Bir korku alt türü olan “teen slasher” terimi kabaca bir tabirle, bir grup gencin izole bir ortamda esrarengiz bir katil tarafından teker teker ve oldukça kanlı bir şekilde öldürüldüğü filmleri anlatmak için kullanılır. “The Texas Chainsaw Massacre” (1974) ve “Carrie” (1976) gibi hikayenin kahramanlarının ergen olduğu filmlere rağmen, teen slasher türünün miladı 1978 tarihli John Carpenter klasiği “Halloween” olarak kabul edilir. John Carpenter’ın amatör çekimleri, düşük bütçesi ve yine Carpenter tarafından bestelenen tüyler ürpertici piyano melodisi “Halloween”i öncülerinden ayırmaktadır. Teen slasher filminin örneklerinden bahsedeceğiz, ancak öncelikle türün özelliklerine bir göz atalım.
Bir Filmi Teen Slasher Yapan Nedir?
Bu alt türün, korku türüyle örtüşen başlıca özelliği, esrarengiz bir katil ve öldürülmekten kaçmaya çalışan ancak genellikle bunu başaramayan kurbanlar içermesidir. Ancak diğer korku filmlerine göre “slasher” filminin karakterleri ayırt edici özelliklere sahiptir. Katil tek bir kişidir (çoğunlukla erkek) Bu kişi büyük ihtimalle yok edilemezdir. Çoğunluğu öldürmekten keyif alan psikopatlardan oluşsa da intikam gibi güdülerle cinayet işleyen katillere de rastlanabilir. Kurbanlar ise gençlerdir. Genellikle lise, yaz kampı, öğrenci yurdu gibi izole yerlerde bulunan bu gençler, katil tarafından korkunç derecede yaratıcı bir biçimde öldürülürler. Bu korkunç durumdan kurtulan kişi ise hemen hemen her zaman bir kadındır.
Slasher Nedir?
Teen slasher türünün kökeninden önce, en az sinema tarihinin kendisi kadar eski olan slasher türünden bahsedelim. Bazı eleştirmenler “slasher” film türünün kökenini 19. yüzyılın sonlarında Grand Guignol Tiyatrosunda gösterilen oyunlar olarak gösterirken, bazıları ise iç organların gösterildiği Maurice Tourneur imzalı “The Lunatics” (1912) gibi filmleri referans olarak almaktadır. Suç yazarı Mary Roberts Rinehart’ın korku türü üzerinde büyük etkisi vardır. Özellikle yazarın “The Circular Staircase” (1908) adlı romanının sinema uyarlaması olan “The Bat” (1926) filmi, uzak bir malikanede kalan konukların yarasa maskeli bir katil tarafından teker teker öldürüldüğü senaryosuyla “slasher” alt türünün ilk örneklerinden biri olarak kabul edilebilir. Aynı şekilde bir kolej yurdunun eski sakinlerinin dışladıkları bir kız öğrenci tarafından intikam amacıyla dolaylı yollardan da olsa öldürüldüğü George Archainbaud’un “Thirteen Women” (1932) filmi de “slasher” türünün öncülerindendir.
1960’lara gelindiğinde ise Alfred Hitchcock’un “Psycho” (1960) filmi dönemin yapım şirketleri tarafından hoş karşılanmayan şiddet ve cinsellik dolu sahneleri ve izleyicileri geren müzikleriyle slasher türüne kimlik kazandırdı. O dönem çekilen William Castle’ın “Homicidal” (1961) ve Richard Hillard’ın “Violent Midnight” (1963) filmleri de içerdiği kanlı cinayet sahneleriyle slasher filmlerde bulunan pek çok elementi barındırıyordu. 1960’lar ve 1970’lerde bu alt türde çok sayıda film çekildi. Özellikle “Psycho” filminden etkilenen “Taste of Fear” (1961), “Maniac” (1963), “Paranoiac” (1963), “Nightmare” (1964), “Fanatic” (1965), “The Nanny” (1965), “Hysteria” (1965) ve “Crescendo” (1970) gibi filmler slasher türünü ayakta tuttu.
