Rahipler acınacak haldedir. Hayatlarını tanrıyı aşağılanmış görerek geçirirler.
Rahip Donissan
Maurice Pialat, ikinci edebi uyarlaması olarak (Bir diğeri, La Maison des Bois,1971) çektiği film Sous le Soleil du Satan’da otobiyografi, gündelik gerçekçilik gibi aşina olduğumuz alanları terk edip aşkın, kutsal, fantastik olana yöneldi. Georges Bernanos’un 1926 tarihli aynı ismi taşıyan romanı (Şeytanın Güneşi Altında) 20. yüzyılın en önemli kitaplarından biridir. Artık tanrı ve şeytanın isimlerini bile telaffuz etmeye cesaret edemeyen, cesareti kırılmış Hristiyanlığı eleştirir. Tanrının sesini bulmak için mücadele eden genç bir rahibin kişisel krizine odaklanan bu kitap, insanlığın Şeytan’a bağlılığı üzerine bir yorumdur. Pialat, ateist olmasına rağmen insanları hata ve kötülükle boğuşan birer varlık olarak karanlık bir şekilde tasvir eden Georges Bernanos’un bu bakış açısını yorumlar.
Başkarakter Donissan (Gérard Depardieu), kendisini yetenek ve akıldan yoksun ama inancı kuvvetli bir rahip olarak tanımlar. Ruhsal olanın fiziksel olan üzerindeki ekleme, birikme gücü Donissan’ın gerçekleştirdiği mucizelerde ve bedensel krizlerinde açığa çıkar. Filmin yönetmeni Maurice Pialat’ın canlandırdığı başrahip Menou-Segrais, Donissan’a küçüklüğünden beri akıl hocalığı yapmaktadır. Menou-Segrais ve Donissan arasında geçen diyalogların rahip olmalarının da gereği olarak sakin, mesafeli içeriği ve yapısı, Katolik kilisesinin insanlar üzerindeki kontrolü kaybettiği bir dünyada rahiplerin kişisel ve toplumsal bunalımlarını yansıtır. Günah ve Tanrıyı anlamaya adanmış başrahip, günah ve tanrıyı bunalımlar için bir çözüm olarak kullandığının farkındadır. Donissan’a kendisine hiç değer vermediğini itiraf ettirir. Donissan ona burjuva aylaklığından ötürü saygı duymadığını söyler. Menou-Segrais, bunu kabul eder, çektiği zihinsel işkenceyi aylaklıkla gizlemekte olduğunun farkındadır. Donissan’ı kendisine boyun eğdirdiği bir öğrenciye dönüştürür, bir yandan yaşlılığı kabul etmez ve yaşlılığın getirdiği bilgeliği sorgular. Menou’nun aylaklığına karşılık Donissan ruhsal acısını tutkuyla (pathos) dışa vurur: Kendini kırbaçlar, Mouchette’e içinden geçen her şeyi söyler, ölü bir çocuğu diriltir…
Ben yeteneksizim, akıldan yoksunum. Sadece çok inatçıyım.
Rahip Donissan
Şeytan, umutsuzluğun enerjisi, ruhun en alt derinliklerine doğru olan o ‘yerçekimi’ etkisidir. Yerçekimi, Hristiyan mistisizminde tanrıdan kaçan en üst güçtür. Yerçekimi her yaratığı kendisini koruyan veya büyüten her şeyi aramaya ve Thukydides’in söylediği gibi sahip olduğu tüm gücü kullanmaya iter. Psikolojik olarak yerçekimi benin onaylanması ve onarımıyla ilgili tüm dürtülerle tanrıdan uzaklaştıran düş ve ideallerde kendini gösterir. Kendi iç çatışmalarıyla tanrıdan uzaklaşan Donissan, bir gece görevi için Etaples’e yolculuğunda şeytanla karşılaşır. Şeytan, kendisine baktığında, aynaya baktığından daha net olarak içini görebileceğini söyler.
-Kendimi o yolla tanımak istemem.
-Ben dilediğine eminim. Ancak şimdi ölmeyeceksin.
-Bir gün de yaşasam, yirmi yıl da yaşasam sırrını senden alacağım.
Bu karşılaşma, Karamazov Kardeşler romanında Ivan’ın Şeytan ile karşılaşmasını anımsatır.
“Beni inkar ederkenki şu heyecanına bakıp,” der şeytan Ivan’a, “Yine de benim gerçek olduğuma inandığına eminim.”
Carl Gustav Jung’a göre, bilinçaltı ruhun karanlığıdır. Günümüzde şeytana nevroz adının verilmesi şeytansı deneyin bir hastalık olarak kabul edilmesindendir.
Hala oradasınız ha! olamaz, inanılacak gibi değil!
Yok olun haydi! aydınlıklar çağındayız!
Bu şeytansı ayaktakımının kuralları taktığı yok!
Usumuz yerinde hepimizin, yine de Tegel'de
Ruhlar görüyoruz.
