’ın dört bir yanından insan manzaralarını gözlemliyor. Bürokrasi ve hoşgörüsüzlük gibi birçok engele takılan çift, gençliğin getirdiği iyimserliklerini kaybettikçe trajik bir noktaya sürükleniyor. Ali Asgari’nin Venedik Film Festivali’nin Ufuklar bölümünde dünya prömiyerini yapan ilk uzun metrajlı filmi Kaybolma, bir yandan İran’ın işlevsiz sağlık sistemini, bir yandan da ülkenin ahlaki duruşunu sorguluyor.

Kaybolma / Napadid Shodan / Disappearance

Kuzgunlar / Korparna / Ravens – Jens Assur
İsveçli ödüllü fotoğrafçı ve yönetmen Jens Assur’un Tomas Bannerhed’in kitabından uyarladığı ilk uzun metraj denemesi Kuzgunlar 70’li yıllarda geçiyor ve çiftlik hayatına sarsıcı bir bakış atıyor. Birer tablo gibi şahane kadrajlarıyla zihninizde yer edecek, baş döndürücü bir görselliğe sahip olan Kuzgunlar, hayatı boyunca istemediği bir işi yapmanın, insanın ruhunu nasıl tarumar ettiğini anlatan dokunaklı bir film.

Çiğ Süt / Petit Paysan / Bloody Milk – Hubert Charuel
Tansiyonu ince ince yükselten tarzıyla Fransız yönetmen Hubert Charuel büyük tarım şirketlerinin karşısında ezilen küçük çiftçilerin ayakta kalma mücadelesini akıllıca yazılmış bir senaryo ve doğal bir sinema diliyle anlatıyor. Cannes Eleştirmenler Haftası bölümünde özel bir gösterimde dünya prömiyerini yapan Çiğ Süt, Hubert Charuel’in ilk uzun metrajlı filmi.

Aile / La Familia – Gustavo Rondon Cordova
Aile, yaşam şartlarının git gide sertleştiği Venezuela’da 12 yaşındaki oğlunu tek başına büyütmeye çalışan bir babanın hikâyesini anlatıyor. Başkent Caracas’ın çetelerin cirit attığı şiddet dolu sokaklarında geçen film, pürüzlü, belirgin ve sert estetiğiyle gerçekçi bakış açısını vurguluyor. İlk gösterimini Cannes’da Eleştirmenler Haftası bölümünde yapan Aile, Venezuelalı yönetmen Gustavo Rondón Córdova’nın yönettiği ilk uzun metrajlı film.

Charleston – Andrei Cretulescu
İlk gösterimini Locarno’da ana yarışmada yapan, yeni dönemin yükselen Romanya sinemasının parlak örneklerinden Charleston, yönetmeni Andrei Cretulescu’nun sözleriyle “hüzünlü ama umutsuz olmayan, komik ama mutlu olmayan, bir umutsuz aşk filmi”. Film, karısını trafik kazasında kaybeden bir adamın, yas sürecini karısının âşığıyla birlikte atlatmaya çabalamasını konu alıyor. Sinema yazarı ve ödüllü bir kısa film yönetmeni olan Andrei Cretulescu’nun yönettiği bu ilk uzun metrajlı filmi aşk, hüzün, pişmanlık ve kader kavramlarını imkânsız bir aşk ve sıra dışı bir arkadaşlık üzerinden ele alan bir kara komedi.

Bir Zamanlar Kızılderili Ülkesinde / Es War Einmal Indianerland / Once Upon A Time In Indian Country – İlker Çatak
Berlin doğumlu İstanbullu Alman yönetmen İlker Çatak’ın ilk uzun metrajlı filmi Bir Zamanlar Kızılderili Ülkesinde, aynı anda hem boks filmi, hem yol filmi, hem western hem de bir video klip olmayı başaran, temposu hiç düşmeyen ve renkleri bir an olsun solmayan çılgın bir film. Babası üvey annesini öldürünce hayatı alt-üst olan 17 yaşındaki Mauser’in müzik, aşk, güzel kafalar ve şiddetle dolu sıcak yaz günlerini anlatan bu hareketli film, Nils Mohl’un aynı adlı ödüllü romanından sinemaya uyarlanmış. Şiirselliğini kaybetmeden gençliğin maceralı ruh halini yansıtan Bir Zamanlar Kızılderili Ülkesinde, dünya prömiyerini Berlin Film Festivali’nde yaptı.

Bir Zamanlar Kızılderili Ülkesinde / Es War Einmal Indianerland / Once Upon A Time In Indian Country

Saf Kalpler / Cuori Puri / Pure Hearts – Roberto De Paolis
Saf Kalpler, şiddetli ve çözümsüz bir aşk hikâyesi üzerinden ekonomik çöküş ve göçmen krizinin tam ortasındaki Roma sokaklarının gerçekçi, çarpıcı bir izdüşümünü çiziyor. İnancına derinden bağlı annesinin sözüyle bekâret yemini etmek üzere olan 18 yaşındaki Agnese’nin hikâyesini anlatan ve ilk kez Cannes Film Festivali’nin Yönetmenlerin On Beş Günü bölümünde gösterilen Saf Kalpler, Roberto de Paolis’in ilk uzun metrajlı filmi.

Şüphe / Mutalim Besafek / Doubtful – Eliran Elya
İsrailli yönetmen Eliran Elya, ödüllü ilk filmi Şüphe’de izleyicisine sadelikten beslenen duygusal bir yolculuk sunuyor. Gözleri Tamamen Açık filminden hatırladığımız Ran Danker’in canlandırdığı senarist ve şair Assi, bir motosiklet kazasına karışınca zorunlu sosyal hizmet verme cezasına çarptırılır ve İsrail’in güneyinde bir şehre gönderilir. Assi, sinema öğrettiği isyankâr öğrencilerine başta mesafeli yaklaşır. Yönetmen Elya, kendi gerçek deneyimlerinden yola çıktığı filminde karakterlerine hümanizm ve şefkatle yaklaşırken sinema dilinde gerçekçi bir anlatımdan ve samimiyetten güç alıyor.

Karanlıklar Vadisi / Skyggenes Dal / Valley of Shadows – Jonas Matzow Gulbrandsen
İlk gösterimini Toronto Film Festivali’nde yapan Karanlıklar Vadisi, İskandinav masallarından esinlenen yeni nesil gotik bir film. Filmin küçük kahramanı Aslak, yalnız annesiyle hayatını sürdürmeye çalışan bir çocuktur. Civardan bazı hayvanların öldürüldüğü haberleri gelir. Bu katliamı gerçekte neyin yaptığını öğrenmek isteyen Aslak, bir gün kaybolan köpeğinin peşinden ormanın derinliklerine dalar. Çekimlerini 35mm filmle yaptığı ilk filminde yönetmen Jonas Matzow Gulbrandsen, Nordik efsanelerini anımsatan nefes kesici görüntüleri Krzysztof Kieslowski’nin vazgeçemediği Zbigniew Preisner’in film için bestelediği müzikle birleştiriyor ve çocukluk korkularının gizemli tedirginliğini perdeye taşıyor.

Candelaria – Jhonny Hendrix Hinestroza
Bir yanda Sovyetler dağılıyor; bir yanda Küba, Batı ambargosu altında eziliyor. Ama 70’li yaşlarını çoktan deviren Candelaria ile Victor Hugo, günlerini yavaş, sakin ve monoton geçiriyor. Tam hüzünleri ve suskunlukları doruğa ulaşmışken Candelaria, çalıştığı otelde bir video kamera buluyor. Böylece çiftimiz ikinci baharlarını, cinsel hayatları ve dansları da dahil, kaydetme olanağı buluyor. Kolombiyalı yönetmen Jhonny Hendrix Hinestroza’nun kendi gençlik günlerinden esin bulduğu Candelaria, aşkın ve yaşam tutkusunun yaşı olmadığını vurguluyor.

Severina – Felipe Hirsch
Severina, bir yazarın yaşantısıyla üretim süreci arasındaki ilişkiye ve edebiyatın günümüzdeki yerine dair hayalperest ve melankolik bir anlatı. Kitapçı işleten bir yazar adayı, belirip kaybolan Severina adlı gizemli bir kitap hırsızına giderek daha çok kendini kaptırır; aralarındaki ilişki her ikisini de karşı konulamaz bir biçimde değiştirir. Geleneksel anlatıya meydan okuyan parçalı yapısıyla Severina, hayal ile gerçek arasında ilerlerken fantastik bir anlatımdan çok günlük hayatın olağanlığını kendine üslup ediniyor. Dünya prömiyerini Locarno Film Festivali’nde yapan Severina, oyun yazarı ve yönetmen Filipe Hirsch’in ikinci uzun metraj çalışması. Arjantinli usta yönetmen Hector Babenco’ya adanmış Severina, başta Borges, art deco, Uruguay, şarap, aşk ve kitaplara âşık herkes için bir film.

Severina

Dışarıda / Out – György Kristof
Adını kahramanının git gide toplumdan “dışarı çıkmasından” alan Dışarıda, absürt bakış açısıyla harika manzaraları Avrupa’nın yabancı korkusuyla birleştiren, mizahı da göz ardı etmeyen bir yol filmi. Çalıştığı elektrik santrali kapanınca ellilerindeki Ágoston, kimsesiz, faydasız, amaçsız ve işsiz, belki bir iş bulmak belki de balık avlamak için Slovakya’dan Doğu Avrupa’ya doğru yola çıkar. Letonya’ya varana dek karşısına canayakın bir kadından sevimsiz bir Rus adama ve doldurulmuş bir tavşana, birçok tuhaf şey çıkar. Tıpkı Ágoston gibi Slovakya’da doğmuş bir Macar olan yönetmen György Kristóf’un kendi yaşamından esinlenerek senaryosunu yazıp yönettiği ilk filmi, ilk gösterimini Cannes Film Festivali’nde Belirli Bir Bakış bölümünde yaptı.

Katili Öldürmek / Matar a Jesus / Killing Jesus – Laura Mora Ortega
İlk gösterimini Toronto Film Festivali’nde yapan Katili Öldürmek, bir intikam hikâyesi etrafından Kolombiya toplumsal yapısının uyuşturucu kartellerinin etkisinde nasıl çöküşe uğradığını anlatıyor. Film, bir insan hakları savunucusu olan akademisyen babası öldürülen Lita’yı izliyor. Üniversite öğrencisi olan Lita, emniyetin isteksizliğini görünce adaleti kendi ellerine almaya karar veriyor ve acımasız Medellin karteline rağmen babasının cinayetinin sorumlularını bulup intikam almaya karar veriyor. Yönetmen Laura Mora’nın kendi korkunç çocukluk anılarından yola çıkarak çektiği bu hareketli dramda, başta çete argosu ve kartel dinamikleri olmak üzere gerçekçiliği korumak için amatör oyuncular rol alıyor.

İskele / Pigumim / Scaffolding – Matan Yair
Yıllarca sorunlu çocuklara tarih ve edebiyat öğreten yönetmen Matan Yair’in bir öğrencisinin hayatından bir kesiti, üstelik kendini oynatarak sinemaya aktardığı İskele, eğitim, erkeklik ve aile kurumlarına ilginç bir bakış atıyor. 17 yaşındaki Aşer, mezuniyet sınavlarına hazırlanmaktadır; ne var ki, hem dikkat eksikliği hem de öfke patlamaları fazla dikkat çekmektedir. Babasıyla birlikte inşaat iskeleleri kuran Aşer’in diğer baba örneği ise, içten çabalarını takdir eden tek kişi olan öğretmeni Rami’dir. Ancak bu hassas düzen sonsuza kadar devam edemeyecektir. İlk gösterimini Cannes Film Festivali’nin bağımsız film bölümü ACID’de yapan İskele, Matan Yair’in yönettiği ilk uzun metrajlı film. Aşer gerçek hayatta, hâlâ babasıyla birlikte iskele kuruyor.

NTV Belgesel Kuşağı

Göçmenlikten, toplumsal ve ekonomik krizlere, sinemadan siyasete, müzik ve sanattan cinselliğe, teknolojiden savaşlara, modadan yemek kültürüne farklı konularda dünyanın dört bir yanından 12 belgesel, 12. kez NTV’nin sponsorluğunu üstlendiği NTV Belgesel Kuşağı’nda izleyicilerle buluşuyor.