1970’lerin sonlarına doğru slasher’dan bir alt tür daha doğdu: “Teen Slasher”. Kimine göre o dönem çocuklarını suç, uyuşturucu ya da kötü arkadaş gibi şehrin kötü etkilerinden korumak amacıyla şehirleri terk edip banliyölere yerleşen zengin ailelerle alay etmek amacıyla, kimilerine göre ise orta sınıf Amerikan rüyası ya da sevecen ve destekleyici burjuva aile yapısına duyulan arzu sonucu ortaya çıkan bu alt tür, kısa zamanda kabul gördü. Bu filmlerde tehlikede olan gençler ailelerinden hiçbir şekilde yardım almamaktadır. Bunun nedeni ebeveynlerin çok meşgul olması, kendi problemleriyle uğraşmasıdır. Hatta çocuklarıyla ilgilenen ve onlara şefkat gösteren ebeveynler bile yetersiz, dikkatsiz ve çocuklarının problemlerinden bihaber durumdadır. Hal böyle olunca gençler de çaresiz yetişkin rolünü üstlenmektedir. Hatta bazı filmlerde gençler ebeveynlerinin yaptığı hataların cezasını çekmekte veya ailelerin yarattığı canavarlarla mücadele etmek zorunda kalmaktadır.
Hikayenin yetişkinleri haline gelen bu gençler hemen hemen her zaman uyuşturucu ve seksle ilişkili haldedir. Filmde kurtulan yegane kişi ise (ki bu genellikle kızdır) içki içmeyen, seks yapmayan, çekingen kişidir. Bu durum kimilerine göre hippi yaşam tarzına yapılan muhafazakar bir eleştiri olarak kabul edilirken, tutucu çevreler ise bu filmlerin içerdiği şiddet ve seks içeriği yüzünden teen slasher türüne tepkiliydi.
Teen Slasher Tarihi
1970’lerin sonları ve 1980’ler teen slasher türünün altın dönemiydi. Psikiyatri kliniğinden kaçan Michael Myers isimli hastanın sakin orta batı kasabasındaki bir grup genci takip edip öldürdüğü 1978 tarihli “Halloween” ve iki yıl sonra çıkan ve bu kez gençlerin yaz kampında öldürüldüğü “Friday the 13th” filmleri o dönem büyük ilgi gördü. Mütevazı setleri olan düşük bütçeli bu filmlerde hiçbir yıldız ve pahalı özel efektler yer almıyordu. Hal böyle olunca bu tarzda pek çok film çekildi. “Nightmare on Elm Street”, “Prom Night”, “When a Stranger Calls” ve “Final Exam” gibi dikkat çeken çok sayıda filmin yanı sıra “The Prowler”, “Death Ship” ve “The Driller Killer” gibi pek duyulmayan filmler de yapıldı.
“Halloween” and “Friday the 13th” pek çok seriye ilham verdi. 1981 tarihli “Friday the 13th Part II”nun çıkışıyla ilk kez bir slasher serisi ortaya çıkmış oldu. Hatta bazı devam filmleri klasik olarak kabul edildi. Ancak zamanın ilerlemesiyle birlikte teen slasher türü popülerliğini yitirmeye başladı. Bütçe problemlerinden dolayı çekimlerin Manhattan yerine bir kargo gemisinde yapıldığı “Friday the 13th Part VIII: Jason Takes Manhattan” filmi yanlış tanıtım yapmakla itham edildi. Kötü adamın ağladığı “Halloween 5” ise, serinin en düşük hasılat getiren filmi oldu. “Halloween 6: The Curse of Michael Myers” bölümü ise kötü adamın gizemli bir art öyküye sahip olmasını beğenen hayranları seriden uzaklaştırdı.
Türün altın döneminin sonu olarak kabul edilen Wes Craven imzalı “Nightmare on Elm Street” (1984) filminden on iki yıl sonra Craven, “Scream” filmiyle teen slasher türünü tek başına yeniden diriltti. “Scream” filminin hikayesi tür geleneklerini taşıyordu. Özetle maskeli bir katil lise öğrencilerini takip ediyordu. Ancak eski filmlerden farklı olarak bu karakterler slasher filmlerin hayranıydı. Dolayısıyla katilin öldüğünü sanmak, ön kapıya koşmak yerine merdivenlerden çıkmak ya da “Hemen döneceğim” demek gibi klasik hatalardan kaçınıyordu. Bu durum “Scream” filmine ve türün kendisine taze ve kaliteli bir bakış açısı getirdi. Bu akımı takip eden “Urban Legend” ve “I Know What You Did Last Summer” ve “The Faculty” gibi filmler de türün dirilişinden nasibini aldı. 2000 yılında gösterime giren “Final Destination” filmi, kötü adam olarak ölümün kendini göstererek türe taze ve fantastik bir soluk getirmeyi başarsa da devamındaki dört filmle soluğu kısa sürede tüketti.
