Modern insanın, özellikle de metropol insanının hayali çekip gitmek, medeniyetten uzaklaşmaktır. Peki, hayatını üretmekten çok tüketerek geçiren, yapay bir gerçeklikte var olmaya çalışan ve çevresini bir ağ gibi örmüş olan teknolojiye esir yaşayan yirmi birinci yüzyıl insanı, hep hayalini kurduğu o “doğal ve organik” yaşama kaç gün tahammül edebilir, rutinlerini kırmış olmanın ve özgürleşmenin coşkusunun yerini mutsuzluk ve rahatsızlıkların alması ne kadar sürer sizce?
‘The Aviator’, ‘American Psycho’ ve ‘Face Off’ gibi filmlerden (belki güçlükle) hatırladığımız aktör ve senarist Matt Ross’un yazıp yönettiği ve Viggo Mortensen’ın başrolünde oynadığı Captain Fantastic, medeniyetten ve tüketim toplumundan uzakta yaşamayı seçmiş bir aileyi konu ediniyor. Dünya prömiyerini Sundance Film Festivali’nde yapan ve senenin en farklı, en özgün yapımlarından biri olan Captain Fantastic, Cannes Festivali’nde de “orijinal ve farklı” yapımların yarıştığı Un Certain Regard kategorisinde En İyi Yönetmen ödülünü almayı başardı.
Amerikan toplumunun yaşam biçiminden sıkılan ve onlara dayatılanları reddeden Ben Cash (Mortensen) ve eşi Leslie, geniş bir ormanlık alanda bir arazi satın alır ve burada yaşamaya başlar. Çift, teknolojiden ve tüketim toplumundan tamamen uzakta, doğanın kucağında bir yaşam sürer ve altı çocukları olur. Her birine, daha önce hiç kimsede duyulmamış, uydurma isimler verirler ve onları sanat, edebiyat, bilim ve daha birçok konuda kendileri eğitirler.
Film, bipolar bozukluktan mustarip Leslie’nin hastalandığı için şehirdeki bir hastaneye yatırılması ve Ben’in çocuklarıyla yalnız kalışıyla başlıyor. Filmde Leslie’yi neredeyse hiç görmüyoruz. Açılış sahnesinde, en büyük çocuk Bodevan’ın erkekliğe adım atışını kanıtladığı bir av ritüeli yer alıyor ve sonrasında da babayla altı çocuğun oldukça ağır tempolu sabah sporlarından beslenme alışkanlıklarına, günlük işlerinden akşam vakti yaptıkları okuma seansına kadar her şeye, bir günü kabataslak geçirme biçimlerine şahit oluyoruz. Ben çocuklarına kuantum fiziğinden edebiyat ve siyaset tarihinin en ağır eserlerine dek birçok farklı kitap okutuyor ve onların tüm sorularına hiç çekinmeden cevap veriyor. Çocuklar gerek pozitif ve sosyal bilimler hakkında, gerekse cinsellik gibi tabu alanlarda dilediklerini diledikleri yaşta öğrenebiliyorlar ancak toplumdan uzak yaşadıkları için bunları pratiğe dökebilecekleri bir alan bulamıyorlar. Başta asi yaradılışlı ve annesini çok seven Rellian olmak üzere bu yöntemleri ara sıra sorguladıkları anlar yaşasalar da, çocuklar ailelerini ve yaşam tarzlarını oldukça seviyorlar.
Derken Ben’in, kız kardeşinden aldığı bir telefonla eşini kaybettiğini öğrenmesiyle her şey altüst oluyor. Çünkü Leslie, yattığı hastanede intihar etmiştir ve çocuklarını kaybetmenin üzüntüsüyle daha da saldırganlaşan Leslie’nin ailesi, özellikle de babası, Ben’i cenazede görmek istememektedir. Oysa Ben, karısının herhangi bir dinin kurallarına göre gömülmeyi reddettiği, aksine yakılıp küllerinin şehirdeki en umumi yere, bir helanın deliğinin tam içine dökülmesi yönündeki son isteğini gerçekleştirmek istemektedir. Bunun üzerine çocuklarını yanına alır ve karavanlarına atlayarak, yanlarında asla kullanmadıkları kâğıt paralar ve modern toplumun hiçbir cihazı olmadan şehrin yolunu tutarlar. Çocuklar şehir hayatını, teyzelerini, büyükanne ve büyükbabalarını ilk kez görecekler ve birçok farklı deneyim yaşayacaklardır.
Captain Fantastic, ülkemizde Film Ekimi kapsamında gösterime girdi ve orijinal dili, modern topluma getirdiği klişelerden uzak eleştirel yaklaşımı, özgün senaryosu ve başta genç oyuncular olmak üzere son derece iyi seçilmiş oyuncu kadrosuyla dikkatleri çekti. Benim için de kesinlikle senenin en dikkat çekici, en tekrar tekrar izlenesi filmi oldu diyebilirim.
Herkese keyifli seyirler.