Vedasız / No Farewells / Sans Adieu – Christophe Agou
Teknolojinin ve durmak bilmeyen makineleşmenin belki de o kadar iyi bir şey olmadığına dair bir film olan Vedasız, değişmekte olan modern dünyaya karşı gelen, Fransa’nın Forez dağlarındaki çiftliğinde yaşayan 75 yaşında Claudette ile köydeki komşularının günlük yaşamını konu alıyor. Yönetmen Christophe Agou’nun kendi memleketinde çektiği film, bu dağ köylülerini gözlemlerken, bir yandan kaybolmakta olan bu kültür ve yaşam tarzına bir ağıt yakıyor, bir yandan da hafıza, zamanın geçişi ve yalnızlığa dair bir zihin egzersizi sunuyor. İlk gösterimini Cannes Film Festivali’nin bağımsız sinema bölümü ACID’de yapan Vedasız’ın yönetmeni fotoğrafçı Agou, Eylül 2017’de, film henüz post-prodüksiyon aşamasındayken hayatını kaybetti. Filmin müzikleri Tindersticks’in solisti Stuart A. Staples’a ait.

Savaş Tiyatrosu / Teatro De Guerra / Theatre Of War – Lola Arias
Eski düşmanlar aynı mekânda aylarca kalırsa ne olur? Savaş Tiyatrosu, Falkland/Malvinas savaşında birbirlerine karşı savaşmış Britanyalı ve Arjantinli askerleri bir araya getiriyor; aylarca birbirleriyle zaman geçiren eski düşmanlar, çatışmalardan 35 yıl sonra olan biteni tartışıyor ve yeniden canlandırıyorlar. Arjantin ile İngiltere 1982’de Falkland/Malvinas Savaşı’nda karşı karşıya gelmiş, İngiltere’nin askeri zaferiyle sonuçlanan vuruşmalarda her iki taraftan 1000 kişi hayatını kaybetmişti. Aradan yıllar geçti; savaşa neden olan adaların hâkimiyeti halen tartışmalı. Gerçekle kurmaca arasında, rol ile duygular arasında gidip gelen; askerle oyuncu, savaş hatıraları ile hikâye arasındaki farkı bulanıklaştıran Savaş Tiyatrosu, ilk gösterimini Şubat ayında Berlin Film Festivali’nde yaptı.

Savaş Tiyatrosu / Teatro De Guerra / Theatre Of War

My Generation / David Batty
İki Oscar’lı efsane İngiliz oyuncu Michael Caine’in gençlik yılları üzerinden 1960’larda İngiltere’de müzik ve sanat aracılığıyla gerçekleşen kültürel devrimi inceleyen bu keyifli belgesel, The Beatles, The Kinks ve Rolling Stones parçalarıyla dolu bir şölen; Paul McCartney, Marianne Faithfull, Twiggy ile yapılan röportajlar sayesinde de benzersiz bir dönem portresi. David Batty’nin yönettiği My Generation, filmin anlatıcısı ve kahramanı Michael Caine’e 2017 Venedik Film Festivali’nde Fondazione Mimmo Rotella Ödülü’nü kazandırdı.

Bayan Fang / Mrs. Fang – Wang Bing
Çin toplumunun en başarılı çağdaş belgeselcilerinden Wang Bing, Locarno Film Festivali’nden büyük ödül Altın Leopar’ı kazanan filminde kamerasını Çin’in güneyinde bir hasta yatağına çeviriyor. Filme adını veren Bayan Fang, köyde Alzheimer nedeniyle son günlerini yaşarken ailesi, yaşam kavgasını yansıtan gündelik konuları konuşarak kaçınılmaz olanı beklemektedir. Yönetmen Bing, kamerasını duygusallıktan uzak bir cesaretle ölümün yüzüne tutarken izleyicisine de meydan okuyor. Bayan Fang, geçmişine veya ilişkilerine dair herhangi bir bilgi vermediği başkarakterinin dünyadan ayrılışında çıplak, evrensel ve görüntüleri akıllara kazınan bir hikâyeyi gözler önüne seriyor.

Greenaway Alfabesi / The Greenaway Alphabet – Saskia Boddeke
The Greenaway Alphabet, festivale birkaç kez konuk gelen, Aşçı, Hırsız, Karısı ve Aşığı, Sayılarda Boğulmak ve Gece Bekçisi gibi yapıtlarının çoğunu izlediğimiz, yenilikçi yönetmen Peter Greenaway’in sinemasına, sanat görüşüne, ilişkilerine ve aile yaşamına samimi bir bakış atıyor. Greenaway’in eşi, multimedya sanatçısı Saskia Boddeke’nin yönettiği bu ilk belgesel, alfabede olduğu gibi A harfinden başlayarak bir yandan sanatçının 16 yaşındaki kızı Zoë ile çeşitli konular üzerine spontane muhabbetlerini takip ederken, bir yandan da dünya görüşünü ve sanatını etkileyen öğeleri kapsıyor. İlk gösterimini IDFA’da yapan Greenaway Alfabesi, hem dünyaca ünlü bir sanatçı, hem de zamanı kısıtlı bir baba ve eş olarak Greenaway’in benzersiz bir portresini çiziyor. Peter Greenaway, 1997 yılında İstanbul Film Festivali’nin Sinema Onur Ödülü’nü almıştı.

Parsel 35 / Carré 35 / Plot 35 – Eric Caravaca
70’ten fazla yapımda rol alan, birçok filmini festival izleyicilerinin tanıdığı ödüllü oyuncu Éric Caravaca yönettiği bu filmde, tıpkı bir yapbozun parçalarını birleştirir gibi, iyice gizlenmiş bir sırdan yola çıkarak kendi ailesinin geçmişini, kökenlerini, bir anlamda kirli çamaşırlarını ortaya döküyor. Caravaca, bu son derece kişisel projesinde, kendisi doğmadan önce, 3 yaşında ölen, ailede kimsenin sözünü etmediği, Charlotte adındaki kız kardeşinin gizemini çözmeye çalışıyor. Aile sırlarını alt üst ederken Fransa’nın sömürgeci yıllarına da değinen bu etkileyici belgesel, ilk gösterimini Cannes Film Festivali’nde özel bir seansta gerçekleştirdi. Caravaca’nın Le passager / Yolcu adlı kurmaca filmini de festivalde 2006’da izlemiştik.

Antonio Lopez 1970: Seks Moda Ve Disko / Antonio Lopez 1970: Sex Fashion & Disco – James Crump
1970’lerde moda, disko ve cinsel özgürlük, siyasal skandallara ve Vietnam Savaşı’na halkın tepkisiydi. New York ve Paris moda sahnesinin en etkili isimlerinden, vizyoner moda illüstratörü Antonio Lopez, 1970’lerin New York ve Paris’inin bu sınır tanımayan çılgın günlerinin hem en yakın tanıklarından hem de şekillendirenlerden biriydi. 70’ler dünyasında özgürlükçü tasarımlarıyla popüler kültürün geleceğini değiştiren karizmatik Lopez, moda dünyasına Jerry Hall’dan Grace Jones’a birçok unutulmaz yıldız kazandırdı. Lopez’in 1969-1973 yılları arasındaki görkemli yaşamını, parlak çevresini ve kışkırtıcı sanatını konu alan bu film, bizi cinsel devrimin, modanın ve disko müziğin tam kalbine götürmeye niyetli bir zaman kapsülü.

Antonio Lopez 1970 Seks Moda Ve Disko / Antonio Lopez 1970 Sex Fashion & Disco

Makala – Emmanuel Gras
Prömiyerini yaptığı Cannes Eleştirmenler Haftası bölümünden büyük ödülle dönen Makala, Gus
Van Sant’in Gerry, Bela Tarr’ın Torino Atı’ndan esinleniyor ve neredeyse şiirsel bir sadelikle, hayatını kömür yapıp satmakla kazanan genç bir adamı izliyor. Kongo Demokratik Cumhuriyeti’nin güneyinde, aşırı yoğun kömür imalatı yüzünden bitki örtüsüyle hayvan nüfusu neredeyse tükenmiş olan bir bölgede geçiyor Makala. Ailesini geçindirmek için elinden tek gelen, odun kömürü yapmak olan Kabwita, yaptığı kömürü satmak üzere tehlike dolu yollara düşüyor. Swahili dilinde “odun kömürü” anlamına gelen Makala’nın yönetmeni Emmanuel Gras, 2012 tarihli belgeseli Bovines / Büyükbaş ile tanınıyor.

Baba / Abu / Father – Arshad Khan
Pakistan asıllı Kanadalı yönetmen Arshad Khan, ergenlikten yetişkinliğe kendi kimliğini bulma hikâyesine ve ailesiyle olan ilişkisine eğilen bu oldukça kişisel belgeselinde ailesinin el kamerasıyla çekilmiş görüntüleri, klasik Bollywood filmlerinden sahneler ve animasyon karışımı bir dil kullanarak cinsellik, muhafazakârlık, din ve göçmenlik gibi konulara değiniyor. Festivalin konuğu olarak İstanbul’a gelecek olan Arshad Khan, Baba filmi ile Vancouver Uluslararası Güney Asya Film Festivali’nde En İyi Film Ödülü, TWIST Seattle Film Festivali ve Austin LGBTIQ Film Festivali’nde Jüri Ödülü kazandı.

Sonsuz Futbol / Fotbal Infinit / Infinite Football – Corneliu Porumboiu
Çağdaş Romen sinemasının en yetkin yönetmenlerinden Corneliu Porumboiu, bu kez şaşırtıcı toplumsal dramlarından uzaklaşarak tüm dünyanın ortak ilgisini toplayan ender etkinliklerden futbola odaklanıyor, ama elbette kendi tarzında. Filmde Porumboiu, 80’lerde futbol oynarken bacağını kıran eski futbolcu yeni bürokrat arkadaşı Laurentiu Ginghina ile sohbet ediyor çünkü Ginghina kendince bir “futbol devrimcisi”, amacı da bu sporu “Sonsuz Futbol” adını verdiği bir versiyona yükseltmek. Devrimci fikirleri arasında korner köşelerini kırparak sahayı sekizgene dönüştürmek de var. Futboldan Avrupa Birliği’ne bin bir konuya değinen Sonsuz Futbol umut, değişim, yaşam ve elbette futbol hakkında eğlenceli bir belgesel.

Ramen Üstatları / Ramen Heads – Koki Shigeno
Japonya’nın yıllar süren eğitim ve çıraklıkla ancak ustalığına erişilen eriştesi “ramen”in bu ülkedeki yerini araştıran Ramen Üstatları, ramen ustası Osamu Tomita’yı izliyor. Tomita Usta’nın kusursuz erişte için malzeme bulma, hazırlama ve pişirme sürecindeki takıntılı yaklaşımını gözlemleyen Ramen Heads, bir yemek etrafında kültürün nasıl oluştuğunu gözler önüne seriyor. Dünya prömiyerlerini IDFA Amsterdam ve San Sebastian Film Festivallerinde yapan Ramen Heads, Japonya’da en çok izlenen televizyon belgeseli yönetmenlerinden Koki Shigeno’nun ilk uzun metrajlı belgeseli.

Coby – Christian Sonderegger
Coby ABD’nin hoşgörüsü sınırlı ortabatı bölgelerinde, bir kasabada cinsiyet geçiş operasyonuyla erkek olan 23 yaşındaki Coby’nin ve ailesinin zorlu geçiş sürecini yakından izlerken değişimin kendisini de sorgulayan çarpıcı bir belgesel. Film ilk gösterimini Cannes Film Festivali’nin bağımsız sinema bölümü ACID’de yaptı.

Coby

İyi Kışlar / Buon Inverno / Happy Winter – Giovanni Totaro
İyi Kışlar, ekonomik krizle çalkalanan İtalya’nın meşhur adası Sicilya’daki yazlıkçıların hayatına sıcak, renkli ve son derece alışılmadık bir bakış atıyor. Yönetmen Giovanni Totaro, orta-alt sınıfın sıkıntılarını tatil mefhumu üzerinden anlatan belgeselinde oldukça yaratıcı bir metafor kullanıyor ve plajın mikro-kozmosu üzerinden İtalya’daki ekonomik krizi inceliyor. Mizahı bir sinema silahı olarak devreye sokan film, Ulrich Seidl tarzında, modern, dâhiyane fikirlerle dolu, rengârenk ve kışkırtıcı bir belgesel. İtalyan yönetmen Giovanni Totaro’nun ilk uzun metrajlı belgeseli İyi Kışlar, dünya prömiyerini IDFA Amsterdam Uluslararası Belgesel Film Festivali’nde gerçekleştirdi.

