EKOFİLM platformu, Türkiye’deki bağımsız sinema sektöründe ilk örneklerini gördüğümüz sürdürülebilir film yapımı üzerine çalışmalar yapan yeni bir platform. Bu konuyu oldukça derinlemesine bir şekilde ele alıyorlar ve sinemacılara önemli kazanımlar sağlıyorlar. Platformun kurucuları Dr. Ekin Gündüz Özdemirci ve Nurten Bayraktar ile yaptığımız bu röportajı aşağıda bulabilirsiniz.
Keyifli okumalar dileriz.
Öncelikle hoşgeldiniz. Bu röportajı yapmayı kabul ettiğiniz için çok teşekkür ederiz. Platformunuzu tebrik ediyoruz. Türkiye’de örneğini görmediğimiz, özgün bir kuruluşsunuz. Bu nedenle sizinle bu röportajı gerçekleştirmek istedik. Şu şekilde başlayalım: Bildiğimiz kadarıyla çalıştığınız üniversitede de benzer bir yapının içerisindesiniz. Böyle bir platform kurma fikri nasıl ortaya çıktı?
Dr. Ekin Gündüz Özdemirci: Biz de çok teşekkür ediyoruz davetiniz ve bu röportaj için. Sürdürülebilir film yapımı aslında daha çok bağımsız sinemacıların ilgi gösterdiği ve ilk örneklerini orada gördüğümüz bir durum. Bu nedenle bağımsız filmlere odaklanan Bağımsız Sinema’da bu röportajı gerçekleştirmek oldukça örtüşüyor.
EKOFİLM, British Council’ın desteklediği bir projenin uzantısı olarak başladı. British Council, Going Global Partnerships Programı’nın başvurularını açtı. Biz bu programa üniversite bünyesinde kurduğumuz Çevreci Beşerî Bilimler Uygulama ve Araştırma Merkezi olarak başvurduk. Nurten ve ben o merkezde çalışıyoruz. Bu merkez bünyesinde, İngiltere’de Brunel Üniversitesi ile bir ortaklık kurarak British Council’ın bu projesine başvurduk. Türkiye’de sinema ve medya sektöründe, çevresel sürdürülebilirliğin geliştirilmesine yönelik bir proje yazdık. Bu proje kabul edildi.
Bu proje kapsamında EKOFİLM platformunu kurduk. Bu platformu kurmamızın sebebi de daha fazla insanı dahil ederek sektöre erişimi kolaylaştırmaktı. Biz, proje bitiminde de bunun devam etmesini istiyoruz. Proje kapsamında çeşitli eğitimler (sektör, profesyoneller ve öğrenciler için) ve çevre dostu filmlerin nasıl yapılabileceğine dair çeşitli rehberler tasarlıyoruz. Bütün bunların geliştirilerek, sektör ve akademi arasındaki iş birliklerinin kurulmasını istiyoruz.
Bu kapsamda, Zeynep Atakan’ın kurduğu YapımLab, Reha Erdem’in kurucularından olduğu Atlantik Film Yapım Şirketi; sivil toplum örgütleri kapsamında ise Yuvam Dünya Derneği ve Sinema-TV Sendikası bizim projemizin resmi destekçi kurumları arasındadır. Reha Erdem’in son filmi Neandria’da ve Serpil Altın’ın Bir Zamanlar Gelecek 2121 filminde, çevre dostu, sürdürülebilir film yapım uygulamaları hayata geçirildi. Bu iki bağımsız yapım, bu kapsamda Türkiye’deki ilk örneklerdir. Dünyada örnekleri olsa da bu tür bir üretimi birleştirici bir yapı Türkiye’de mevcut değildi. Aslında platform, bir anlamda buna da hizmet ediyor. Hedefimiz, sektörün bu anlamda yönlendirildiği ve ortak birtakım işlerin yapılabildiği bir yapı haline gelmektir.
Nurten Bayraktar: İklim krizi, büyük oranda insan kaynaklı bir felaket. Aslında beşerî bilimlerin de amacı insanı anlamak ve onu iyiye teşvik etmek, böyle bir amaç doğrultusunda çalışmalar yürütmek. Dolayısıyla burada iki amaç var: İnsanların davranışlarını ve ekonomik sistemlerin işleyişini değiştirebilmek. İnsanların davranışlarını değiştirebilmek için medya çok etkin. Bu nedenle de aslında görsel- işitsel ve yaratıcı endüstrilerin tamamının böyle bir amaç edinmesi ve insan davranışlarını değiştirmeye yönelik teşvik mekanizması rolüne girmesi, amaçlardan bir tanesidir. Bu da tutarlı davranmak anlamına geliyor. Bir filmde bir şeyi göstermiş olmak örneğin iklim krizi temalı bir film yapmış olmak değil mesele. Bu bilinçte, her filmde ve her yapımda bunu uygulayabilmek gerekiyor.
