Müdür, Kar Kirazı ve Tahtakurusu adlı kısa filmleriyle tanıdığımız yönetmen Tunahan Kurt dünya prömiyerini 30. Uluslararası Adana Altın Koza Film Festivali’nde gerçekleştiren ilk uzun metrajlı filmi “Karganın Uykusu” ile dikkatleri üzerine çekti.
“Karganın Uykusu”, işlev görmeyen bir maden aktarım tesisinde müdür olarak çalışan ve çocukluğundan beri yaşadığı uyurgezerlik sorunu ile baş etmeye çalışan Nasip’i merkezine alıyor. Karısının şüpheli ölümünden sonra derin bir yalnızlığın ve sessizliğin içine gömülen Nasip, yedi yaşındaki oğlu İsmail’e iyi bir baba olamayacağını düşünür ve onu, kendisinin olmayacağı bir dünyaya hazırlamaya karar verir.
30. Uluslararası Adana Altın Koza Film Festivali’nin Ulusal Uzun Metraj Film Yarışması’nda yarışan “Karganın Uykusu”, 23 Eylül tarihinde gerçekleşen ödül töreninde Yılmaz Güney Ödülü, En İyi Erkek Oyuncu Ödülü, En İyi Müzik Ödülü, En İyi Görüntü Yönetmeni Ödülü, Yılmaz Güney Umut Veren Genç Erkek Oyuncu Ödülü ve Adana İzleyici Ödülü’nün sahibi oldu.
Biz de festivalin medya sponsoru olarak yönetmen Tunahan Kurt’la sinema yolculuğu, filmi “Karganın Uykusu”, Altın Koza serüveni ve gelecek projeleri hakkında keyifli bir söyleşi gerçekleştirdik.
Sinemayla tanışman nasıl oldu, daha sonra film yapmaya karar verme süreci nasıl ilerledi?
Aslında film yapmakla ilgili çocukluktan gelen bir isteğim yoktu ama tabii ki film izlemeyi seviyordum. Ama beni sinemaya yönlendiren esas etken orta okuldayken yazdığım kompozisyonlardı. Yazdığım kompozisyonların yavaş yavaş arkadaşlarım ve öğretmenlerim tarafından okunması ve beğenilmesi beni biraz yüreklendirdi. Ergenlik çağındayken de okumuş olduğum kitapların etkisiyle bir roman yazmaya karar vermiştim ve hatta başlamıştım. Ama tabii ergenliğin bitmesi ve üniversite döneminin başlamasıyla tamamlanamamış ama beni oyalamış ve edebiyatı daha da çok sevidrmişti. İlk sinema yapmaya karar verdiğim an daha sonraydı. Ben bir süre yurtdışında yaşadım. O zamanlar gençlik aşkıyla Amerika’ya gitmeye, orada yaşamaya çalışıyordum. O dönem bir süre Bişkek’te yaşadım. Bu süre zarfında bir arkadaşımın evde kendi kamerasıyla çekmiş olduğu ve her şeyin tersten aktığı basit bir kurgu görmüştüm. Ona bunu nasıl yaptığını sorduğumda evde kurguladığını ve geriye oynattığını söylemişti. O an sinemanın ulaşamayacağım bir yerde olmadığını düşündüm. Eğer evde bir bilgisayarda sinemaya dair bir kurgu yapılabiliyorsa içimde benim de bunu yapabileceğime dair bir his gelişmeye başladı.
Bu arayış, işte o kompozisyonlar, şiirler, kitap yapma deneyimi, izlediğim o videoyla beraber sinema yapabilir miyim acaba diye düşündürdü. Ondan sonra benim de ilk denemelerim başladı. Sinema demeyeceğim tabii, daha çok deneysel kısa filmler çekmeye çalışıyordum ama her seferinde ortaya berbat işler çıkıyordu. O kadar kötüydü ki ben bu işi yapamayacağım diyip vazgeçiyordum. Bir buçuk yıl sonra Türkiye’ye geri geldim. Üniversite okurken tekrar kısa filmler izlemeye başladım. Yine olmadı. Artık kesin bu işi yapamayacağımı düşünüyordum. Denediğim ve başaramadığım için de hayalimde kaldı bu durum. Daha sonra YouTube’da izlemiş olduğum bir kısa filmi ve kısa filmde kullanılan kamerayı gördüğüm an, o kameraya ulaşılabileceğini ve sinema yapabileceğimi anladığım andır benim için. Çünkü Mark II diye bir kameradan sinematografik görüntü alınabiliyordu. Evde kurgu yapabiliyordunuz artık. O zaman sinema yapabileceğimi anladım ve ilk profesyonel deneyimlerim 2011-2012 yıllarında başladı.