Mayınlı Bölge

Tarzı, yaklaşımı, tekniği ya da anlatımı farklı, alışılmadık, öncü, bazen zorlayıcı, sivri, bazen deneysel filmlerden oluşan bu bölüm özellikle keşifçi sinefillere sesleniyor. Sinemanın aykırı ruhları Mayınlı Bölge’de dolaşıyor.

Sevme Beni / Love Me Not – Alexandros Avranas
Festival seyircilerinin Şiddet Güzeli’nden tanıdığı Alexandros Avranas, bir kez daha maddi ve manevi çöküntü içindeki Yunan toplumuna odaklanıyor. Toplumsal dramdan gerilime, oradan da korku filmine evrilerek türler arası bir gezinti yapan Sevme Beni gerçek olaylardan esinleniyor. Rahatsız edici senaryosu ve acımasız toplumsal eleştirisiyle seyircileri ahlaki sınırlarını sorgulamaya zorluyor. Çocuk sahibi olmak isteyen bir çift, taşıyıcı anne olması için genç bir göçmen kızla anlaşır. Çiftin villasına taşınıp onlarla yaşamaya başlayan kız bir yandan bu yeni hayata alışmaya bir yandan da çifti yakından tanımaya çalışır. İşler yolunda giderken bir kaza her şeyi altüst eder.

San San Üçlemesi / The San Trilogy – Jonah Freeman, Justin Lowe
San San Üçlemesi, fütürist Herman Kahn’ın 1967 tarihli kitabı The Year 2000 / 2000 Yılı’nda San Diego ile San Francisco’nun kıyı bölgelerinin tek bir dev metropol oluşturacak şekilde büyüyeceğini öngörüsünden ortaya çıkıyor. Jonah Freeman ve Justin Lowe, Kahn’ın kitabındaki gerçekçi kurguyu ele alıp bir film üçlemesi yapıyor; Yüzen Zincir, Gölgede Senaryo ve Cıvakent. Üç belirgin bölümden oluşan San San Üçlemesi, bir dizi dekor, çevre düzenlemesi ve resim ile mimari modellemeler aracılığıyla ortaya konan sahte etnografik anlatılara dönüşüyor. San San Üçlemesi, daha önce sanatçı ikilisi Michael Elmgreen ve Ingar Dragset’in küratörlüğünü üstlendiği, “iyi bir komşu” başlıklı 15. İstanbul Bienali kapsamında Galata Rum Okulu’nda sergilenmişti.

Tatil / Holiday – Isabella Eklöf
Ulrich Seidl’ın atmosfer ve mizansenlerinden açıkça esinlenen Isabella Eklöf’ün bu ilk uzun metrajlı filmi, ilk gösterimini yaptığı Sundance’te sert sahneleri, sürprizli senaryosu, tüketici toplumuna getirdiği eleştiri ve huzursuz edici insanlık halleriyle çok konuşuldu. Gamsız Sacha, klan halinde Bodrum’da bir villada tatil yapan Danimarkalı bir uyuşturucu çetesinin reisinin sevgilisidir. Havuz, dondurma, motosiklet derken Hollandalı bir adamla yakınlaşır ve işler tatsızlaşır.

Köpuzlar / Dhogs – Andres Goteira
David Lynch, Michael Haneke, Taxi Driver, Straw Dogs hatta Holy Motors ile karşılaştırılan Köpuzlar, yazgı ve talih kavramları ile oynayan bir korku filmi. İspanya’nın Galiçya eyaletinden gelen Andrés Goteira’nın bu ilk filmi, izleyicinin zihniyle acımasızca uğraşan, duyarsız toplumu eleştirirken, müthiş manzaraları ve benzersiz atmosferiyle etkileyen bir köle-efendi filmi. Filmde, çölün ortasında bir benzinci, ıssız bir otel odası, kurban, suçlu ve tanık arasındaki çizgiler kesişirken insan doğasının en karanlık yerlerinden, en derin dehlizlerinden kaynaklanan feci olaylar meydana geliyor.

Köpuzlar / Dhogs

9 Parmak / 9 Doigts / 9 Fingers – F.J. Ossang
Sinemanın tavizsiz punk şairi, kült Fransız yönetmen ve müzisyen F.J. Ossang’ın, son filminden tam yedi yıl sonra çektiği 9 Parmak, “coşkulu bir punk ağıtı” olarak tanımlanıyor. Filmin harika görüntü yönetmenliğinin Jean-Pierre Melville ruhuna selam çaktığını iddia edenler de azınlıkta değil. Hayatından kaçmaya başlayan Magloire, kendisine bir servet bağışlayan biriyle karşılaşır. Bir süre sonra peşine düşen bir çete tarafından yakalanan Magloire, kendisini hem rehine hem de suça ortak bir halde bulur. Filmin başrolünü üstlenen Paul Hamy, geçen yıl Altın Lale kazanan Ornitolog filminin de başrolündeydi.

Yamyam / Caniba – Verena Paravel, Lucien Castaing-Taylor
Festival izleyicisinin bir balıkçı teknesini gözlemleyen sıra dışı belgesel Leviathan’dan hatırlayacağı yönetmen ikili Lucien Casting-Taylor ve Verena Paravel, sıra dışılıkta sınırları zorladıkları Yamyam ile tekrar festivalde. İzleyenlerin kendi sıra dışı arzularını sorgulamalarını amaçlayan yönetmenler, Venedik Film Festivali’nin Ufuklar bölümünde prömiyerini yapan filmlerinde bu kez toplum tarafından dışlanan Issei Sawaga’yı gözlemliyor. 1981’de Sorbonne’da öğrenciyken sınıf arkadaşını öldürüp yiyen Issei Sawaga, akli dengesi yerinde olmadığı gerekçesiyle yargılanmayıp Japonya’ya geri gönderildi. O günden bugüne işlediği korkunç suçun yarattığı sansasyonu çeşitli şekillerde paraya dönüştürerek geçinen Sawaga, halen ileri derece diyabet ve geçirdiği felç sonucu kardeşinin bakımına muhtaç yaşıyor ve ölümünün bir yamyamın elinden olmasını arzuluyor.

Piercing – Nicolas Pesce
Nicolas Pesce’nin, ilk filmi The Eyes Of My Mother / Annemin Gözleri’ni takiben çektiği Piercing, psikopat bir adamın öldürme niyetiyle bir fahişeyi otel odasına çağırmasıyla başlıyor. Ancak adamın planlarını gerçekleştirmesi pek kolay olmuyor, çünkü karşısına kendinden de şeytani planları olan bir kadın çıkıyor. İlk gösterimi Sundance’te yapılan Piercing, cinselliğin psikolojisiyle zalimce oynayan, kara komediden beslenirken sadomazoşizmin de kapılarını açan, Dario Argento ile Brian De Palma esintili kanlı canlı bir korku-gerilim filmi. Piercing, Takashi Miike’nin sertliğiyle meşhur Audition / Ölüm Provası filminin esin kaynağı kitabın da yazarı olan Ryû Murakami’nin romanından uyarlandı.

Sefil Hayat / Lowlife – Ryan Prows
Tarantino’ya saygı duruşu olarak tanımlanan Sefil Hayat, geçtiğimiz yıl tür sineması temalı festivallerin gözdelerinden oldu. Karakterlerin hiçbirisinin alıştığımız anlamda iyi olmadığı bu polisiye hikâye, Meksikalı göçmen kadınları fuhuşa zorlayan ve organ ticareti yapan bir mafya babası, onunla çalışmakta sakınca görmeyen yozlaşmış polisler, beceriksiz küçük suçlular ve uyuşturucu bağımlıları arasında geçiyor. Filmde bir de “El Monstruo” var, bir halk kahramanı olan aşırı güçlü babasının özelliklerini taşıyamadığı için aksine mafya babasının pis işlerine bakan, bir nevi olamamış süper kahraman. Bu sıra dışı karakterleri buluşturansa sürekli sarpa saran bir kaçırma girişimi oluyor. Sefil Hayat, senaryosundaki sürprizler kadar, aşırı şiddet içeren sahneleriyle de seyirciyi şaşırtıyor.

Sus Pus / Silent Mist – Zhang Miaoyan
Uluslararası gösterimlerini Busan ve Rotterdam Film Festivallerinde yapan Sus Pus, gerçek olaylara dayanan ürkütücü bir toplumsal dram. Hırs, güç arzusu ve toplumsal yozlaşmanın çağdaş Çin toplumunu nasıl etkilediğini ülkenin güneyindeki bir sahil kasabasında günlük alışkanlıklar ve sıradan halk üzerinden anlatan Sus Pus, huzur dolu kasabaya bir gece ansızın uğursuz bir sisin basmasıyla başlıyor. Kasabadaki evlerin duvarlarına gölgeler düşerken, ihtiyar bir adam da daracık yollarda dolaşmaya başlıyor, okullu bir kız, bir genç kız ve genç bir çift ise tedirginlikle ne yapacaklarını bilemez halde. Bol ödüllü yönetmen Zhang Miaoyan, bu dördüncü uzun metrajlı filminde vahşi olayları “bireysel özgürlüklere karşı masumların ödediği bedellerin simgesi” olarak tanımlıyor.

Sus Pus / Silent Mist

Antidepresan

İlk kez 2010 yılında festivalde yer alan ve kısa sürede festivalin vazgeçilmezlerinden biri olan Antidepresan, bu yıl Selpak’ın sponsorluğuyla yine olağanüstü bir seçki sunacak. Hayatı hafife alan, eğlendirirken düşündüren, mizaha ve dünyaya beklenmedik ters köşelerden bakan sıradışı filmleri bir araya getiren bölümde bu yıl 9 film yer alıyor.

Abrakadabra / Abracadabra – Pablo Berger
Başına buyruk İspanyol yönetmen Pablo Berger’in kara film ve gotik korku öğelerini nefes kesen bir tempo ve göz alıcı bir görsellikle birleştirdiği toplumsal eleştiri filmi Abrakadabra, bir düğün sırasında gerçekleştirilen başarısız bir hipnozun sıradan bir adamın içindeki seri katili uyandırmasının doğaüstü ve absürt hikayesini anlatıyor. Gerilim, kahkaha, doğaüstü olaylar ve 80’ler nostaljisiyle dopdolu bu toplumsal taşlama İspanya’nın Yabancı Dilde En İyi Film Oscar aday adaylarından da biriydi.

Temmuz Masalları / July Tales / Contes De Juillet – : Guillaume Brac
Fransız yönetmen Guillaume Brac’ın ikinci uzun metrajlı filmi Temmuz Masalları, Paris’te sıcak bir yaz günü beş genç kadın ve beş genç erkeğin arasında geçen iki farklı hikâyeden oluşuyor. Sabun köpüğü havasıyla festivalin en eğlenceli filmlerinden biri olan Temmuz Masalları, yer yer duygusal, yer yer cümbüşlü anları ve inceden feminist alt metniyle kadın-erkek ilişkisine dair keyifli bir seyirlik sunuyor.

Sergio & Sergei – Ernesto Daranas
2015 yılında festivalin açılış filmi olan Behavior / Hal ve Gidiş’in Kübalı yönetmeni Ernesto Daranas’ın en yeni filmi Sergio & Sergei, sınırların ve farklılıkların bir anlamının olmadığını gösteren bir hikâye sunuyor. Kübalı, telsiz meraklısı genç bir öğretim görevlisi olan Sergio ve yakıtı biten uzay istasyonunda tıkılı kalmış Rus astronot Sergei’in 1990’ların başında, SSCB’nin dağılma döneminde, telsiz üzerinden başlayan arkadaşlığını konu edinen film, Küba’nın günlük hayatı ile uzaydaki yaşamı zarafetle birleştirirken antidepresan tarihin dönüm noktalarından birine mizahi bir açıdan bakıyor.

Domuz / Khook / Pig – Mani Haghighi
Festivalde daha önce Ejderha Uyanıyor filmini izlediğimiz İranlı yönetmen Mani Haghighi, bu kez dünya prömiyerini Berlin’de yarışan bir seri katil komedisiyle yapıyor. Filmin kahramanı Hasan, ambargolu olduğu için yıllardır film çekemeyen bir yönetmen. Sektöre isyanı bir yana, kentteki yönetmenleri birer birer öldüren seri katilin bile teveccühüne mahzar olamıyor. Fakat bir dizi yanlış anlaşma ve sosyal medyanın azizliği sonucunda seri cinayetlerin zanlısı Hasan oluveriyor. İran sinema endüstrisi, sanatçı egosu, sosyal medya ve PR dünyasını tiye alan Domuz, rüyalarla gerçeğin birbirine girdiği, gerçeküstü bir kara komedi ve toplumsal hiciv.

