Önsöz
Sovyet Rusya’nın sayılı kadın yönetmenlerinden Alla Surikova’nın yönettiği ve 1987 çıkışlı “A Man from the Boulevard des Capucines” filmi, tür ve konusu bakımından oldukça ilginç bir kombinasyonu izleyiciye sunuyor. Bu film, Sovyetler’in sayılı ostern türü filmlerinden olmasıyla da sinema tarihinde önemli bir yere sahip.
Bir kovboy müzikali olan bu filmin ana karakteri olan naif ve idealistik Johnny First (Andrey Mironov) bir gün ıssız bir kasabaya gelir. Yirminci yüzyılın başlarındaki tipik bir vahşi batı kasabası olan bu yerde görgü ve sanat neredeyse hiç yoktur. Fakat Johnny’nin bu durumu değiştirmesi için gereken nesneler her daim yanında hazırda beklemektedir: bir film projektörü ve onlarca film makarası.
Sınır Tanımayan Bir Sihir Olarak Sinema
Filmde ilk başta kasabanın haline dayanamayan ve bunu düzeltmek isteyen Johnny First’ü görürüz. Gösterdiği filmler sayesinde kasabada pozitif birçok değişikliğe yol açar. Burada aslında sinemanın toplumu etkileme ve dünyada bir fark yaratmanın aracı olarak oldukça güçlü olduğunu görürüz. Johnny’nin “Sinema, hastalar için bir şifadır!” demesi de bu görüşü canı gönülden desteklediğini gösteren repliklerden sadece biri. Bu temayı işleyen başka filmlere örnek olarak aynı zamanda Guy Maddin’in “The Heart of the World” ve Nobuhiko Obayaşi’nin “Labyrinth of Cinema” filmlerini gösterebiliriz. Bu filmlerin hepsinde sinema, dünyayı kurtarabilecek yegane mucizedir. Oldukça optimistik ve romantik olan bu fikri işleyen filmler, sinemanın kendisine olduğu kadar sinema severlere de bir teşekkür mektubu niteliğinde.
İyi, Kötü ve Slav: Peki Nedir Bu Ostern?
Tamamen Amerikan bir tür olan western, çıktığı ilk günlerden beri izleyicilerin ilgisini toplayınca başka ülkeler de bu akıma katılmak ister. Bunun en ünlüsü İtalyan versiyonu olan spagetti western olur. Sergio Leone gibi önemli yönetmenlerin filmleri bu akımın bir numarası olur. Buna ek olarak daha az bilinen kardeş türü ise “A Man from the Boulevard des Capucines” filminin de dahil olduğu ostern.
Sovyetler’den ve diğer Doğu Bloğu ülkelerinden çıkan, vahşi batıda ve Amerikan bir temada geçen kovboy filmlerine ostern denir. Bu filmler, baz alındıkları western filmlerdeki atmosferi yakalamak için genelde Moğolistan gibi şehir yerleşiminin çok daha az olduğu yerlerde çekiliyordu. Aynı zamanda bu filmlerin çoğunda halıhazırda var olan western filmlere de birçok referans bulmak mümkün. Örneğin “A Man from the Boulevard des Capucines” filminin açılış sekansındaki çete saldırısı, John Ford’un 1939 çıkışlı “Stagecoach” filmine açıkça referans vermekte. Film boyunca türün diğer birçok klasiğine de aynı şekilde göndermeler görmek mümkün.
Gerçek Capucines’e Bir Yolculuk
Filme adını veren ve aynı zamanda Johnny’nin de ziyaretten döndüğü Capucines Bulvarı, Paris’te yer alan gerçek bir mekân. Sinemayı icat eden ve ilk filmleri yapan Lumière kardeşler, bu bulvardaki bir kafede 22 Mart 1895 tarihinde özel bir etkinlik düzenler. Bu etkinliğe dönemin önemli fotoğrafçılık şirketlerinin başkanları gibi kişiler katılır. Bu etkinliğin aslında iki önemli şovu vardır: polychromy adındaki yeni geliştirdikleri bir renkli fotoğraf çekme prosedürü ve aynı zamanda siyah beyaz hareketli resimler, yani ilk filmler. Bu etkinlikte tüm ilgiyi toplayan kısım ise bu ilk film gösterimi olur. Lumière kardeşlerin burada gösterdiği film, işçilerin Lumière fabrikasından çıkışını gösteren 45 saniyelik o ünlü kısa filmdir.
Filme olan büyük ilginin ardından Lumière kardeşler daha fazla film çeker ve yine Capucines Bulvarı’nda olan başka bir kafede aynı yılın aralık ayında halka açık olan biletli ilk film gösterimini düzenler. Bu etkinlikteki film seçkisinde her biri ortalama 45 saniye olan on farklı kısa film vardır. Fabrikadan çıkan işçilerin gösterildiği filmden komediye kadar birçok çeşit film gösterilir. Trenin gara gelişinin gösterildiği o ünlü film de gösterilir ve efsaneye göre bu gösterim sırasında izleyiciler treni gerçek sanarak salondan koşarak kaçar. Bu efsaneye bir gönderme, Johnny aynı filmi gösterirken yapılır ama bu sefer izleyici olan kovboylar perdeye ateş eder. Burada aynı zamanda Edwin S. Porter’ın 1903 çıkışlı ünlü “The Great Train Robbery” filminin kapanış sahnesinde yönetmenin kameraya ateş etmesine de bir referans var.
Sonsöz
Döneminin birçok yıldız Sovyet oyuncusunu barındıran bu filmin görsellik ve prodüksiyon tasarımı gibi alanları da oldukça etkileyici. Buna ek olarak filmin Sovyetler’de çekilmiş bir Amerikan kovboy filmi olması, döneminin diğer birçok Amerikan western veya İtalyan spagetti western filminden daha farklı bir bakış açısına sahip olmasını sağlıyor. Özellikle erken dönem sinemasını sevenlerin veya genel olarak tür sinemasını sevenlerin bu filmi izlerken oldukça eğleneceğini düşünüyorum. Sovyet tür sinemasının ilginç bir parçası olan bu filmi herkese öneriyorum.