Peki sadece film yaparak yaşamını sürdürebilme imkânın var diyebilir miyiz?
Ben sinemadan hiçbir zaman para kazanmayı düşünmedim. Şu an dahil, hiçbir zaman sinemayı para kazanmak için yapmadım. Ben kendi içimdeki o boşluğu doldurmaya çalışıyordum. Benim kaçışım buydu. Bazı insanlar kaçış için balık tutar, kimisi futbol oynar. Herkesin bir kaçış alanı var bu hayatta. Benim kaçışımın sinema olduğunu anlamıştım o yüzden bu işten para kazanayım diye düşünmedim hiç. İlk filmlerimi nasıl yaptığıma gelirsek… Film yapabilmek için polis memuru olmaya karar verdim. Çünkü o zamanlar görmüş olduğum kamera dört devlet memur maaşı değerindeydi. KPSS’ye girmiştim ve en yakın atama polislik atamasıydı. Eğer polis olursam bu kamerayı hemen alabilirim dedim. Polislik sınavlarını kazandım ve öğrenciyken lrledi çekip ilk kameramı alıp ilk deneyimlere başladım…
Şunu da eklemek isterim. Ben 10 yıllık devlet memuruyum ancak hiçbir mal varlığım yok. Paramın hepsini kısa filmlere yatırdım. Ama son kısa filmimi Kadraj Yapım’la beraber çektim. Ama ben tüm paramı sinemaya dair kendimi geliştirmeye harcadım. Birçok başarısız kısa film çektim, sinema ekipmanları aldım, onları kırdım, denedim, bir daha denedim, sonra bir daha denedim. Kars’ta göre yaparken bir günlük izinlerimde film izlemek için günübirlik İstanbul’a gidip geliyordum. Ben bir ilçede çalışıyordum ve aracım yoktu. Başka Sinema’nın getirmiş olduğu filmleri izlemek için taksi kiralıyordum ve hatta ben filmi izlerken orada beklemesi için bir taksi parası daha ödüyordum ona. Özetle para kazanmayı hiç düşünmedim.
“Karganın Uykusu”na gelelim. Filmin ilham kaynağı neydi? Fikrin doğuşu, hikâyenin ortaya çıkış süreci nasıl gerçekleşti?
Ben bunu şöyle anlatayım. Bazı yönetmenler bir konuyu dert edinir. Ama bazı yönetmenler, ya da kendi adıma konuşayım -gerçi kendimi de hala bir yönetmen olarak sıfatlandırmakta zorlanıyorum ama- ben sinemayı dert edinmiş biriyim. Ben sinema yapmak istiyordum. Kısa filmlerden sonra uzun metrajlı filmin ilk aşamasında bir hikâye arıyordum. Böylece yapılabilir bir hikâye arayışına giriştim. Bu arayış içerisinde de aslında ben mekânın üstüne bir hikâye yazdım. Filmdeki maden aktarım tesisi benim köyümde, çocukluğumun geçtiği bir mekân. Ben bu mekânın üzerine ne yazabilirim, bu mekânı en verimli nasıl kullanabilirim, bu konular hakkında düşünürken çalışmayan bir aktarım tesisindeki bir müdürün hikayesi olarak başlayan bu durum, teyzemin oğlunun yaşadığı uyurgezerlik durumuyla birleşince hikaye ve karakter gelişmeye başladı.
Yapım sürecinde neler yaşandı? Yapım öncesi, sırası ve sonrasında ne gibi zorluklarla karşılaştın ve bu süreç ne kadar sürdü?
Aslında bu izlemiş olduğunuz filmin yazım süreci 40 gün, çekim süreci de aynı şekilde 40 gün sürdü, yani toplamda 80 günde oluşmuş bir proje oldu. Çok hızlı çekildi. Bunun nedeni de şuydu. Bazen yönetmen veye senarist kendi projesine aşık oluyor. Ben bir önceki projeme çok aşıktım ve üç yıl boyunca o projenin peşinden gittim ancak olmadı. Sonra kendi kendime benim projeden kurtulmam gerekiyor dedim. Belki bu kadar uzun çalışmamam, oluyor olduğunu anladığım an yapıyor olmam lazımdı, kendi motivasyonum buydu. O yüzden çok hızlı bir süreç oldu. Senaryoyu 40 günde tamamladıktan sonra kendime 40 günlük bir çekim hedefi koydum. Çünkü hikâyeden soğumak istemiyordum, yazım sürecinde çevremdeki insanları da film konusunda motive etmiştim. Aynı şekilde onların da soğumasını istemiyordum.