Cabin in the Woods
“Final Destination” serisine rağmen 2000’li yılarda zihinlerde nostaljik bir tat bırakmaktan öteye gidemeyen teen slasher türü, 2012’de alışılmadık bir yorumlamayla yeniden ele alındı. Senaryosunu Joss Whedon ve Drew Goddard’ın yazdığı “Cabin in the Woods” filmi, türün tüm geleneklerine en ince ayrıntısına kadar sadık bir yapım olarak, tipik korku-komedi filmlerinin bir adım ötesine gitmeyi başardı.
Filmi izlemeyenler için kısa bir bilgilendirme yapalım: Arkadaşları tarafından alay edilen çekingen Dana, onun yakın arkadaşı saf sarışın Jules, Jules’un takım kaptanı sevgilisi Curt, kafası devamlı güzel olan Marty ve ideal öğrenci olan olan siyahi Holden’dan oluşan bir grup arkadaş, hafta sonu için Curt’ün amcasının ormanda yer alan dağ evine gitmeye karar verir. Birlikte oldukça iyi vakit geçiren bu gençler, gece yarısı kaldıkları kulübenin bodrum katını keşfederler. Yapmamaları gereken şeyleri yapan bu gençler esrarengiz bir kötüyü harekete geçirirler ve olaylar gelişir. Gençlerin hangi sırayla öldüğünü belirtmemize gerek yok sanırım.
“Cabin in the Woods”u sıradan bir teen slasher filminden ayıran özellik ise hikayedeki kötü adamlar. Bugüne dek izlediğimiz tüm kötü güçleri bir arada görme fırsatı yakalayacağınız filmde, karakterlerin bir arada kalmamaları gibi pek çok klişe de anlam kazanıyor.
Teen Slasher Örnekleri
Gelelim bu türün başlıca örneklerine. Yukarıda bahsettiğimiz “Halloween”, “Friday the 13th”, “Prom Night”, “A Nightmare of Elm Street” filmlerinin yanı sıra bu türe ait olan “Hell Night” (1981), “Slumber Party Massacre” (1982), “Sleepaway Camp” (1983), “Fright Night” (1985), “Night of the Creeps” (1986), “The Lost Boys” (1987), “Hellraiser” (1987), “Pumpkinhead” (1988), “Buffy the Vampire Slayer” (1992), “Cherry Falls” (2000) gibi film ve dizilerde ergen kahramanlar korkularıyla yüzleşti.
E Bizim Neyimiz Eksik?
Türk Sineması’ndaki teen slasher filmine verilecek tek örnek senaryosunu Doğu Yücel’in kaleme aldığı ve yönetmenliğini Yağmur ve Durul Taylan’ın üstlendiği “Okul”. Filmin konusu özetle şu şekilde: Okulun en güzel kızına aşık olan bir genç, çabalarının boşa çıkması sonucu gizemli bir mektup yazdıktan sonra intihar eder. Ölümünün birinci yıl dönümünde esrarengiz olaylar meydana gelmeye başlar. Esas kızın erkek arkadaşı, yakın arkadaşı başta olmak üzere okuldaki öğrenci ve öğretmenler de etkilenir. Bir süre sonra gerçek ortaya çıkar. Ölen gencin hayaleti onu intihara sürükleyen herkesten intikam almak için geri dönmüştür. Filmin kapalı okul ortamında geçmesi, karakterlerin geçmişlerinde yaptıkları hataların cezasını çekmeleri, yok edilemez bir katilin intikam arzusu, sarışın ve yüzeysel kız gibi pek çok öğe teen slasher türünden referans alınmıştır.
Teen slasher türünün geleneklerini öğrendiğimize göre sizin aklınıza gelen ve burada bahsetmediğimiz teen slasher örneklerini yorum bölümünde bizimle paylaşabilirsiniz.