Nothingwood / The Prince Of Nothingwood – Sonia Kronlund
Fransa’da radyo gazeteciliği yapan yönetmen yönetmen Sonia Kronlund, bu filmle savaştan bir türlü çıkamamış ülkesi Afganistan’da hiç usanmadan ve hiç korkmadan ardı ardına filmler yapmaktan hiç vazgeçmeyen oyuncu, yapımcı ve yönetmen Salim Shaheen’in hikayesini beyazperdeye aktarıyor. 30 yıldır çocukluk hayalinin peşinden giden ve kendi kadar ilginç ekibi ve oyuncularıyla bugüne kadar 110 film çeken, “Afganistan’ın Ed Wood’u” olarak anılan, bu eksantrik olduğu kadar idealist, üretken olduğu kadar parlak ve havalı adamın son derece neşeli, eğlenceli ve inanılmaz hikâyesini anlatan Nothingwood, dünya prömiyerini Cannes’da Yönetmenlerin On Beş Günü bölümünde yaptı ve gösterimde dakikalarca alkışlandı.

Nothingwood / The Prince Of Nothingwood

Sevda ve Kurşunlar / Ammore E Malavita / Love And Bullets – Manetti Bros
Napoli’yi mesken tutan bir mafya müzikali, şiddetli bir aşk filmi, dur durak bilmeyen bir aksiyon komedi olan Sevda ve Kurşunlar birbirinden çok uzak gibi görünen iki dünyanın bir araya gelme hikayesini anlatıyor. Prömiyerini yaptığı Venedik’te büyük bir coşkuyla karşılanan filmin müziklerini, Hamam filminin de müziklerini yazan, bu yıl festivalin Uluslararası Yarışma jürisinde yer alan Pivio, Aldo de Scalzi ile birlikte besteledi.

Düğünümüz Var / Le Sens De La Fête / C’est La Vie! – Olivier Nakache, Eric Toledano
Fransa’nın en yüksek gişe yapan filmi The Intouchables / Can Dostum’un yönetmenleri Olivier Nakache ve Eric Toledano’nun son filmi Düğünümüz Var, parti organizasyonlarının gizli kahramanlarının telaşlı ancak bir o kadar komik maceralarını konu alıyor. Huysuz düğün planlayıcısı Max, bir 17. yüzyıl sarayında gerçekleşecek kariyerinin son düğün organizasyonunun üstesinden gelmeye çalışırken, öte yandan mümkün olabilecek en düzensiz organizasyon ekibini kontrolü altında tutmaya çalışır. Prömiyeri Toronto Film Festivali’nde gerçekleştirilen Düğünümüz Var, incelikle kurulmuş olay örgüsüyle karakter komedisi tarzının günümüzdeki en iyi örneklerinden biri.

Claire’in Kamerası / Keul-le-eo-ui Ka-me-la / Claire’s Camera – Hong Sang-Soo
Güney Kore sinemasının yıldız yönetmenlerinden Hong Sang-soo, bu kez Cannes Film Festivali sırasında tanışan iki kadını bu sahil kasabasının sokaklarında izliyor; fotoğrafını çektiği insanların hayatını değiştirebileceğine inanan Parisli öğretmen Claire ile işinden yeni kovulmuş film şirketi çalışanı Manhee. Sang-soo, 2012’de In Another Country / Başka Bir Ülke’de birlikte çalıştığı Isabelle Huppert ve gözde oyuncusu Kim Min-hee’nin canlandırdığı bu iki yalnız kadının tatlı sohbetlerinde sanatın, sinemanın insanlar üzerindeki etkisini araştırıyor. Sang-soo’nun 2017 Cannes Film Festivali’nde gösterilen bu ikinci filmi, her zamanki gibi hafif, samimi ve zarif.

Ağacın Altında / Undır Trénu / Under The Tree – Hafsteinn Gunnar Sigurdsson
Kuzeyli mizahını özleyenler, İzlanda’nın buz tutmuş kasabalarından birindeki düşman komşuları konu alan bu kara komediden büyük keyif alacaklar. Dünya prömiyerini Venedik Film Festivali’nin Ufuklar bölümünde yapan filmin merkezinde bir ağaç var: Inga ile Baldvin’in bahçesindeki bu ağaç, Konrad ile Eybjorg’un bahçesine gölgesini düşürüyor ve bu basit anlaşmazlık önce saçmalığa, oradan da trajediye evriliyor. İzlanda’da kendini fazla göstermeyen güneş ve fazla bulunmayan ağaçlar yüzünden birçok kavga çıkmasından esinlenen yönetmen Sigurdsson, cephesi ev olan bir savaş filmi çekme niyetiyle yola çıkıyor.

Musikışinas

Müziği hayatın merkezine koyanların bölümü Musikişinas, bu yıl yine birbirinden güzel filmleri izleyiciyle buluşturuyor. Sinemaseverler ve müzik tutkunları, bu yıl da festivalin Musikişinas bölümünde, dünyanın farklı bölgelerinde müzik tarihine damga vurmuş ikonik isimlerin özgün ve çarpıcı hikâyelerini anlatan filmleri izleyecek.

Distant Sky – Nick Cave & The Bad Seeds Live In Copenhagen – David Barnard
Müziğin karanlık prensi, Avustralyalı şarkıcı, söz yazarı, besteci, senaryo yazarı, şair ve oyuncu Nick Cave ile grubu The Bad Seeds’in canlı konser filmi Distant Sky, 12 Nisan’da İstanbul Film Festivali’nde, bütün dünyadaki sinemalarla aynı anda tek bir özel bir seansta gösterilecek. Ekim 2017’de Kopenhag’da Kraliyet Arena’sındaki konser kayıtlarından yönetmen David Barnard tarafından kurgulanan Distant Sky’da grup, yeni albümleri Skeleton Tree’de yer alan müthiş şarkıların yanında bilindik klasikleri de icra ediyorlar. Nick Cave & The Bad Seeds, 14 yıl aradan sonra 25. İstanbul Caz Festivali kapsamında 10 Temmuz Salı akşamı KüçükÇiftlik Park’ta hayranlarıyla buluşacak.

Distant Sky – Nick Cave & The Bad Seeds Live In Copenhagen

Sağlam Şarkı / Song Of Granite – Pat Collins
Sağlam Şarkı, İrlanda folk müziği sean-nós’un en ünlü, efsanevi temsilcisi Joe Heaney’nin ilginç hayatını ülkenin masalsı manzaraları ve müziğin büyüsüyle birleştiriyor. İrlanda’nın en önemli belgeselcilerinden Pat Collins’in yönettiği film, Heaney’nin taşradan çıkıp nasıl 60’lar İrlanda’sının en popüler sean-nós şarkıcılarından birine dönüştüğünün izini sürüyor. Heaney’in üç farklı oyuncu tarafından canlandırıldığı ve gerçek arşiv görüntülerinin de kullanıldığı Sağlam Şarkı, İrlanda’nın Oscar adayı oldu; belgesel ile kurmaca arasındaki çizgiyi belirsizleştiren yapısı ve kendine özgü ışığıyla eleştirmenler tarafından Tarkovski’nin filmlerine benzetilerek övgü topladı.

Karşınızda Grace Jones / Grace Jones: Bloodlight And Bami – Sophie Fiennes
Karşınızda Grace Jones, disko kraliçesi, 70’li yıllarda moda dünyasını sallamış bir model, androjen görüntüsüyle bir kuir ikonu, karizmatik bir oyuncu ama hepsinden önemlisi kendini her dönemde yeniden yaratabilmiş cesur bir pop yıldızı olan Grace Jones’u daha önce hiç görmediğimiz yönleriyle görebileceğimiz bir belgesel. Jones’un uzun bir aradan sonra müzik dünyasına döndüğü 2008 tarihli albümü Hurricane’in hazırlık süreci ve turnesinden görüntülere yer veren bu belgeselde, gizemli yıldızın Jamaika’da ailesiyle geçirdiği günlerden sahne arkasında yaşadıklarına kadar özel anlara da tanıklık ediyoruz. Yönetmen koltuğunda ise Slavoj Zizek ile yaptığı yaratıcı belgeselleriyle tanıdığımız Sophie Fiennes yer alıyor.

Radiogram – Rouzie Hassanova
Komünist rejim altındaki Bulgaristan’da dini ifadeler ve batı kaynaklı müziğin ulusal tehdit kabul edildiği 1971 yılında yaşanmış bir hikâyeden esinlenen Radiogram, rock’n’roll delisi küçük oğluna yeni bir radyo almak için 100 kilometre yürüyerek en yakın şehre giden bir babanın hikâyesini anlatıyor. Kimlik, müziğin gücü ve özgürlük hakkındaki bu sıcak dram, Bulgaristan’ın tam merkezinde, Pomakların yaşadığı Rodop Dağları’nda geçiyor. Daha önce İstanbul Film Festivali–Köprüde Buluşmalar’a de katılan Radiogram, demirperde günleriyle ilgilenenlerin büyük keyif alacağı, “müzik özgürlüktür” ifadesine yeni bir anlam katan sıcak bir film.

Çeneni Kapa Ve Piyano Çal / Shut Up And Play The Piano – Philipp Jedick
Dünya prömiyerini Şubat ayında Berlin Film Festivali’nin Panorama bölümünde yapan Çeneni Kapa ve Piyano Çal, indie müzik dünyasının en nevi şahsına münhasır piyanistlerinden biri olan Chilly Gonzales’in müzikal yolculuğunun izlerini sürüyor. Feist, Jarvis Cocker, Peaches, Daft Punk ve Drake gibi çok farklı ve etkili müzisyenlerle işbirliği yapmış Grammy ödüllü besteci, piyano virtüözü Chilly Gonzales, rap, elektro ve solo piyano ile klasik pop arasında dur durak bilmeyen bir sanatçı. Doğduğu Kanada’dan 90’ların Berlin yeraltı dünyasına, Paris’ten dev konser salonlarına Chilly Gonzales’in dünyası, sahne ve özel hayatının kesişme noktalarıyla gözler önüne seriliyor.

Matangi / Maya / M.I.A – Steve Loveridge
Dünyanın tartışmasız en tartışmalı pop yıldızlarından M.I.A. ya da sahne dışındaki adıyla Matangi ya da Maya, Sri Lankalı ayrılıkçı Tamil Kaplanları’nın kurucusunun kızı, bir hip hop ünlüsü, siyaseti sanatından uzaklaştırmayı hiç düşünmeyen bir kadın. Berlin Film Festivali’nde ilk gösterimini yapan bu belgesel, dokuz yaşında ailesiyle birlikte önce Hindistan’a oradan Londra’ya göç eden, asıl niyeti belgesel yönetmenliği yapmakken sokak kültürü ve hip hop’tan esinlenip dünya çapında şarkıcı olarak ünlenen M.I.A.’in çoğunu kendi çektiği 22 yıllık videolarıyla özel, müzikal ve siyasi yaşamının bir portresini çiziyor.

Matangi / Maya / M.I.A

Ümmü Gülsüm’ün Peşinde / Looking For Oum Kulthum – Shirin Neshat (Shoja Azari İşbirliğiyle)
İran asıllı ünlü sanatçı Shirin Neshat, yönettiği yeni filminde Arap dünyasının efsanevi şarkıcısı Ümmü Gülsüm’ün hayatını ‘film içinde film’ olarak tasarlanmış bir yapıyla anlatıyor. Yönetmen Shirin Neshat, hayatı Ortadoğu’da kadın özgürlüğü adına adeta bir anıt belge olan Ümmü Gülsüm’ün hikâyesini anlatırken şovenist ve muhafazakâr bir toplumda bir kadının tutkularının peşinden gitmesinin ne tür bedeller karşılığında gerçekleştiğini gösteriyor. Neshat bu yıl, festivalin Sinemada İnsan Hakları yarışmasının jürisinde yer alıyor.