Peki oyuncu seçiminde hangi unsurları göz önünde bulundurdun, senaryonun yazım aşamasında filmde yer almasını istediğin oyuncular var mıydı?
Ahmet Ağgün’ü bir önceki projemden tanıyordum. Aslında Nasip karakterini oluştururken de, onun karakteristik özelliklerinden çok beslendim. Onun üstüne yazılmış bir karakter oldu Nasip. Yani çekimler başlamadan başrolümüz belliydi. Daha sonra “audition” süreçlerimiz oldu. Filmdeki Leyla karakteri için düşündüğümüz Nesrin Yari İstanbul’da yaşayan ve sinema eğitimi alan bir oyuncuydu. Birkaç deneme çekimi sonrasında Nesrin ile çalışmaya karar verdim. Ben çok iyi bir resminin ve ifadesinin olduğuna inanıyorum. Çocuk oyuncumuz da zaten benim kuzenimdi. Ben kısa filmlerimde de hep kuzenlerimle çalışmıştım. Uzun metrajda da böyle bir durum gelişti.
Nasip derinlikli ve karmaşık bir adam. Bir yandan vicdan azabı çekiyor ancak diğer yandan da güçlü durmaya çalışıyor. Duygusal ancak duygularını çok göstermiyor. Bu karakter nasıl ortaya çıktı, nasıl gelişti?
Ben karakter oluştururken, ilk olarak karakter analizlerini yazmayı çok seviyorum. Bu, karakteri ve hikâyeyi çok geliştiriyor. Nasip karakterini oluştururken onun için de karakter analizleri yazmaya başladım. Bu analiz aslında karakterin ilk hatırladığı anla beraber başlıyor. Yani Nasip’in bu hayatta hatırladığı ilk şey neydi? Şimdi tam hatırlamıyorum ama belki onun köyde gördüğü bir kuştu, bir kargaydı. Özetle bu süreçte karakter analizine çok önem veriyorum. Bir de karakteri yazarken, ben bu karakter olsam nasıl davranırdım, duygularımı nasıl açığa çıkarırdım bunları düşünürüm. Yani karakteri kendimmiş gibi düşünüp, kendimle özdeşleştirip onun gibi yaşamaya başlarım. Nasip karakterini yazarken gelişim sürecinde kendimi gerçekten uykusunda istemeden bir insanı öldürmüş ve bunu saklamaya çalışan, bunun mahcubiyetini, vicdan azabını yaşayan bir karakter olarak nasıl davranırdım, normal hayatta eğlenebilir miydim, bunu saklamak için nasıl ifadeler takınırdım, utandığım zaman nereye bakardım ya da bakmazdım… Bunları not ettim. Karakterlerimin hepsini genellikle bu şekilde çalışıyorum.
Filmin atmosferini nasıl oluşturdun? Yapım öncesinde özel çalışmalar yürüttün mü?
Bu konuda görüntü yönetmenimiz Ziya Kasapoğlu’nun çok büyük bir etkisi var. Mekana hakim olduğum için ve nasıl bir atmosfer yaratılacağı, gerilim öğeleri ve kullanacağımız renkler çekim sürecimizden önce belliydi. Ama tabii ki o atmosfere en çok katkı sağlayan şey görüntü yönetmeninin bazı tercihleri oldu. Çünkü yönetmen her ne kadar söz sahibi olsa da yaratmak istediği duruma ve hikayedeki karakterlere odaklandığından dolayı atmosfer konusunda bazen hatalar yapabilir, bazı noktaları kaçırabilir. İşte bu tip durumlarda bence görüntü yönetmeninin katkısı çok önemli. Çünkü görüntü yönetmeni özellikle atmosfer ve resimle daha samimi, daha ilgili olduğu için yönetmenin kaçıracağı bir durumda yönetmeni uyarması ve onun istediği atmosferin yaratım sürecine katkı sağlayacak açılardan destek vermesi ve yeni açılar bulması, ortamın ışık ambiyansı gibi konularda önemli bir rol üstleniyor. Bu anlamda Ziya Kasapoğlu’nun çok büyük bir etkisi var. Ben atmosfer konusunda onun hakkını yiyemem. Ellerine sağlık diyorum.
Filmde mülteci konusu da ele alınıyor. Bu konu oldukça hassas ve güncelliğini koruyan bir konu. Bu unsurun filmin önüne geçmesi ya da karşılaşabileceğiniz tepkiler hakkında endişelerin oldu mu?