Filmden kastımız da tabii ki sadece sinema filmi değil. Aslında kamerayla kayıt yapılarak oluşturulan tüm eserleri kastediyoruz. Bunun içine YouTube vlogları, Instagram reelsları da giriyor. Sinemanın ve medyanın gücünü kullanarak insan davranışlarında gelişme sağlayabilmek ve her sektörün iklim krizine uyum sağlaması ve çevreye zararlı etkisinin azaltılması amaçlanıyor. Film sektörü de yaratıcı endüstrilerin içinde en büyük karbon ayak izine sahip olan, yani çevreye en büyük zararı veren sektör.
Buradan hareketle platformumuzun da iki hedefi olduğunu söyleyebiliriz: yaratıcı endüstrilerin gücünü kullanarak insan davranışlarında iyiye yönelik bir değişime teşvik etmek ve film sektörünün gelecekte nasıl bir dönüşüm yaşayacağını anlatarak bunu gösterebilmek. Bu amaçla da film yapımının çevreye zararlı etkilerini azaltmak ve ilerleyen zamanlarda, nasıl bir dünyaya sahip olacaksak bu sektörün de ona uyum sağlayabileceği ve devam edebileceği bir yapıya getirmek. O yüzden platformun adı “Sürdürülebilir Yapım Platformu”.
Tabiatın, sanat için her zaman ilham olduğu ve onu beslediğini biliyoruz. Peki bu ilişki sinema için nasıldır? Sinema ve doğa ilişkisini nasıl tanımlarsınız?
Dr. Ekin Gündüz Özdemirci: Öncelikle sinemayı bir hikâye anlatıcılığı olarak değerlendirmek; filmlerin ve hikayelerin, insan-doğa ilişkisini nasıl temsil ettiğini incelemek bununla birlikte üretim sürecini de değerlendirmek lazım. Sürdürülebilir yapımın çalışma alanının da iki ayağı bu: ekosinema ve ekoeleştiri. Ekoeleştiriyi film çalışmalarına uyarladığınızda, ekosinema olarak da adlandırılan ya da daha geniş bir perspektifte ekomedya olarak da adlandırılan bir çalışma alanı ortaya çıkıyor. Bunun temel hedefi, filmlerin, kurmaca hikayelerin ve görsel anlatımın, haberlerin ve insanın doğayla kurduğu ilişki üzerine neler söylediğini incelemektir. İnsan dışı doğanın da adil bir temsiliyet bulduğu bir anlatım dilinin ve hikaye anlatıcılığının nasıl mümkün olabileceğine odaklanıyorlar. Temsilin, insan merkezci tondan daha ekomerkezci tona nasıl evrilebileceğine odaklanıyorlar. Bu hikaye anlatıcılığı aslında, biz buna “sürdürülebilir içerik üretimi” dedik.
Bir diğer boyutu da daha pratik ve uygulama boyutu yani sürdürülebilir prodüksiyon. Bu üretim sürecinin yoğun kaynak tüketimine dayalı, atık üretimine dayalı, enerji tüketimine dayalı bir üretim süreci var. Bu üretim sürecinin çevre etkisinin nasıl azaltılabileceği, karbon ayak izi daha düşük, çevre etkisi daha az olan bir yapım süreci inşa etmenin nasıl mümkün olabileceği konularına odaklandık. Bu da sinema-doğa ilişkisinin maddesel boyutunu oluşturuyor. Akademik olarak medya ve ekoeleştiride, bu iki konuda çalışmaların ilerlediğini görüyoruz: içerik ve uygulama boyutu.
Yani tüm süreç, hikaye ile başlıyor anladığım kadarıyla.
Dr. Ekin Gündüz Özdemirci: Hikaye önemli bir boyutu tabi, bir de tutarlılık önemli. Örneğin çevreye duyarlı mesaj veren, böyle bir içeriğe sahip bir film çekiyorsunuz diyelim; bunun arka planında yoğun bir atık üretimi, enerji tüketimi veya insan dışı doğayla ilişki bağlamında çekimin yapıldığı çevrede birtakım hassasiyetlerin gösterilmemesi gibi şeyler söz konusuysa o zaman burada etik bir çıkmaz meydana geliyor. Yani içerikle uygulamanın uyumsuzluğu karşımıza çıkıyor. Bu ikisini uyumlu hale getirmek de önemli.