Gri Değil, Siyah: Ankara Rocks! / Black, Not Gray: Ankara Rocks! – Ufuk Önen
Müzisyenler ve Ankara arasındaki aşk-nefret hikâyesine yaptığı vurguyla Gri Değil, Siyah: Ankara Rocks! bir müzik ve şehir hikâyesi anlatıyor; 70’ler, 80’ler ve 90’larda Ankara’daki rock ve metal müzik sahnesini barlar, stüdyolar, konserler, Yüksel Caddesi, Tunalı, plak dükkanlarından geçerek keşfe dalıyor. Ankara’nın heyecan verici yeraltı müzik camiasını röportajlar, konser ve arşiv görüntüleriyle sunan belgesel, Ankara’da yapılan ve yaşanılan rock müzik dünyasını, yani bir yaşam tarzını, gençlerin oluşturduğu Ankara alt kültürünü inceliyor. Yönetmen, yapımcı ve senarist Ufuk Önen’in de Hazy Hill‘ın gitar/vokalisti olarak Ankara sahnesinin bir parçası olması sebebiyle hikâyesini içten ve dolaysız anlatmayı başaran bu filmi izleyiciler Önen’in sözleriyle “gülerek, alkışlayarak ve biraz da ağlayarak” izleyecek.

Ryuichi Sakamoto: Coda – Stephen Nomura Schible
Dünya prömiyerini Venedik Film Festivali’nde yarışma dışı yapan bu ilginç belgeselin tek kahramanı var: çağımızın en önemli sanatçılarından, kariyeri 40 yılı aşan, tekno-pop alanından Oscar ödüllü film müziklerine yıldızlığı tartışılmaz müzisyen Ryuichi Sakamoto. Bu benzersiz müzisyenin yaşam öyküsü de tıpkı müziği gibi farklı yolları izliyor. Japonya’yı sarsan Fukuşima felaketinden sonra Sakamoto, ülkesinde nükleer enerjiye karşı toplumsal hareketin yüzlerinden biri olmayı seçti. Kanser hastalığının ardından yeniden müziğe dönen sanatçı, yaşama bakışını değiştiren bu deneyimle yepyeni bir başyapıta imza attı. Çekimleri 2012’de, deprem, tsunami ve nükleer felaketin acıları henüz tazeyken başlayan bu film, hem sanatçı hem de sosyal farkındalığı yüksek bir insan olarak Sakamoto’nun çok özel bir portresini çiziyor.

Maria By Callas – Tom Volf
Dünyanın en ünlü sopranosu ve gerçek bir diva olan Maria Callas, ölümünden kırk yıl sonra kendi yaşamını kendi sözleriyle anlatıyor. Dünyanın dört bir yanındaki arşivler ve özel koleksiyonlardan toplanmış, daha önce hiç gün yüzüne çıkmamış filmler, fotoğraflar, özel mektuplarıyla bu eşsiz efsane, beyazperdeye geliyor. Aristotle Onassis, Marilyn Monroe, Alain Delon, Yves Saint-Laurent, J.F. Kennedy, Luchino Visconti, Winston Churchill, Grace Kelly ve Liz Taylor da bu olağanüstü filmde yer alıyor. Filmde Callas’ın yazılı sözlerini ünlü oyuncu Fanny Ardant seslendiriyor. “İçimde iki kişi var: Maria ve La Callas” diyerek trajik bir yaşam sürdüren efsanenin, benzersiz başarıları, özel hayatı, skandalları, aşkları ilk kez böylesine ayrıntılı bir şekilde beyazperdeye aktarılıyor.

Eric Clapton: Perdelerin Ardında Yaşam / Eric Clapton: Life In 12 Bars – Lili Fini Zanuck
Ünlü yapımcı Lili Fini Zanuck’un yönettiği Eric Clapton: Perdelerin Ardında Yaşam efsanevi gitarist Eric Clapton’ın travmatik çocukluğundan BluesBreakers, The Yardbirds ve Cream’li günlerine, 70’li yıllardaki uyuşturucu ve alkol bağımlılığından George Harrison’ın eşi Pattie Boyd’a duyduğu aşka, solo kariyeri ve küçük yaştaki oğlunun ölümüne kadar hayatının her devresine ayrıntılı ve özenli bir bakış atan biyografik bir belgesel. Zanuck’un ilk uzun metraj yönetmenlik denemesi Rush’ın (1991) müziklerini besteleyen Clapton, dostlukları uzun yıllara dayanan Zanuck’la kalp kırıklıkları, acılar ve başarılarla dolu hayatının en mahrem detaylarını içtenlikle paylaşıyor. Zanuck’un daha önce gün yüzüne çıkmamış arşiv görüntülerinden ve ses kayıtlarından derlediği film adını blues müziğin en temel akor dizisinden alıyor.

Eric Clapton: Perdelerin Ardında Yaşam / Eric Clapton: Life In 12 Bars

Nerdesin Aşkım?

Festivalin, aşkın ne yaşı ne de cinsiyeti olduğunun altını çizen bu bölümü, aşkı bulmanın, aramanın bin bir yolu olduğunu anlatan filmleri bir araya getiriyor.

Cumartesi Grubu / Saturday Church – Damon Cardasis
Maggie’s Plan / Kördüğüm’ün yapımcısı olarak tanınan Damon Cardasis’in – ilk uzun metrajlı yönetmenlik denemesi Cumartesi Grubu, müzikten, hayatın ironisinden ve çocukların hayal dünyasından beslenen bir dram. On dört yaşındaki bir ergenin, yaşadığı cinsel ve dinsel kimlik bunalımından kurduğu hayallere sarılarak kurtulma çabasını anlatan Cumartesi Grubu, müzikal sinemanın geleneklerini dramla birleştiren, özgün bir film. Cardasis, farklı türleri bir araya getiren yaklaşımıyla çocukluk ve yetişkinlik arasında da dikkat çekici bir köprü kurarak filmini ziyadesiyle ilginç kılıyor. Cumartesi Grubu, izleyenin kalbini ısıtan, hassas, şiirsel ve coşku dolu bir film.

Marvin / Reinventing Marvin – Anne Fontaine
Usta Fransız yönetmen Anne Fontaine’in yeni filmi, aktör olma hayaliyle köydeki evinden ve bunaltıcı hayatından kaçan bir çocuğun hikâyesini anlatıyor. Film, Marvin’in hayatını çocukluğu ve gençliği üzerinden, iki farklı düzlemde anlatıyor ve hayallerine yönelik etraflı bir çerçeve çiziyor. Fontaine’in odağında çocuklara cinsiyet rolleri üzerinden dayatılan ve yönelimleri neticesinde onları dışlayan bir eğitim sistemi ve toplumda kökleşmiş tahammülsüzlük var. Filmde kendini canlandıran Isabelle Huppert’in renkli performansı da, tıpkı başrolü üstlenen Finnegan Oldfield gibi göz kamaştırıcı.

Pastacı / Der Kuchenmacher / The Cakemaker – Ofir Raul Graizer
Berlin’de yaşayan İsrailli yönetmen Ofir Raul Grazier’in bu ilk uzun metrajlı filmi, aynı adamın yasını tutan Alman bir fırıncı adam ile dul kalan İsrailli bir kadını izliyor. Hüzünlü bir aşk üçgeninden yola çıkan Pastacı, dünya prömiyerini yaptığı Karlovy Vary Film Festivali’nde özellikle aşk ve aile kavramlarına incelikli bakış açısı; yas tutma, din, aile arasındaki çetrefil bağlar ve yemek tutkusunu işleyişiyle dikkat çekti.

Mirasçılar / Las Herederas/ The Heıresses – Marcelo Martinessi
Paraguaylı yönetmen Marcelo Martinessi, dünya prömiyerini yaptığı Berlin Film Festivali’nden ödülle dönen ilk uzun metrajlı filmi Mirasçılar’da, iki kadının 30 yıllık birlikteliklerinin ekonomik sorunlarla nasıl yıprandığını ve yeni bir niteliğe büründüğünü anlatıyor. Ailelerinden kalan mirasın hepsi bitince, Chela ve Chiquita çaresiz kalır. Sınıf farklılıklarına ve kadının özgürleşmesine özgün bir bakışla yaklaşan Mirasçılar, sinema üretiminin kısıtlı olduğu Paraguay’dan çıkan en nitelikli filmlerden.

Evlilik / Martesa / The Marriage – Blerta Zeqiri
Blerta Zeqiri’nin yönettiği ve üç başrol oyuncusunun performanslarıyla göz dolduran Evlilik, sırlar üzerine inşa edilmiş bir hayat kurmanın acılarını gözler önüne sererken, bir evlilik üzerinden geçmişiyle yüzleşememiş bir toplumu sorguluyor. Kosova savaşının izlerini halen üzerinde taşıyan genç bir kadın olan Anita’nın yakında evleneceği nişanlısı Bekim’le sevgi dolu bir ilişkisi vardır. Ancak, Bekim’in Paris’teki müzisyen arkadaşı Nol’un dönüşü, ilişkilerinde Anita’nın anlam veremediği bir değişiklik yaratacaktır.

Evlilik / Martesa / The Marriage

Cameron Post’a Ters Terapi / The Miseducation Of Cameron Post – Desiree Akhavan
Appropriate Behavior’ın yönetmeni ve yıldızı olarak tanıdığımız Desiree Akhavan’ın Sundance’te ödül kazanan ve Emily Danforth’un romanından uyarlanan Cameron Post’a Ters Terapi, sıcak ve özgün bir büyüme hikâyesi anlatıyor. Filme adını veren Cameron Post, lisede herkesin gıpta ettiği bir kızdır. Cameron mezuniyet gecesinde bir kızla sevişirken yakalanır ve bunun üzerine zorla bir “dönüştürme terapisi” merkezine yollanır. Disiplin, ahlak, “düzcinselleştirme” gibi yöntemlerin uygulandığı bu tuhaf merkezde Cameron yeni arkadaşlar edinir. Kimliğine ve kişiliğine sahip çıkan ergen bir kızı anlatan bu dokunaklı ve samimi film, “dönüştürme merkezinde” geçen bir Guguk Kuşu sanki.

Çiçek İstemez

İstanbul Film Festivali’nin bu yılki yeni bölümlerinden Çiçek İstemez, kahramanı güçlü kadınlar olan filmleri bir araya getiriyor. Bölüm kapsamında, gerçek hayatta da sinemada da baskılara boyun eğmeyen, kendi yolunu çizen, kendi ayakları üzerinde duran kadınların hikâyelerini anlatan, İran’dan Belçika’ya, Arjantin’den Gürcistan’a 10 film yer alıyor.

Korkunç Anne / Scary Mother – Ana Urushadze
İlk gösterimini Altın Leopar için yarıştığı Locarno Film Festivali’nde yapan ve Gürcistan’ın Oscar adayı olan Korkunç Anne / Scary Mother, her şeyi karşısına alıp tutkusunun peşinden gitmeye karar veren elli yaşındaki ev kadını Manana’yı izliyor. Ömrünü ailesine adamış olan Manana, yıllardır hayali olan romanı yazmak için hem ruhsal hem de fiziksel anlamada her şeyi feda etmeye hazırdır. Kısıtlamalar, ahlaki kodlar ve kalıplar üzerine olan bu filmi Gürcü yönetmen Ana Urushadze’nin bu ilk uzun metrajlı filmi. Korkunç Anne, absürd mizahi tonları, yaratıcılık mekanizmalarına bakışı ve özgürleşen kadın figürünü ele alışıyla birçok uluslararası festivalde ödüllendirildi.

Nigar / Negar – Rambod Javan
İran’ın en tanınmış televizyon ve sinema oyuncularından Rambod Javan’ın kamera arkasına geçtiği dördüncü uzun metrajlı filmi Nigar / Negar, ilk gösterimini ödül kazandığı Fajr Film Festivali’nde yaptı. Başkahraman Nigar rolünde Negar Javaharian’in öne çıktığı film, izleyiciyi son anına dek merak ve heyecan içinde bırakan bir polisiye dram. Babası beklenmedik bir şekilde intihar eden Nigar, borçları yüzünden evleri dâhil tüm malvarlığını kaybeder. Gece gördüğü bir rüyanın ardından, sabah elinde yüklü bir çek bulur. Nigar, çekin babasının ölümüyle bağlantısını çözmeye çalışırken rüyalarla gerçek iyice birbirine karışmaya başlar.

Bir Numara / Numéro Une / Number One – Tonie Marshall
Tonie Marshall, dünya prömiyerini Toronto Film Festivali’nde yapan yeni filminde Fransa’nın en büyük şirketlerinden birinin başına getirilen ilk kadın olma savaşını veren 40’lı yaşlarındaki kıdemli müdür Emmanuelle’in mücadelesini anlatıyor. Hırslı, cesur ve hazırcevap Emmanuelle, zirveye giden yolda hem işyerindeki erkekler kulübünün dişli sırtlanlarıyla hem de evdeki kocasıyla uğraşmak zorundadır. Bu çalışkan ve azimli kadının yoluna her türlü taşı koymaya niyetli olan, canavarlaşmaktan çekinmeyen erkeklerin gücü Emmanuelle’i durdurmaya yetmez. Girift olay örgüsüyle heyecanla izlenen hareketli şirket dramı Bir Numara / Number One cinsiyet eşitliğine vurgu yapıyor.