Evet, tabii ki bazı endişelerim oldu. Çünkü ilk uzun metrajını yapmaya çalışan bir yönetmen olarak yazmış olduğunuz hikayedeki birçok şeyden sorumlusunuz. Belki üçüncü dördüncü filminizi yapıyor olsanız ve bir yönetmen olarak felsefeniz filminizi izleyen insanlar tarafından anlaşılmış olsa anlatacağınız şeyleri daha kolay anlatabilirsiniz. Ama ilk uzun metrajıyla seyircinin, jürinin ve eleştirmenlerin karşısına çıkacak biri olarak bazı tereddütler yaşıyorsunuz. Ama yapmak istediğim sinema, gerçekçilikten fazlasıyla yararlanmak istediğim, yapay bir dünya kurmaktan kaçındığım bir alan. İşlemiş olduğumuz mülteci konusu da bizim ülke olarak son sekiz hatta on yıldır aktif olarak yaşadığımız problemleri içeriyor. Ama biz tabii ki hikayemizin içerisinde mülteci konusuna direkt değinmedik, çünkü hikayemizin konusu bu değildi. Hikayemize hizmet eden durumlar gerekiyordu. Çünkü Nasip’in yaşamış olduğu yer transit geçiş için çok uygun bir yerdi. Bu durumda mülteci bir kızın hikayeyi güçlendireceğine inandığımız için biz mülteci bir karakter ekledik. Ancak bu karakteri eklerken de kurmuş olduğumuz bazı cümleler vardı. Herkes savaştan kaçmıyordu aslında. Bizim karakterimiz de aslında bir kadın olarak özgürlüğüne kaçmak istiyordu. Elimizden geldiğince bunu işlemeye çalıştık.
Filmin festival yolculuğu nasıldı? Bunun hakkında biraz konuşalım.
Aslında “Karganın Uykusu” filmiyle Cannes Film Festivali’nde Directors’ Fortnight (Quinzaine des cinéastes) ve Critics’ Week (Semaine de la critique) bölümlerinde kısa listeye kaldık. Cannes’ın kapısını aralamıştık ama tabii ki oralarda filmi yarıştırmak için festival sürecini takip edecek, filminizi ön plana çıkarabilecek daha profesyonel bir destek gerekiyordu. Yine de, Sinema Genel Müdürlüğü’nden destek almadan bir yapımcının vasıtasıyla ve neredeyse herkesin ilk uzun metrajlı filmini yaptığı bir çekim ekibiyle filmi bir yerlere getirebildik. Çok güzel bir süreç olmuştu.
Bir Adanalı olarak ilk uzun metrajlı filminin Altın Koza Film Festivali’nde gösterilmesi sana ne hissettirdi?
Filmin doğduğu topraklar Adana. Adanalı bir yönetmen olarak filmini Adana’da açmak bizim için ayrı bir gurur kaynağı, ayrı bir mutluluk. Çünkü bu topraklarda çekilmiş, buradan beslenmiş bir film. Altın Koza Film Festivali, bizim sinemaya başlangıç sürecimizde bizi etkileyen, yeni filmler izlediğimiz, yönetmenlerle söyleşilere katıldığımız, onlardan bir şeyler öğrenmeye çalıştığımız bir festival. Bizim için önemi bambaşka. Film yapmaya başlamak istediğimiz süreçte Adana Film Festivali’nin heyecanını biz üç dört ay önceden yaşamaya başlarız. Nasıl olacak, hangi filmler gelecek, nerelerde izlenecek diye. Burada olmak çok güzel. Çok keyifli bir festival geçiyor. Çok güzel filmler, çok güzel konuklar var. Çok mutluyuz.
Son olarak gelecek projelerini duymak isteriz.
Şu an aslında birkaç hikayemiz için bir dijital platformla görüşme sürecindeyiz. Ama süreç nasıl işleyecek bunu bilmiyoruz. Tabii ki bu aslında hayatı sürdürülebilir kılmak için yapılan işler açıkçası. Ben art house film yönetmeye devam etmek istiyorum. Bununla ilgili de yeni bir çalışmam var. Bu çalışmanın çatıları atıldı, notları alındı. Artık yavaş yavaş bu festivalden sonra tekrar kozamıza çekilip destekler için başvurularımızı yapmaya başlayacağız. Ama hedefim 2025 yılında kozadan çıkıp yeni projemizin kelebek haline gelmesi.
Merakla bekliyoruz. Çok teşekkür ederiz.
Ben teşekkür ederim.