2018 yapımı Border ile dikkatleri üzerine çeken İranlı yönetmen Ali Abbasi’nin ikinci uzun metrajı olma özelliğini taşıyan Holy Spider (Kutsal Örümcek), İran’ın en ‘kutsal’ şehirlerinden olan Meşhed’de 2000-2001 yılları arasında yaşanmış olan seri katili ve olayları araştırmaya gelen gazeteci kadın Arezoo Rahimi’nin çarpıcı öyküsünü anlatıyor.
Holy Spider her şeyden önce özellikle görselliğiyle ve tercih ettiği renk paletiyle hayli güçlü bir anlatıya sahip. Filmin başındaki oldukça realist cinayet sekansıyla ciddiyeti elden bırakmıyor ve 1979’dan bu yana dünyanın en merak edilen ülkelerinden İran’ın karanlık sokaklarına giriş yapıyoruz. Katilin yüzünün ilk cinayette görünmemesi aslında seyirciye bunun klasik sinema anlatı dilinde devam edebilecek bir film olacağı hissiyatı yaratırken ikinci cinayetle birlikte katilin açık edilen kimliği saymakla bitmeyecek bir metafor ve alt metin zincirini başlatıyor.
İran’da 45 yıldır hüküm süren İslam Devrimi’nin kadına bakışına, devlet bürokrasisindeki yozlaşmışlıklara, tacizci, rüşvet yiyen polisler ve polis müdürleri, katilin tarafını tutan halk kitleleri vb gibi derin ve eleştirmesi güç konular Holy Spider’ın en ciddi anlamda parmak bastığı ve karşılarında dimdik durduğu konular olarak göze çarpıyor. Dini motiflerin normal olarak sıkça göze çarptığı filmde Allah, İmam Rıza, Meşhed Şehri, Din, İslam gibi konularla ilgili olarak devamlı bir kutsallık fetişizmi dilinin devletçe kullanıldığı ve halkın da bu kutsallığı sonuna kadar kullandığını gördüğümüz anlarda sokaklarda bir seri katil tarafından katledilen hayat kadınları sıradan bir gerçek suç konusunun failleri olmaktan çıkarak bir ülkenin gelenekleşmiş, devlet tarafından, bir noktadan sonra da artık halk tarafından da gelenekleştirilmiş bir kanayan yarasının failleri oluyorlar.
“ Her kişi kaçışında kaçtığı şeyle yüz yüze gelir.”
İşte bu cehennemin içinde ortaya çıkan Arezoo Rahimi, adeta çöldeki bir vaha gibi cinayetleri soruşturmaya girişiyor. Öldürülenlerin kadın olmalarından mütevellit tamamen baştan savma iş yapan tacizci polis müdürü Rostami ve beraberindekilere karşı Rahimi saf insanlığı temsil ediyor. Yukarıdaki bu dikkat çekici cümleyle açılan film devam ettikçe katilin de aslında kendi içinde bir kaçış içerisinde olduğunu, mahkeme sahnelerinde ve sonralarındaki pişman olmamış, kendinden emin ve kibirli tavırlarına rağmen cinayetlerin sonrasındaki tanrıya yalvarma, af dileme gibi sahnelerle aslında kendisiyle, içindeki karanlıkla yüz yüze geldiğini, kaçıyorsa da bununla muhakakkak yüz yüze gelmeye devam edeceğini gösteriyor bizlere.
Katil üzerinde sıkça atıfta bulunulan İmam Rıza’nın, ‘kutsal’ Meşhed şehrindeki ağırlığı, ona atfen şehadet yeri adını almış olan bir şehirde, kendisini sokaktaki sözüm ona pislikleri, kafirleri, hayat kadınlarını temizleyen bir katilin motivasyonu olması da aslında oldukça zekice planlanmış bir senaryo matematiğine işaret ediyor. Katil her cinayetinde bir şehadet transına giriyor ancak öldürdükten sonra da her seferinde özür dileyip tanrıya yalvarıyor. Buradaki çelişkiler siyasal İslam’ın halkta, insanlarda yarattığı yükün güçlü bir göstergesi olarak okunabilir.
Müziklerdeki olağanüstü başarı da filmin en büyük artılarından birisi kesinlikle. Ciddiyeti elden bıraktırmayan, Martin Dirkov’un kulak tırmalayıcı müziklerinin yanına Nadim Carlsen’in göz alıcı ve etkileyici görüntü yönetmenliği de eklendiğinde Holy Spider sadece anlattıklarıyla değil sinema diliyle de kolay kolay unutulmayacak bir film olduğunu kanıtlıyor. Özellikle kullanılan sarı ve yeşil ve siyah renk paleti Rahimi’nin ve katilin içinde bulundukları psikolojiyi bize aktarmada çok önemli rol oynuyor. Filmin parmak bastığı bir diğer önemli mesele de jenerasyon/ nesil konusu. Devrim ile büyümüş gençlerin çocukları, ki katilin oğlu da bu sınıfa giriyor tam anlamıyla İslam Rejimi’nin amacına ulaştığını katıksız bir şekilde bizlere ispat ediyor.
Kadına karşı kadın erkek demeden halkın kullandığı inanılmaz kindar bakış açısı, adeta katli vacip olarak görülen bir cinsiyete karşı yaşanmış bu seri katil meselesinin aslında sadece küçük bir olay olduğunu, ülkenin İslam Devrimi’yle birlikte adeta bir cinsiyeti topraktan kökünü kazımış olduğunu anlatıyor bizlere. İşte yazının başında parmak basmaya çalıştığımız katilin ilk başta açıklanmayıp sonra hemen açık edilen kimliğinin aslında bu coğrafyayla nasıl bir alakası olduğunu hatırlıyoruz. Çok yerinde bir yönetmen kararı olan bu karar, katilin aslında saklanmasının hiç gerekli olmadığını, alt sınıfın dibinde, normal bir inşaat işçisi olmasının da İran’daki nirvana yapmış mizojininin sınıf mınıf tanımadığını bize gösteriyor. Katilin aslında saklanmasına gerek filan da olmadığını, yakalanmasının bile Arezoo Rahimi’nin neredeyse kendi hayatını feda edecek kadar ileri giderek kendisini katile yem yaparak bir şekilde yakalatmasıyla açık bir şekilde görüyoruz. Yakalanmadan sonra elbette olayı rahatlıkla üstlenen erkek devlet, Rahimi’nin insanüstü çabasını bir kenara iterken kendi kolluk kuvvetlerini önlere atarak sanki ortada bir başarı hikayesi varmış gibi davranmaya başlıyor.
Bunlar olurken hem Rahimi hem de bizler başlıktaki ‘kadının adı yok’ meselesine geliyoruz yeniden. Ali Abbasi bize bu filmiyle devlet, kadın, erkek, İslam, inanç, siyasal İslam, mizojini (kadın düşmanlığı), kutsallık gibi birçok kavramı dopdolu, saatlerce tartışabileceğimiz bol çeşitli bir yemek menüsü misali önümüze koyuyor. Ama bazı yerlerde de aslında her şeyin çok açık ve net olduğunu görüyoruz. Filmin esas lezzeti, zenginliği de kesinlikle burada yatıyor. Arkasının çok dolu ve derin olduğunu düşündürterek sonra bir sahneyle veyahut bir cümleyle aslında herhangi bir derinlik olmadığını, dinin, cehaletin, yozlaşmışlığın ve erkek iktidar gibi şeylerin yan yana geldiklerinde bu tür olayların rahatlıkla, adeta bir norm gibi yaşanabileceğinin bir uyarısını yapıyor bize Abbasi.