Gizemli Dil / The Sounding – Catherine Eaton
Catherine Eaton’un yönetmenliğini ve başrolü üstlendiği ve güncel siyasal iklime göndermeler taşıyan Gizemli Dil / The Sounding bir “ötekilik” hikâyesi. Senaryosunu İrlandalı oyun yazarı Bryan Delaney ile birlikte yazan Eaton yönetmenliği ve kontrollü oyunculuğuyla da dikkat çekiyor. Maine kıyısındaki ücra bir adada yaşayan Liv, yıllar süren sessizliğinin ardından Shakespeare-vari sözcüklerden kurulmuş bir dille konuşmaya başlar. Adaya getirilen nörolog Liv’i tedavi amacıyla hastaneye yatırır. İyileşmek yerine hastanede şiddete meyilli bir isyancıya dönüşen Liv, hayatı boyunca kapalı kapılar ardında kalma tehlikesiyle karşı karşıyadır.

Gizemli Dil / The Sounding

Erkeklere Bakmak / L’amour des hommes / Of Skin and Men – Mehdi Ben Attia
Erkeklik, bağlılık ve müstehcenlik kavramlarıyla iyiden iyiye dalga geçen Erkeklere Bakmak, estetiği hiç elden bırakmayan, kadın bakış açısını benimseyen sıcak bir film. Balıklı Bulgur filmiyle yıldızı parlayan, Tunus asıllı Fransız oyuncu Hafsia Herzi’nin, canlandırdığı Emel karakteriyle beğeni topluyor. Erkeklere Bakmak, Tunus’un batıya açık muhafazakâr toplumsal yapısını derinden sarsan fotoğrafçı bir kadının hikâyesini anlatıyor. Eşini aniden kaybettikten sonra yaşam Emel’i, dul bir kadın olarak hiç aklına gelmeyen yerlere sürükler. Sanatçı olarak ise, cüreti ve cesareti herkesi çileden çıkartacaktır çünkü erkeklerin erotik fotoğraflarını çekmeye başlamıştır.

Madeline Madeline’i İzliyor / Madeline’s Madeline – Josephine Decker
Dünya prömiyerini Sundance’te gerçekleştiren Madeline Madeline’i İzliyor ruhunu ve aklını kavrayan hastalığıyla yaşamını sürdüren, annesinin sevgisiyle boğulan, tiyatro sahnesinde ise bambaşka bir kişiliğe bürünen ergen bir kızın hikâyesini anlatıyor. Anne rolünde yönetmenliğiyle tanıdığımız Miranda July’ın, Madeline rolünde ise Helena Howard’ın olağanüstü bir performans sergilediği Madeline’s Madeline, Josephine Decker’ın üçüncü uzun metrajlı filmi.

Ava – Léa Mysius
Prömiyerini yaptığı Cannes Eleştirmenler Haftası bölümünden ödülle dönen Ava, genç bir kızın büyüme hikâyesini girift bir anlatı üzerinden kuruyor. Yönettiği ilk uzun metrajlı filminde Léa Mysius, oldukça kompleks, görsel olarak çok maharetli bir karakter portresi çiziyor; Güneş şemsiyeleriyle bezeli bir sahilde çocuklar oynuyor. Suyun sesi, gökyüzünün maviliği ve güneşin sıcaklığı hâkim. Bütün bu kalabalığın ortasında uyuyan bir çocuk Ava, henüz 13 yaşında. Ruhu uyanıyor ancak gözleri, bir hastalık nedeniyle kapanmak üzere. Genç kızlığına adım adım yaklaşırken, yolunda bekleyen sorunlarla baş edebilmek için kendince yöntemler arıyor.

Hâkim Hanım / So Help Me God / Yves Hinant – Jean Libon
Brükselli Yargıç Anne Gruwez, sürprizlerle dolu, son derece açık sözlü bir kadın; zanlılara ve vakalara sıra dışı yaklaşımıyla hem şaşırtıyor hem de sempatikliği ve tavizsiz duruşuyla kendine bir hayran kitlesi ediniyor. Gruwez’i davadan davaya bakarken gözlemleyen, bir yandan da Belçika yargı sisteminin trajikomik bir portresini çizen bu ilginç belgeselin yönetmenleri, Belçika ve Fransa’da 20 yıl aralıksız yayınlanan kült belgesel programı Strip-Tease’in yaratıcıları Yves Hinant ve Jean Libon. Güçlü kara mizahıyla kurmacaya göz kırpan, sansürsüz diliyle politik olarak yanlış Hâkim Hanım, dünya prömiyerini San Sebastian Film Festivali’nde gerçekleştirdi.

Alanis – Anahí Berneri
Alanis, Buenos Aires’te seks işçiliği yaparak geçinmeye çalışan bir kadının hikâyesini anlatıyor. Yetersiz ve taraflı yasalar nedeniyle evinden atılınca sokağın kendi yasalarına uyum göstermek zorunda kalan Alanis, bir yandan da ırkçılık ve önyargılara karşı onurunu koruyup çocuğuna bakmaya çalışıyor, ancak gitgide batağa saplanıyor. Arjantinli yönetmen Anahí Berneri ne ahlaki ne de toplumsal herhangi bir yargı filtresinden geçirmeden, ülkesindeki toplumsal çöküşün duygulardan arınmış, net ve olağanüstü gerçekçi bir portresini çiziyor. Alanis’i son derece gerçekçi canlandıran Sofía Gala Castiglione’nin film boyunca gerçek oğluyla etkileşimi müthiş bir performansla sonuçlanıyor.

Alanis

Bikini Moon – Milcho Manchevski
1994’te çektiği Before the Rain / Yağmurdan Önce filmiyle etkisini yıllar sonra bile koruyan bir başyapıta imza atan Milcho Manchevski, yeni filminde izleyiciye belgesel ve kurmaca türleri arasındaki gri alana yönelik sorular yöneltiyor. Bikini Moon’da bir belgesel ekibi, zihinsel problemleri olan bir veterineri, işlenmeye değer bir maden olarak görüp filmlerinin konusu haline getirmeye çabalıyorlar. Böylece farklı yaklaşımlar ve türler iç içe geçiyor, Manchevski, çağa ve çağın gerçeklik algısına dair bir tartışma açıyor. Bikini Moon, doğrunun göreliliğine ve ifşa etmenin şehvetine dair modern bir masal.

Bergman 100 Yaşında

İstanbul Film Festivali, dünya sinemasının en saygın yönetmenlerinden Ingmar Bergman’ı, doğumunun 100. yılında özel bir bölümle anıyor. Bergman 100 Yaşında bölümü için Türkiye’den 10 yönetmen, çağdaş sinema sanatının en etkileyici filmlerine imza atan İsveçli yönetmen Ingmar Bergman‘ın kendilerini en çok etkileyen filmlerini seçti. Yönetmenler, kariyerlerini ve sinemasal yaklaşımlarını etkileyen bu filmlerin İstanbul Film Festivali’ndeki gösterimlerini bizzat sunacaklar. Bergman 100 Yaşında bölümü Volvo Car Turkey sponsorluğunda gerçekleştirilecek.

Bergman 100 Yaşında seçkisini oluşturan sinemacılar ve seçtikleri Bergman filmleri şunlar:

  • Kazım Öz – Smultronstället / Wild Strawberries / Yaban Çilekleri (1957)
  • Emin Alper – Det sjunde inseglet / The Seventh Seal / Yedinci Mühür (1958)
  • Semih Kaplanoğlu – Nattvardsgästerna / Winter Light / Kış Işığı (1962)
  • Reha Erdem – Tystnaden / The Silence / Sessizlik (1963)
  • Can Evrenol – Persona (1966)
  • Ümit Ünal – Skammen / Shame / Utanç (1968)
  • Aslı Özge – Viskningar och rop / Cries and Whispers / Çığlıklar ve Fısıltılar (1972)
  • Melik Saraçoğlu & Hakkı Kurtuluş – Scener ur ett äktenskap / Scenes from a Marriage / Bir Evlilikten Manzaralar (1973)
  • Yeşim Ustaoğlu – Höstsonaten / Autumn Sonata / Güz Sonatı (1978)

Yaban Çilekleri / Smultronstället / Wild Strawberries – Ingmar Bergman
Yedinci Mühür’ün hemen ardından çektiği Yaban Çilekleri, Ingmar Bergman’ın iyimser ve mizahi yanı güçlü filmlerinden. Sessiz sinema döneminin usta oyuncusu Victor Sjöström, rol aldığı bu son filmde, kendisine verilen bir ödülü almak üzere Stockholm’den Lund’a giden 78 yaşındaki emekli doktor Isak Borg’u canlandırıyor. Taşra yollarında karşılaştığı otostopçular, yaşlılığını iyice hisseden ketum ve soğuk doktorun sık sık dalarak kendi geçmişini düşünmesine, hayatının gözlerinin önünden geçmesine neden olur. Rüyalar, anılar ve yollar arasında gidip gelen, Bergman’ın senaryosunu hastanedeyken yazdığı Yaban Çilekleri, kaçırılmış gençlik fırsatları ve ebeveyn çocuk ilişkilerine dair çok katmanlı bir yol hikâyesi anlatıyor.

Yedinci Mühür / Det Sjunde Inseglet / The Seventh Seal – Ingmar Bergman
Yedinci Mühür, gerçek bir sinema klasiği olmanın yanı sıra ölüm, yaşam ve inanç hakkında çekilmiş en etkileyici filmlerden biri olarak da son derece önemli. Yedinci Mühür, Avrupa’nın Kara Veba salgını altında ezildiği ortaçağda geçer. 10 yıldır savaş ve şeref uğruna yollarda olan şövalye Antonius Block, en sonunda memleketi İsveç’e dönmüştür ama karşısında onu almaya gelen Ölüm’ü bulur. Block, son bir hamleyle kendi hayatı üzerine satranç oynamayı teklif eder; eğer kazanırsa ölüm onu almayacaktır. Ölüm’ün sinemada belki de en unutulmaz biçimde bir bedene büründüğü, Yedinci Mühür, sonsuz felsefi göndermeleri ve eşsiz görselliğiyle sayısız yönetmene ve filme esin kaynağı oldu.

Kış Işığı / Nattvardsgästerna / Winter Light – Ingmar Bergman
Bergman’ın Tanrının Sessizliği üçlemesinin ikinci filmi olan Kış Işığı, üçlemenin diğer filmleri gibi, insanın Tanrı ve dinle ilişkisine yoğunlaşıyor. Varoluşunu sorgulayan, inancını yitirmiş bir rahibin, ondan yardım isteyenler ve ona yardım etmek isteyenlerle olan ilişkilerini konu alan film, İsveç taşrasının karlı ve soğuk günlerini dingin ve şairane bir sinematografi eşliğinde sunuyor. 1960’ların nükleer savaş tehdidinin her anına sızdığı Kış Işığı Bergman’ın kendi yaşamından da izler taşıyor.

Sessizlik / Tystnaden / The Silence – Ingmar Bergman
Tanrının Sessizliği üçlemesinin son filmi olan Sessizlik, iki kız kardeş arasındaki çatışma üzerinden modern dünyada iletişimsizliği konu alıyor. Ester, kız kardeşi Anna ve oğlu, Avrupa’daki yolculukları sırasında, Ester’in hastalığının iyice kötüleşmesiyle, dillerini bile bilmedikleri, isli ve sevimsiz bir şehirde konaklamak zorunda kalırlar. Yerleştikleri otelde zaman geçtikçe, kız kardeşler arasındaki mesafe ve gerginlik iyice artar. Gösterime girdiğinde ahlaksızlık suçlamalarıyla İsveç parlamentosundan kiliseye kadar birçok kurumdan çok ağır tepkiler alan film, bu sayede müthiş bir gişe başarısına ulaştı.

