2012’de After Lucia ile dikkatleri üzerine çeken Meksikalı yönetmen Michel Franco 2023’ün sonlarına yeni filmi Memory (Hatır) ile yetişti ve çoğu festivallerden adaylıklar elde etti ve ödüller kazandı. Venedik Film Festivali’nde gösterilen Memory, başrol oyuncularından Peter Sarsgaard’a bu festivalde en iyi erkek oyuncu ödülünü getirmesinin yanı sıra en iyi film dalında da adaylık elde etti.
Lise yıllarında evde ve okulda olmak üzere çokça kez cinsel tacize ve tecavüze uğrayan Sylvia’nın hayatı liseden de tanıdığı, yakın dönemde demansa yakalanan Saul’le karşılaşmasıyla değişecek, yeni bir evreye girecektir.
Öncelikle filmin senarist ve yönetmeni olarak Michel Franco’yu tebrik etmek gerekiyor. Bu kadar riskli, ağır bir konuyu bu kadar sade, süslemeden, ajitasyon yapmadan perdeye böyle güçlü aktarabilmek büyük bir yönetmenlik ve senaryo hüneri gerektiriyor. Ayrıca Jessica Chastain & Peter Sarsgaard’ın kusursuz kimyaları filme damgasını vururken arada bir fonda çalan klasik müzikler de oldukça iyi bir tamamlayıcı oluyorlar.
Filmin en önemli taraflarından biri karakterlerin psikolojik ve ruhsal durumlarıyla mekanların, kamera hareketlerinin uyumu. Sylvia ne kadar iyi ve eksiksiz yazılmışsa Saul de aynı şekilde yazılmış ve özellikle isminin de Saul olması filmin başından sonlarına doğru Sylvia’yla kuracağı ilişkiden ötürü özenle seçilmiş.
Yazının buradan sonrası filmi izlemeyenler için spoiler içermektedir.
Yönetmen bizlere özellikle filmin başından itibaren karakterleri çok başarılı bir şekilde tanıtıyor. Çevresiyle fazla konuşmamayı tercih eden, evine girdiği an kapıyı kilitleyen, bununla da kalmayıp evde girdiği odanın da kapısını kilitleyerek yaşayan, bozulan bulaşık makinesinin tamiri için özellikle kadın tamirci çağıran ve ergenliğinde olan kızına belli, haklı sebeplerle hayli korumacı davranan bir anne olarak Sylvia ile tanışmaya başlıyoruz ve filmin başından itibaren onunla kolayca özdeşleşiyoruz. Dışa kapanıklığı, kesinlikle içki kullanmaması, annesiyle küslüğü vb şeylerle Sylvia filmin lokomotifi olarak gözümüze çarpıyor.
Sylvia’dan kısa zaman sonra ise bir diğer ana karakter Saul ile tanışıyoruz. Saul orta yaşlarını sürmesine karşın çok erken yaşta çok ileri seviye demansa yakalanmış, sürekli erkek kardeşi ve ailesi tarafından evde tutulan, çok dikkatli yaşaması gerektiğinden de oldukça sert kurallarla yaşamak zorunda olan birisi.
Sylvia Etrafındaki Duvarı Saul İle Yıkmaya Başlıyor
Tanıştıklarında Sylvia’yı ‘nedensizce’ evine kadar takip etmesi de aslında kendisinin hastalık sebebiyle yıllardır kapalı kısıldığı evden, aynı insanlardan uzaklaşmak için yaptığı bir arayışsal bir yolculuk. Ancak bu takip hareketiyle Saul elbette ki bilmeden Sylvia’nın etrafına örmüş olduğu duvarlara çarpıyor. Sylvia sosyal hizmetlerde çalışarak ve Adsız Alkolikler toplantılarına katılarak kendisini iyi hissetmeye çalışırken Saul’le başta oldukça kötü başlayan ilişkisi sonraları huzura, sakinliğe ve aşka evrilmeye başlayınca Saul hastalığı yüzünden adeta kapatıldığı veya kapatılmak zorunda kaldığı evden kurtulmaya başlıyor, Sylvia ise kendine ördüğü duvarları bizzat kendisi yıkmaya başlayarak bir nevi saul mate’ini (ruh ikizi) keşfediyor.
Aşkla tanışmalarıyla aslında ikisi de hatıralarını yeniliyorlar. Sylvia istismarlar neticesinde hayatından neredeyse tamamen çıkardığı güven duygusunu yeniden hatırlayarak karşılıklı rızaya dayanan cinsellikle tanışırken Saul de hastalığı yüzünden muhtemelen ne olduğuna dair hiçbir şey bilmediği, tamamen unuttuğu cinselliği buluyor. Hatırlamak ikisi için de devasa bir panzehir, Sylvia’nın kendisini kapattığı kapılar için bir anahtara, Saul’ün de hasta olan beyni için bir anahtara dönüşüyor.
Lise yıllarında yaşadığı taciz ve tecavüzler, evde ise babasının kendisine uyguladığı tacizin sebebiyet verdiği duygusal kapanıklık Saul ile açılmaya başladıkça Sylvia da giderek iyileşme evresine giriyor ve geçmişinde yaşadıkları yüzünden kendisini suçlayan, yaşadığı tüm cinsel istismarlarda onu hatalı bulan ve söylediklerine inanmayan annesiyle fiziksel ve duygusal yüzleşmesi de Sylvia’nın dönüşümünün tamamlanmasının son halkası oluyor.
Sonuç olarak Michel Franco’nun Memory filmi iyileşmek için gerçekten de sanki kendilerinden başka hiç kimseyle olamayacak olan iki insanın tanışmasıyla birbirlerini tamir etmeleri, iyileştirmeleri ve hem benzersiz gibi görünen ama aslında çok benzer olan hayatlarının içlerinden biri olmadan devam etmeyeceğini çok sade, dokunaklı bir şekilde anlatıyor bizlere. Bunu yaparken de aslında istese salya sümük ağlatacakken içten bir tebessümle filmi seyretmeyi ve bitirmeyi başarıyor.