Aslında ben de Bir Zamanlar Gelecek: 2121 filminden bahsedecektim. Bu filmin yeşil set konusunda yani sürdürülebilir film yapım noktasında özgün ve Türkiye’de ilk örneklerinden olduğunu ve iklim krizini de konu aldığını biliyoruz. Siz bu gelişmeyi nasıl değerlendiriyorsunuz? Dünyada örnek olarak gösterebileceğiniz eserler var mı?
Dr. Ekin Gündüz Özdemirci: Serpil Altın’ın yönettiği Bir Zamanlar Gelecek: 2121 ile Reha Erdem’in yönettiği Neandria filmi birbirine çok yakın zamanlarda çekildi. İki bağımsız yapım şirketi birbirinden habersiz olarak böyle bir karar almış. Serpil Altın’ın filmi bir ekodistopya ve iklim krizi etrafında şekillenen bir tema var, Reha Erdem’in filminde de arka planda bir çevre konusu var. Zaten o, tüm filmlerinde insan-doğa ilişkisine dair bir yaklaşımı sergiler ama bu filminde arka planda insan dışı doğa ve çevre meseleleri önemli bir yere sahip.
Biz örnek uygulama incelemesi olarak her ikisiyle de görüştük. İkisinde de ortak bir etik motivasyon söz konusu. Bu da şu şekilde gerçekleşiyor: İçerikte doğa ile ilgili bir konu anlatırken kamera arkasında da buna uyumlu davranmayı hedefliyorlar. Kendi çabalarıyla uluslararası örnekleri araştırarak kendilerine bir yol haritası çiziyorlar. Biz, platformu kurduğumuzda o filmlerin ikisi de çoktan çekilmişti. Bize sağlayabildikleri verilerle biz örnek uygulama analizini yaptık.[1]
Bu anlamda Türkiye’de ilk kez bu konu hakkında düşünmeye başlandı. Bize ulaşan çok fazla bağımsız film projesi var ancak ana akımla da görüşüyoruz. O çok daha önemli çünkü yapımın boyutu büyüdükçe çevre etkisi de artıyor. O yüzden aslında ana akımı entegre etmek çok daha önemli. Dünyada bu kavramın nasıl geliştiğine bakarsak aslında küresel film endüstrisine yön veren ülkelerde gelişmeye başladığını görüyoruz. Birincisi Birleşik Krallık ve Birleşik Devletler. Çok büyük prodüksiyonların yapıldığı coğrafyalar bunlar, buralarda benzer bir farkındalığın başladığını görüyoruz. Bu ülkelerde BAFTA, BFI ve PGA gibi sektörün de desteklediği, içinde devlet desteğinin de olduğu özerk yapılar, karar alıcı, fon sağlayıcı, sektöre yön veren kurumsal yapılar var. Bunların inisiyatifiyle ve sektörün desteğiyle sürdürülebilir film yapım uygulamalarının yapılmaya başlandığını görüyoruz.
Tekrar yeşil setlere dönecek olursak sizce sürdürülebilir film yapımı nasıl yaygınlaştırılabilir? Bu kapsamda sinemacıların ve sinema severlerin yapabilecekleri şeyler nelerdir?
Nurten Bayraktar: Aslında devlet destekli teşvikler en önemli etken, vergi indirimleri ya da çeşitli ayrıcalıkların sunulması gerekli. Ama daha yaygın olan, bu yapımların film fonlarına şart olarak konulması. Örneğin Britanya Film Enstitüsü’nde, filmlere fon vermek için karbon ayak izinin hesaplanması şart koşuluyor. Dolayısıyla film çekilmeden önce, çekilirken ve çekildikten sonra bunların hepsinin raporlanması ve karbon sıfırlama gerekliliği öne sürülüyor. Bununla birlikte filmin çevreye etkisinin sıfırlanabilmesi için fidan desteğinde bulunulması da gerekiyor. Özellikle bağımsız sinema için film fonlarına bunun şart koşulması önemli bir şey.