Sessizlik / Tystnaden / The Silence

Persona – Ingmar Bergman
Ingmar Bergman’ın en gizemli, en rahatsız edici filmlerinden Persona, David Lynch’ten Claude Chabrol’e, hatta Abba’ya kadar etkisi yayılan, sarsıcı bir psikolojik dram. Bibi Andersson’ın canlandırdığı genç hemşire Alma, Liv Ullman’ın canlandırdığı, konuşmayı reddeden aktris Elisabeth Vogler’in tedavi süreciyle ilgilenmektedir. İkili, birlikte, deniz kıyısındaki bir eve yerleşir. Ancak zamanla tedavi tersine işler; Elisabeth yerine Alma konuşup içini dökmeye başlar; ikilinin kişilikleri birbirine geçtikçe, gerçekle hayal de birbirine girer. Bergman’ın birçok kusursuz başyapıtından biri olan Persona, yönetmenin sözleriyle “yalnızca sinemanın keşfedebileceği sözsüz gizlere dokunuyor”.

Utanç / Skammen / Shame – Ingmar Bergman
Savaşın ortasında kalmış bir çiftin birbirlerine tutunma hikâyesi üzerinden utanç, ahlaki çöküntü ve şiddet kavramlarını ele alan Utanç, Bergman’ın ender distopya filmlerinden biri. Apolitik, sanatçı çift Eva ve Jan, savaştan olabildiğince uzak kalabilmek için ıssız bir adaya yerleşmişlerdir. Ancak eninde sonunda onlara ulaşan savaşın çiftin üzerindeki etkisi son derece yıkıcı olacaktır. Vietnam Savaşı’nın en sıcak döneminde çekilen film, savaşın kendisinden çok, birey üzerindeki psikolojik etkilerine değiniyor. Bergman, kendi yaşadığı ıssız Farö adasında çektiği Utanç’ta asıl savaşın hemen çeperinde süregiden “küçük savaş” kavramına yoğunlaştığını söylüyor.

Çığlıklar Ve Fısıltılar / Viıskningar Och Rop / Cries And Whispers – Ingmar Bergman
Bergman’ın dönem filmlerinden Çığlıklar ve Fısıltılar, 19. yüzyılın sonlarında, iki kız kardeşin ölmek üzere olan kız kardeşlerini ziyaret edişlerini konu alıyor. Kırmızı rengin son derece baskın kullanımıyla gotik bir atmosfere bürünen film, üç kız kardeş ve hizmetçilerinin birbirleriyle olan ilişkileri üzerinden aile bağlarına ve iletişim sorunlarına derinlemesine bir bakış atıyor. Bergman’ın neredeyse en karamsar filmi olan Çığlıklar ve Fısıltılar, yönetmenin sinemasında sıkça kullanılan temaları rüyaların ve gerçekliğin iç içe geçtiği yepyeni, korku sinemasına yakın bir görsellikle işliyor.

Bir Evlilikten Manzaralar / Scener Ur Ett Äktenskap / Scenes From A Marriage – Ingmar Bergman
Sıradan insanların sıradan hayatlarını anlatmasıyla Bergman sinemasında bir ilk olan Bir Evlilikten Manzaralar, on yılın sonunda aşkları canlı kalsa da evlilikleri çöken İsveçli çift Marianne ve Johan’ın hayatını mercek altına alıyor. Altı bölümlük bir mini-dizi olarak İsveç televizyonlarında yayımlanan Bir Evlilikten Manzaralar, ertesi yıl sinema için yeniden kurgulanarak kısaltıldı. Festivalde, bütünlüğü korunarak özgün kurgusu gösterilecek olan Bir Evlilikten Manzaralar, başta Woody Allen ve Richard Linklater olmak üzere birçok usta sinemacının çalışmalarını etkiledi.

Güz Sonatı / Höstsonaten / Autumn Sonata – Ingmar Bergman
Ingmar Bergman’ın efsane oyuncu Ingrid Bergman ile birlikte ilk ve tek çalışması olan Güz Sonatı, yönetmenin tek mekânda geçen “oda sineması” filmlerinin en etkili ve en sarsıcı olanı. Ingrid Bergman’ın canlandırdığı dünyaca ünlü piyanist Charlotte, eşinin ölümünden sonra, yedi yıldır görüşmediği kızı Eva’yı (Liv Ullmann) ziyarete gider. Mesafeli, buz gibi ölçülü Charlotte, küskün Eva ve felçli diğer kızı Helena, birbirleriyle yüzleşir, yıllardır erteledikleri pişmanlıklar, inkâr ve kabullenişlerini ortaya dökerler. Ingrid Bergman, sinemada üstlendiği bu son rolde gösterdiği performansıyla Oscar’a da aday gösterildi.

Güz Sonatı / Höstsonaten / Autumn Sonata

Gömülü Hazineler

Sinema tarihi varlığı az bilinen, kaybolmuş, yıllar boyu izleyici karşısına çıkmamış veya literatürde adından hak ettiği kadar bahsedilmemiş, başka yapımların gölgesinde kalmış filmlerle dolu. Bu gizli başyapıtlar, bazen kaliteleriyle sinemaseverleri şaşırtacak, bazen de zamanlarının bu denli ötesinde oluşlarıyla akıllara durgunluk verecekler. İstanbul Film Festivali, Alkan Avcıoğlu’nun küratörlüğündeki bu bölümde bu filmleri gömülü olduğu yerden gün ışığına çıkarıyor.

Özel Mülk / Private Property – Leslie Stevens
Amerikan rüyasının yüzeyselliğini merceğe alan Hitchcockvari psikolojik gerilim Özel Mülk, 2015’e kadar kayıp film statüsündeydi. Film 1960’ta ilk çıktığında döneminin prodüksiyon kodlarının dışına çıkmış, eleştirmenlerin gazabına uğramış ve Katolik Kilisesi tarafından yasaklanmaya çalışılmıştı. Dağıtımcısı Citation Films kapanınca, 60.000$ bütçeli bu küçük film kayıplara karıştı; 2015’te UCLA Film Arşivi’nde bulunan 35mm kopyası restore edilene kadar. Film 2016’da tekrar vizyona girdiğinde, kısa sürede 1960’lar Amerikan sinemasının en öncü çalışmalarından biri olarak kabul edilmeye başlandı. Biçimsel ve tematik arayışlarıyla zamanının ötesinde olan bu yenilikçi kara film, Truffaut ve Chabrol’e uzanan bir Yeni Dalga etkisini, modern Amerikan sinemasına taşıyan ilk filmlerden.

İki Kaçak / Figures In A Landscape – Joseph Losey
Joseph Losey’nin hikâyeyi fazla ele vermemeye çalıştığı, ucuz bir aksiyon-gerilim kılığındaki filmi İki Kaçak, usta yönetmenin filmografisinde hep gölgede kalan eserlerinden olsa da biçimsel anlamda en deneysel ve özgür çalışmalarından biri. 1971’de The New York Times’da filmin eleştirisini yazan Vincent Canby’nin yönetmenin yine The Servant/Genç Hizmetçiler ve Accident/Kaza’daki metafizik konuların peşinden gittiğini yazdığı filmin Losey için hikâyesi, doğanın özündeki avcı ve av arasındaki hayatta kalma yarışının izini sürmek için mükemmel bir alegoriydi. Karakterlerin adının, mekânın ve ayrıntıların önemi olmayan bu film, özellikle izleyicilerde yarattığı gizem ile 1970’lerin devrimsel filmlerinden biri olarak kabul ediliyor.

Safha 4 / Phase IV – Saul Bass
Unutulmaz afiş ve açılış jeneriklerine imza atmış Saul Bass kısa filmi ile Oscar kazandıktan hemen sonra 1974 yılında ilk uzun metrajını çekmek için kollarını sıvadı. Ancak 20. yüzyılın ikonik grafik tasarımcılarından Bass, karıncalar üzerinden zeki ve stilize bir bilimkurgu yapmak isterken Paramount filmi klişe bir gişe canavarına çevirmek istiyordu. Bass’in kurgusu onay almadan değiştirildi, montaj sekansından oluşan final kesildi ve film gişede başarısız olunca da kısa sürede halının altına süpürüldü. Neredeyse 40 yıl sonra, kayıp finalin 35mm makarası bulununca restore edilen film, nihayet hak ettiği kıymeti hızla geri kazandı. Bass’in çektiği tek film olan Safha 4, benzersiz düşsel atmosferiyle perdede görülmesi gereken bir şölen.

Liquid Sky – Slava Tsukerman
Zamanının ötesinde fikirler ve muhteşem bir soundtrack’e sahip Liquid Sky, bilimkurgu tarihinin en uçuk kaçık ve özgün filmlerinden biri. Eroin için dünyaya inen ve daha sonra daha büyük hazların peşine düşen uzaylılarla türünün anlatı kalıplarına şok geçirten film, 1980’ler New York’unun yeraltı dünyasına yakından bakıyor. Avangard ve cyberpunk estetiğinden beslenen atmosferi, günümüzde Electroclash akımından Lady Gaga ve Sia gibi ikonların kostümlerine kadar her yerde karşımıza çıkıyor. Liquid Sky kitsch bir bilimkurgu olduğu kadar bir distopya filmi, cinsel roller üzerine yenilikçi bir anlatı, moda ve müzik üzerine kehanetlerle dolu bir biçimsel arayış. Engin Ertan’ın yazdığı gibi “her zevke hitap etmeyen ancak bir kısım seyircinin aklını başından alacak bir özgün fikirler toplamı”.

Nil’in Kızı / Ni Luo He Nu Er / Daughter Of The Nile – Hou Hsiao-Hsien
Nil’in Kızı, geçtiğimiz yıl dijital restorasyonu yapılana kadar Tayvanlı yönetmen Hou Hsiao-Hsien filmografisinin en az dikkat çekmiş filmlerinden biriydi. Günümüzün en önemli yönetmenlerinden, Altın Lale’li Hou Hsiao-Hsien, kariyerinde sıklıkla yaptığı gibi bu filmde de kent hayatında marjinalize olmuş, yabancılaşmış gençliğin izini sürüyor. İleride A City of Sadness; Millennium Mambo; Goodbye South, Goodbye gibi filmlerinde mükemmelleştireceği natüralist stilin ilk emarelerini verebu film, Ozu ve Bresson gibi ustaların açtığı kapıdan ilerleyen ve sonunda kendi sinema dilinin farkına varan yeni bir ustanın haberini veriyor. The Village Voice ve Film Comment’in anketlerinde 1990’ların en önemli yönetmeni seçilecek Hou’nun kariyerinin en kilit filmlerinden Nil’in Kızı, Gömülü Hazineler bölümünde gösterilecek.

Nil’in Kızı / Ni Luo He Nu Er / Daughter Of The Nile

Cinemania

Sinema aşkından, “sinefil olmaktan”, “sinema tutkusundan” yola çıkan bu bölüm sinema dünyasının en iyileri, yıldızları, yol gösterenleri, köşe taşları ve anıtlarını İstanbul Ayvansaray Üniversitesi sponsorluğunda bir araya getiriyor. Bu seçkide başyapıtlar, kayıp, kült veya yeniden gündeme gelmiş klasiklerin restore edilmiş sinema kopyaları; sinema hakkında çekilmiş, sinemacıları veya film sanatını gündeme taşıyan sürprizler yer alıyor.

Arabesk – Ertem Eğilmez
Yapımının 30. yılında Arabesk özel bir gösterimde İstanbul Film Festivali’nin konuğu olacak. Yeşilçam sinemasının, özellikle güldürüleri ile tanınan, bu alanda pek çok kült filme imza atmış yönetmeni Ertem Eğilmez, Banker Bilo, Hababam Sınıfı Güle Güle, Şekerpare ve Milyarder’in ardından 1988’de son filmi Arabesk’i çeker. Türkiye tarihinde bir “kırılma” döneminin kapanışında seyirciyle buluşan Arabesk, dönemini ve kültürünü tavizsizce hicveder, gişe rekorları kırar ve birçok repliği on yıllar sonra bile popüler kültürde yerini korur. Çekimin son aylarında nefes yetmezliğiyle yatağa mahkûm olan Ertem Eğilmez’in Arabesk’i kendine acıma halinin bir güzellemesi, kültürel olarak “acı”nın mizahla alt edilmesini temsil eden tarihi bir filmdir.