Faust, Proktophantasmis
Şeytan ya da Nevroz, Donissan’ın ruhunun karanlık köşesinden, bilinçaltından kopup gelir. Donissan’a yaşamda kendisinin tamamını değil, izlerini gördüğünü söyler. Ancak şeytan varlığıyla ona normal bir insanın göremeyeceği aydınlıkta kendisini görmesine izin vermektedir. “Tüm düşüncelerin ayrıntılarıyla burada. Onları birbirine bağlayan sonsuz ağ.” derken, şeytanın “ruhun karanlığı” olarak, bilinci oluşturan bilinçaltı olarak konuşur.
“O bizim vicdanımız. Şeytan bu dünyanın prensi ve dünyayı elinde tutuyor..” Donissan, çocuğu diriltirken şeytana sorar: “Efendi kim? Sen mi, o (Tanrı) mu?” Bu olaydan sonra ona duyabileceği en acı şey söylenir: “Sen bir azizsin!”
“Bir çocuğun ölmesinden daha kötü ne olabilir?” der Donissan. Ve Mouchette’ye şöyle söyler: “Sen bir çocuksun. Kim bir çocuğu affetmez ki? Senin bir suçun yok. Senin neslin böyle. Ne yapabilirdin? Ataların kendi günahlarını bir çocuğun kalbine yüklemiş.”
Karamazov Kardeşlerde Ivan da kendilerine ait hiçbir günahı olmayan ama anne babalarının günahıyla doğan çocuklardan bahseder. Elmayı yiyen anne ve babalarının günahının bedelini neden masum çocuklar ödüyordu?
“Bu olmasa, insanlar iyiliği ve kötülüğü anlayamazdı diyorlar. Bu kadar pahalıya malolan kahrolası iyiliği ve kötülüğü anlayıp da ne olacak?”
Burada Ivan ve Donissan’ın Tanrıya isyanı söz konusudur. Donissan, çocuğu dirilterek Tanrıya karşı gelir. Bu sebeple çocuğu ilk gördüğünde, bir sözüyle çocuğu diriltebileceğini bilmesine rağmen bunu yapmakta tereddüt etmiştir. Bunun onu şeytana yaklaştıracağının farkındaydı. Ancak şeytanın da dediği gibi, aynı anda iki şey düşünülemez. İnsan bilincinin bu zayıflığı, ruhun bilinci Donissan çocuğu dirilttiğinde bulunduğu bedeni güçten düşürür.
Donissan, tutkuyla yaptığı her davranışın, Mouchette’in (Sandrine Bonnaire) günahının ruhundaki yükünü hafifletmeye yönelik girişiminin ve ölü çocuğu diriltmesinin Tanrıdan mı, şeytandan mı kaynaklandığından emin olamaz. Cennet ve Cehennem arasında bir mücadeleye kapıldığını hisseder, ancak ayırt edemediği için her şeyi sorgular. Film, dinin bu noktadaki verimsizliğini, insanın kafa karışıklığının mı yoksa gerçeği bulunuşunun m simgesidir bilinmez, günaha yönelişinin zarafetini anlatır. Günah, monotonluğuna rağmen kışkırtıcı oluşuyla daima Donissan’ın hayatında olacaktır. Eğer günah, gerçeğe giden yolsa, Donissan, şeytan ile anlaşma yaparak ruhunu rahatlatabilir. Böylece mucize sekansında maneviyat ölü bedenden fışkırdı: Donissan, bir sözüyle çocuğu dirilteceğine inanır ve bunu başarır. Çabadan bitkin düşerek yere yığılır ve insanlar onu bir aziz olarak görmeye başlar. Donissan, entelektüel sınırlarını kabul etmekle birlikte inancı insanların gözünde onu aziz yapacak kadar güçlüydü. Sekans, Pialat, Donissan’ın çocuğu diriltmesinin ardından Millet’in Angelus tablosunu canlandırılmasıyla sona erer. Filmdeki manzara gerçek olmakla birlikte, ünlü tablonun toplumsallaştırdığı bakış sayesinde aynı zamanda bir temsildir (Filmin bir sahnesinde bu tabloyu görürüz). Realist resimlerin insanın dünyaya bakışındaki bir sonucu. Yönetmen burada kültürün aracılık ettiği bir gerçeklik algısını kullanır. .
Angelus, geçmişte tarlalarda çalışırken büyükannemin zilin çaldığını duyunca işimizi durdurmamızı ve ölüler için Angelus duasını etmemizi istemesini düşünürken yaptığım bir tablo.
Jean-François Millet
1987’de Cannes Film Festivali’nde Altın Palmiye kazanan Sous le Soleil de Satan, oyuncularına kendi sınırlarının sonuna ulaşmaları için özgürlük tanımıştır. Donissan’ın inancı, Mouchette’in ise günahının ağırlığı vücudunu tüketmiştir.