Bir diğer yandan da dijital platformlar ve televizyon kanallarındaki programları seçenlerin kararlarını alırken buna dikkat etmesi ve bunu şart koşması söz konusu olabilir. Örneğin birkaç birlik var bir araya gelerek içerisinde iklim krizine değinmeyen prodüksiyonu almamak üzere bir mutabakata varmışlar. Bu da bir başka teşvik mekanizması. Sektörün kendi içinde böyle bir dinamik ve teşvik uygulaması oluşturması ve bunu yukarıdan aşağıya bir talep haline getirmesi gerekli. Türkiye’de, sektör kendi içerisinde bir değişime gidilmesi gerektiğini görerek farkındalık oluşturdu.
Filmlerin PR çalışmalarında da buna sıklıkla değinilebilir. Sektör çalışanlarının birbirini bu konuda aydınlatması da iyi bir şey. Yeşil setleri yaygınlaştırmanın temel yollarının bunlar olduğunu söyleyebiliriz. Aslında temel nokta aynı: farkındalık. Yönetmenin, yapımcının, prodüksiyonu seçen patronların farkındalığı olduğu sürece bunlar olacak. Biz rehber ve eğitim modülü hazırlıyoruz o kişilere ulaşmak için.
Dr. Ekin Gündüz Özdemirci: Dizi piyasasını düşündüğümüzde, Türkiye dünyada en çok dizi ihraç eden ikinci ülke konumunda. Bütün bunlar göz önüne alındığında, film sektörü de bundan bağımsız olmayacaktır.Bu noktada, karar alıcıların bilinçlendirilmesi ve bu yönde öncelikle gönüllü bir geçişin teşvik edilmesi gerekli. Eş zamanlı olarak bizde film fonlarının dahil edilmesi için Kültür ve Turizm Bakanlığının da devreye girmesi gerekiyor. Seyircinin ise böyle bir şeyi talep eder hale getirilmesi gerekiyor. Tıpkı hayvan oyuncular kullanıldığında bu hayvanlara zarar verilmediğine dair ibarelerin yer aldığı gibi sürdürülebilir filmler için de filmlerin, çevreye duyarlı bir şekilde çekildiğine dair bir ibare yer alabilir. Bazı ülkelerde buna yönelik bir sertifikasyon sistemi var. Biz de bunu inşa edebiliriz.
Az önce de değindiğimiz gibi televizyondan devam etmek istiyorum. Televizyon ve sinema arasında çalışma şartları ve prensipleri bakımından ciddi farklar var. Peki bu girişim konvansiyonel medyada bir karşılık bulur mu? Televizyonda da bu girişimin etkilerini görmek mümkün mü?
Nurten Bayraktar: Dönem dizileri çok popüler mesela, onlar çok büyük setlerin kurulmasını gerektiriyor.
Dr. Ekin Gündüz Özdemirci: Asıl oralarda bu gibi oluşumların yer alması gerekmekte. Bizde bu farkındalık, bağımsız sinemadan başladı ama asıl büyük çevre etkisine sahip olan aslında büyük ölçekli yapımlar. Mesela bir televizyon dizisi, bir sinema filminden çok daha büyük bir çevre etkisine sahip. Nedeni ise uzun süreler.
Türkiye’nin Avrupa’ya ihraç etmek istediği bir ürün söz konusu olduğunda artık Avrupa, ürünün karbon ayak izine de dikkat edecek. Bunu beyan eden bir firma varsa kendi iç politikası gereği o ürünü tercih edecek. Başka bir ülkede de çekim yapsa buna dikkat etmek zorunda. O yüzden ana akımın bu dinamiklere entegre olması mümkün ve gerekli.
Biraz da dijitalleşmeden bahsetmek istiyorum. Bildiğiniz üzere dijitalleşme özellikle sinema ve televizyon açsından çok fazla değişiklikler getirdi. Bu durumun sizce filmlerini sürdürülebilirliğine ve sinemadaki çevresel faktörlere nasıl bir etkisi vardır? Dijitalleşmenin bu kapsamdaki konumunu siz nasıl görüyorsunuz?
Nurten Bayraktar: Dijitalleşme aslında sadece sinema için değil, teknolojiye dayalı üretimler yapan tüm sektörler için büyük bir soru işareti. Çünkü tam olarak etki bilinemiyor, ölçülemiyor. Bu arada sürdürülebilir film yapımından bahsederken sürekli setteki pratiklerden bahsettik ama aslında film üretimi dediğimiz şey çok büyük oranda bir ofis işini barındırıyor: senaryo yazımı, kurgu aşaması vb. Bu alanda film üretiminin dijital boyutu çok yüksek. Dolayısıyla dijitalleşmenin 3 tane büyük dezavantajı var. Bir tanesi dediğim gibi etkinin ölçülemiyor olması. Bir diğeri de insanları çok fazla çekim yapmaya teşvik ediyor olması. Film setlerinde bazen iyi hazırlanmak yerine, diyalogları iyi ezberlemek yerine tekrar tekrar kayıt almak gibi bir eğilim oluyor. Üçüncü ise sürekli yeni cihaz alma durumu. Bu cihazların birçoğu ne yazık ki tamir edilemiyor, çöp oluyor. Çöpler ne oluyor? Hiçbir fikrimiz yok. Ne kadarı geri dönüştürülebiliyor ne kadarı dönüştürülemiyor, bilmiyoruz. O nedenle dijitalleşme hala büyük bir soru işareti.