Şoför Nebahat / Driver Nebahat – Metin Erksan
Sinema kariyerine 1944’te başlayan Sezer Sezin’in, izleyicinin oldukça benimsediği ve uzun yıllar “Şoför Nebahat” olarak anılmasına neden olan, aynı adlı filmi o kadar çok rağbet görür ki, 1964 ve 1965 yıllarında devam niteliği taşıyan filmler çekilir. Gerçekten de “Şoför Nebahat” karakteri, bulunduğu yapıtı aşan toplumsal göndermeleriyle gündelik hayatta kalıp bir söz, çalışma hayatında “erkekleşen kadınları” tanımlamanın ifadesi haline gelmiştir. Filmde, kamusal alanda var olabilmek, ekonomik özgürlüğünü elde edebilmek için “erkek işi” yapmaya mecbur kalan bir kadının, Nebahat’in öyküsü anlatılır. Şoför Nebahat, Sezer Sezin anısına gösteriliyor.

Siyah Otomobil / Black Car – Aram Gülyüz
Oldukça üretken ve bir o kadar da “deyiş mucidi” olan Aram Gülyüz’ün polisiye filmi Siyah Otomobil, eşinin vefatının ardından görevli olduğu emniyet teşkilatından çekilerek öğretmenlik yapan karizmatik memur Kenan’ı (Ayhan Işık) izler. Kenan, “önemli” bir görev için tekrar teşkilata çağrılır ve akabinde bir türlü çözülemeyen kadın cinayetlerinde görevlendirilir. Yeşilçam sinemasında, oldukça farklı türlerde popüler filmlere imza atan Aram Gülyüz, bu filminde çarpıcı bir muziplikle mevcut polisiye klişelerini kullanır. Ayhan Işık ve Ajda Pekkan’ın başrollerini paylaştığı Siyah Otomobil’in günümüzde değerini hâlâ koruyan müziklerinde ise Vasfi Uçaroğlu Orkestrası’nın imzası bulunuyor. Bu film, bu yıl festivalin Sinema Onur Ödülü’nü alacak olan Aram Gülyüz için gösteriliyor.

Göl / The Lake – Ömer Kavur
Hastalıklı bir tutkuyu konu alan psikolojik gerilim Göl, büyükşehirde çalışan Nalan adında bir şarkıcının (Müjde Ar), kasabadaki gazinoya davet edilmesiyle başlar; Nalan kasabaya geldiği anda şu söz seyirciyi karşılar: “Kasaba hayatı ıssızdır”. Kasabanın en güçlü adamı Murat’ın (Hakan Balamir) ölen eşinin yerine koyup tutsak aldığı Nalan, bu ıssızlığı Hasan’a duyduğu ilgiyle aşmaya çalışırken, Murat’ın “her şeyin eskisi gibi olacağı”na dair takıntısı filmin gerilimle dolu atmosferini oluşturur. Göl, kasabanın sınırlılığında ve küçüklüğünde, söz edilen “ıssızlığın”, “yabancı” ve dolayısıyla “arzu nesnesi” olarak görülen kadının hayatındaki “tekinsizliğe” dönüşümüyle anlam kazanır. Senaryosunu Selim İleri’nin yazdığı, yapımcılığını ise Atıf Yılmaz’ın üstlendiği Göl, Hakan Balamir anısına gösteriliyor.

24 Kare / 24 Frames – Abbas Kiarostami
Sinemasal sınırları hep zorlayan, sinemada başyapıtlar yaratırken fotoğraf çekmeyi hiç bırakmayan İranlı büyük usta Abbas Kiarostami, ölmeden önce fotoğraf tutkusunu sinemaya taşıdı. 1999 yılında İstanbul Film Festivali’nden Sinema Onur Ödülü alan Kiarostami’nin veda filmi 24 Kare, fotoğraf ve tablolardan esinlenen her biri dört buçuk dakikalık 24 kısa filmden oluşuyor. Bu benzersiz filmin çıkış noktası ise, metafizik bir soru: Fotoğraf çekildikten hemen sonra ne olur? Görüntünün öteki dünyası neler saklar? Kiarostami’nin yaşamını adadığı iki sanat olan sinema ve fotoğraf arasında bir köprü kuran, hiç diyalog içermeyen 24 Kare, sanatçının sinemaya gönderdiği son aşk mektubu, sinemaseverler için de görsel bir hazine.

24 Kare / 24 Frames

Yeşil Sis / The Green Fog – Guy Maddin, Evan Johnson, Galen Johnson
Festival izleyicisinin oldukça iyi tanıdığı Kanadalı eksantrik yönetmen Guy Maddin’in “yeşil” Vertigo / Yükseklik Korkusu yorumu, sürprizlerle dolu, ilginç bir deneyim sunuyor. Maddin ve ortak yönetmenler Evan ve Galen Johnson’ın San Francisco’ya bir aşk mektubu yazma niyetiyle yola çıktıkları film, bu şehirde çekilmiş 98 film ve 3 diziden sahnelerin yeniden kurgulanmasıyla Alfred Hitchcock’un Yükseklik Korkusu’nun post-modern bir versiyonuna dönüştü. San Francisco Film Festivali’nin siparişi üzerine kurgulanan bu benzersiz filmin özgün müziğini Jacob Garchick besteledi, Kronos Quartet de icra etti. Yeşil Sis, Guy Maddin’in bol ödüllü The Forbidden Room / Yasaklı Oda’nın ardından yönetmenler Evan ve Galen Johnson ile yeni çalışması.

Çirkin Kral’ın Efsanesi / The Legend Of The Ugly King – Hüseyin Tabak
Türkiye ve dünya sinemasının efsanelerinden Yılmaz Güney’e saygı duruşu niteliğindeki Çirkin Kral’ın Efsanesi, ailesi, çalışma arkadaşları ve dostlarıyla yapılan röportajlarla sanatçının dünya görüşü, sanat anlayışı ve zorluklarla dolu hayatına eğiliyor. Güney’in 1982 Cannes Film Festivali’nde Yol filmi ile kazandığı Altın Palmiye’den sonra Avrupa sinemasında bir efsaneye dönüşmesini tanıklıklarla sunan film, dünya prömiyerini Yılmaz Güney’in 33. ölüm yıl dönümünde Toronto Film Festivali’nde gerçekleştirdi. Hüseyin Tabak’ın yedi yılda tamamladığı Çirkin Kral’ın Efsanesi, Costa Gavras ve Michael Haneke gibi saygın yönetmenlerle söyleşiler de içeriyor.

Siyah Gelinlik / La Mariee Etait En Noir / The Bride Wore Black – François Truffaut
Fransız Yeni Dalgası’nın alametifarika yönetmenlerinden François Truffaut’nun altıncı uzun metrajlı filmi Siyah Gelinlik, yönetmenin bu akımdan uzaklaştığı, yeni ve özgün bir tarza yöneldiği döneme denk gelir. Truffaut’nun Hitchcock’a saygı duruşu niyetiyle çektiği film, düğün günü kocasını öldüren beş katilin izini süren ve yalnızca siyah ya da beyaz giyinen bir kadının hikâyesini anlatıyor. Bu sıra dışı intikam filminin başrolünde, yine Truffaut’nun çektiği Jules ve Jim ile yıldızı parlayan Jeanne Moreau ise son derece gizemli, çarpıcı ve alabildiğine karizmatik. Siyah Gelinlik, 2006’da İstanbul Film Festivali’nin Yaşam Boyu Başarı Ödülü’nü alan efsane oyuncu Jeanne Moreau anısına gösteriliyor.

Paris, Texas – Wim Wenders
Yol filmlerinin en içlisi, işlevsiz aile filmlerinin en kalp acıtıcısı, atsız bir western… Olağanüstü güzellikteki yalın görüntüleri ve Ry Cooder’ın klasikleşen müziğiyle başyapıt niteliğindeki bu kült film, ilk gösteriminden on yıllar sonra, hâlâ etkileyiciliğini koruyor. Belleğini yitirmiş bir adam Texas Çölü’nde dolaşıp durur. Onu bulan kardeşi, belleğinin canlanmasına, dört yıl önce ardında karısını ve oğlunu bırakarak çekip gittiği yaşama geri dönmesine yardım eder. Yönetmen yardımcısı koltuğunda tanınmış Fransız yönetmen Claire Denis’nin oturduğu Paris, Texas yalnızca Wim Wenders’ın değil, başrolündeki, Eylül’de kaybettiğimiz Harry Dean Stanton’ın da tartışmasız en iyi filmlerinden.

Keşanlı Ali Destanı / Keşanlı Ali’s Epic – Atıf Yılmaz
Cumhuriyet dönemi Türkiye edebiyatının en parlak ve en üretken isimlerinden biri olan Haldun Taner’in aynı adlı tiyatro oyunundan sinemaya uyarlanan Keşanlı Ali Destanı’nda Haldun Taner, sinemanın efsane isimlerinden Atıf Yılmaz ve yapımcılığı üstlenen Memduh Ün’ün yolları kesişiyor. 1964’te, Türkiye sinemasının nicelik açısından “patlama” yaşadığı bir dönemde gösterime giren epik film, Sineklidağ adında bir gecekondu semtinde geçiyor. Kuştepe ve Hoca Hüsrev semtlerinde çekilen Keşanlı Ali Destanı, hapisten döndüğünde ezilmemek için güçlü ve zalim olmayı seçen, Fikret Hakan’ın canlandırdığı Ali’nin “efsane”sini anlatıyor. Keşanlı Ali Destanı, Fikret Hakan anısına gösteriliyor.

Keşanlı Ali Destanı / Keşanlı Ali’s Epic

Mimari Ütopyalar – Sinematik Distopyalar

37. İstanbul Film Festivali, deneysel video çalışmaları, canlı görsel tasarımları/performansları ve Plastikman, Richie Hawtin, Captain Comatose için ürettiği müzik videolarıyla tanınan Ali Mahmut Demirel’in yer aldığı projede Arter ile işbirliği yapıyor. Ali Mahmut Demirel’in üretim sürecini bütünsel bir yaklaşımla ele alan program kapsamında sanatçının Başak Doğa Temür küratörlüğündeki “Ada” başlıklı kişisel sergisi 16 Mart-15 Temmuz tarihleri arasında Arter’de düzenleniyor. Sanatçının sergide yer alan üç videosunun esin kaynağını oluşturan Derek Jarman’ın The Last of England / İngiltere’nin Sonu, Andrey Tarkovski’nin Stalker ve Metin Erksan’ın Kuyu filmleri de 37. İstanbul Film Festivali’nin Mimari Ütopyalar–Sinematik Distopyalar özel bölümünde gösterilecek.

Kuyu / The Well – Metin Erksan
Türkiye sinema tarihinde oldukça önemli bir yere sahip olan Metin Erksan’ın kendine özgü görüntü ve anlatım estetiğini pekiştirdiği filmi Kuyu, evlenmeye ikna edilemediği için yabanıl bir adam tarafından defalarca dağa kaldırılan bir kadının mücadelesi ve sonunda intikamını anlatır. Erksan’ın bir gazete haberinden yola çıkarak kaleme aldığı senaryosu, kadına şiddeti diyaloga değil, kadının bakışına, sürüklenişine, uğradığı şiddete dair yönetmenin özgün bakışını gösteren kadraja odaklanır.

İngiltere’nin Sonu / The Last Of England – Derek Jarman
Yeni Kuir Sinemanın ve 1970-1990 yıllarında İngiltere’nin en radikal, en yenilikçi, en yaratıcı sinemacılarından Derek Jarman’ın belki de en sert filmlerinden biri olan İngiltere’nin Sonu, kişisel anılarından yola çıkarak 1980’lerde İngiltere’nin kültürel ve geleneksel çöküşüne ve Thatcherizmin getirdiği yıkıma dair bir eleştiri filmi. Deneyselliğin sınırındaki İngiltere’nin Sonu, kuralsızlığın hüküm sürdüğü Londra sokaklarından kargaşa görüntüleriyle modern dansı bir potada eritiyor. Tilda Swinton, bu erken dönem filmindeki performansıyla izleyiciyi adeta hipnotize ediyor.

Stalker / Andrei Tarkovsky
Efsane Rus yönetmen Andrey Tarkovski’nin başyapıtı kabul edilen Stalker, iki yolcunun bir rehber eşliğinde yasak bir bölgeye yaptığı metafizik yolculuğu konu alıyor. Alışılagelmiş kalıpların çok dışında, yalın ama güçlü görüntüleriyle hem gerçek bir bilimkurgu hem de tam bir zihin egzersizi sunan, insanın doğasına ve umutlarına odaklanarak, aynayı izleyenin kendi yüreğine yönelten Stalker tekinsiz atmosferi, felsefi çağrışımları her sinemaseverin mutlaka görmesi gereken, günümüzde de etkisinden hiçbir şey kaybetmeyen benzersiz bir film.

Yorum Yapın

Bunlar da İlginizi Çekebilir