Atina’nın sokaklarında gezen kameraya eşlik eden bir dış ses. “Işık hiç olmazsa karanlık da olmaz. En azından bizler ışığı bulana kadar. Çünkü deneyimlerimden de biliyorum ki tekrar tekrar karanlığa düşeceğim.” Görüntülerde kirli sokakların yerini eğlenen insanlar ve sıcaklık alır. “Dostlarımın desteğiyle yine karanlıktan sonra etrafı aydınlatan ışık olacağım.” Kuir drag sanatçılarının büyük neşeyle sohbet edip yemekler yaptığı danslar ettiği görülür, “çünkü bizim hikayemiz İncil’de değil kaldırıma dökülmüş parıltılı simlerde geçer ve simler sonsuzdur.” Kahkahalar etrafı sarar ve karanlık aydınlanır. Dünya prömiyerini geçen yıl Rotterdam Film Festivali’nde yapan aydınlatıcı kuir belgesel “Avant-Drag!”; Yunan yönetmen, küratör ve akademisyen Fil Ieropoulos’un ikinci uzun metraj işi ve aynı zamanda onun ilk uzun metraj belgeseli olma özelliğini taşıyor.

Belgesel oldukça düzenli, hatta kurgusu bile belli bir mantık çerçevesini hiç terk etmiyor denilebilir. Filmin kurgusunu aynı zamanda yönetmen Ieropoulos üstleniyor ve burada kurgucudan çok bir akademisyenin izleri ağırlıkta. Belgesel boyunca önce tek tek sonra finalde hep beraber yuvarlak masada tartışırken gördüğümüz on drag sanatçısı aracılığı ile drag sanatının toplumda birçok konuyla ilişkisini inceleyen hikâye örgüsü yer yer bir ders kitabı havası veriyor. Kuir bireylerin toplumda sağlık hizmetlerine erişiminden dini travmalarına kadar birçok pencereden perspektifini giriş seviyesinde sunan film, finaldeki yirmi dakikalık yuvarlak masa sekansı ile her şeyin kesişimsel olduğunu gözler önüne seriyor. En son jenerikler akarken de bir üniversite seminerinden çıkmış gibi hissediyoruz. Fakat bu kötü bir özellik değil, tam tersi, belgeselin erişilebilirliğini arttıran zekice bir tercih. Balkan kültürüne ve sosyopolitiğine aşina olmayan izleyiciler için, bu belgesel film; bu hassas temalara dalmak için mükemmel bir başlangıç noktası oluyor. Balkanlara aşina olan bizler için ise deja vu yaşatacak bir tekrar olmanın ötesinde, iki ülkenin de aslında birbirine ne kadar benzediğini ve uğraşılan sorunların sebeplerinin bile aynı olduğunu gösteren trajik bir ayna halini alıyor. Drag sanatçılarının hepsini pazar yeri veya hastaneler gibi çeşitli kamusal alanlarda veya doğrudan sokaklarda takip ederken “Etrafın İstanbul’dan hiç farkı yok,” diye düşünmekten kendimi alamadım. Özellikle 2018 tarihli Yunan kuir hakları aktivisti Zackie Oh cinayeti üzerinden kuir cinayetlerine odaklanan segmentlerde bile Türkiye’de yaşanmış çeşitli trajik olayları, örneğin genç yaşta öldürülen trans aktivist Hande Kader’i hatırlamak bile çekilen çilelerin zamansızlığını ve sınırsızlığını vurguluyor.

Bu “zaman ötesi” durumu aynı zamanda her drag sanatçısının kendi segmenti sonunda yaptığı ufak drag performanslarında da görmekteyiz. Her biri yaklaşık bir dakika olan bu performanslar, Amerikalı kuir ve aykırı yönetmen John Waters’ı hatırlatan cinsten düşük bütçe ve VHS analog usul ile çekilmiş. Sanatçıların performanslarının da çabalarının da yıllarca süregeldiğini gösteren anlamlı bir tercih demek mümkün. Sanat ile gerçek hayatın aynasını çizen sanatçıların röportaj segmentlerindeki içtenliği de filmin önemini arttıran diğer bir unsur.

Finalde kuir sanatçıların uğraştıkları çeşitli sorunları ve toplumun farklı olanı nasıl yalnızlaştırdığını tüm acısıyla gösteren bu belgesel; usta teknikliğiyle izleyicilerin aklında uzun süre yer edinecek gibi görünüyor. “Avant-Drag!”; Türkiye prömiyerini 21 Ocak’ta İzmir Uluslararası Belgesel Festivali’nde yapar yapmaz 24-26 Ocak arası düzenlenecek Pembe Hayat KuirFest’te de Ankaralı izleyicilerle buluşacak.