Dr. Ekin Gündüz Özdemirci: Mesela 35 mm filmde filmin kendisinin üretimi materyal olarak hayvansal ve kimyasal maddeler içeriyordu. Sırf ondan kurtulmuş olmak bile belki çevre etkisi anlamında bir artı ama bir yandan da o devasa server odaları, sırf limit yok diye daha da uzayan çekim süreleri geldi. Gerçekten bunun ölçümünü yapmak zor. Bu kapsamda, “Dijitalleşme, film yapımının çevre etkisini azaltmak için bir avantaj oldu mu?” sorusunun cevabı hala belirsiz.
Dijitalleşme bu noktada biraz daha muğlak bir yerde kalıyor anladığım kadarıyla. İstendiği zaman gerçekten büyük faydalar sağlayabilecek fakat dikkat edilmediği zaman daha büyük zararlar da verebilecek bir noktada. Burada da aslında farkındalık gündeme geliyor. Peki şöyle soralım, EKOFİLM çatısı altında sizin gerçekleştirmeyi istediğiniz projeler nelerdir? Bununla birlikte Türk sinemasında ve dünya sinemasında da benzer şekilde kendinizi görmek istediğiniz nokta neresidir?
Dr. Ekin Gündüz Özdemirci: Biz öncelikle bu projenin çıktılarını tamamlamayı istiyoruz. Projenin henüz bir yılı daha olduğu için önümüzdeki hedef bu. Yakında yönlendirici rehberleri yayımlayacağız. Ama onun ötesinde bizim en çok önemsediğimiz şey, eğitim modülleri. Eğitim modüllerini hayata geçirdikten sonra önümüzdeki yıl pilot uygulamaları başlayacak. Film ve medya alanında eğitim gören öğrencilere, eğitim veren eğitmenlere (kendi derslerine entegre edebilmeleri için) ve sektör çalışanlarına verilmek üzere üç farklı eğitim modülü tasarlanıyor. Bunları çok önemsiyoruz ve bunu yaygınlaştırmayı istiyoruz.
Birkaç deneyimimiz de oldu danışmanlık konusunda. Son dönemlerde karbon ayak izi ölçüm aracını yayımladık.[2] Bu araç, Türkiye’deki film sektörüne yönelik herkesin kullanımına açık. Buradan daha sağlıklı dönüşler elde edebilmemiz için bizim sektörden daha fazla veri toplamamız gerekli. Örneğin film sektörünün karbon ayak izinin ne olduğuna dair bir veri elde etmek istiyoruz. Sırf bunun için bile bizim çeşitli yapımlarla çalışma, bunların çekim süreçleri için karbon ayak izi azaltma stratejileri oluşturma isteğimiz var. Onun ötesinde, bu eğitimleri yapmak ve yaygınlaştırmak istiyoruz. Bu kapsamda sektörle ve Kültür ve Turizm Bakanlığı ile işbirliği yapmayı düşünüyoruz. Bununla ilgili hedeflerimiz var. Belki bu şekilde bir birliğe de gidilebilir. Örneğin farklı ülkelerdeki sürdürülebilir turizm oluşumlarının bir çatı altında toplandığı küresel bir kurum var. Belki bu sürdürülebilir film yapımı için de söz konusu olacak. Bu anlamda Türkiye’yi temsilen bu yapının içinde olmayı isteriz.
Verdiğiniz bilgiler ve paylaşımlarınız çok kıymetliydi. Bizim için oldukça faydalı ve verimli bir söyleşi oldu. Çok teşekkür ederiz.
Nurten Bayraktar – Dr. Ekin Gündüz Özdemirci: Biz de teşekkür ederiz.
[1]https://ekofilmplatformu.com/wp-content/uploads/2024/03/Ornek-Uygulama-Bir-Zamanlar-Gelecek-2.pdf
[2]https://ekofilmplatformu.com/karbon-ayak-izi-olcumu/